Warning: getimagesize(resimler/icerikler/amerika-da-cumhuriyetcilerle-demokratlarin-farki.jpg): failed to open stream: No such file or directory in /home/haber100/domains/haber100.com/public_html/ydh/detay.php on line 18
Amerika'da Cumhuriyetçilerle Demokratların farkı

Warning: getimagesize(resimler/reklam/dasfa.jpg): failed to open stream: No such file or directory in /home/haber100/domains/haber100.com/public_html/ydh/reklam.php on line 16

banner1


Amerika'da Cumhuriyetçilerle Demokratların farkı

img
Amerika'da Cumhuriyetçilerle Demokratların farkı YDH

SAAF-Amerika’daki siyasi hayatı takip edenler Amerika’nın iki büyük partisi olan Demokratların ve Cumhuriyetçilerin Arap-İsrail mücadelesine ilişkin tavrını sürekli olarak izlemektedir

İyad Ebu Şekra’nın Şark Al-Avsat için kaleme aldığı 09.04.2007 tarihli yazıyı arkadaşımız Furkan TORLAK çevirdi.

 

Bush’un macerası mı, Pelosi’nin rekabeti mi?

 

Amerika’daki siyasi hayatı takip edenler Amerika’nın iki büyük partisi olan Demokratların ve Cumhuriyetçilerin Arap-İsrail mücadelesine ilişkin tavrını sürekli olarak izlemektedir. Demokratlar özellikle 2.Dünya Savaşı sonrası dini ve etnik azınlıklarla etkin ve ilerlemeci grupların çıkarlarını gözeten liberal bir güç olarak belirmişken Cumhuriyetçiler kapitalizme sıkı bağlı pragmatistler ve dini ve etkin çoğunlukların çıkarları peşinde koşan bir güç olarak belirdi.

 

Belirli bir zaman dilimi sonrası hangi partinin Araplara karşı İsrail’i daha fazla desteklediğini kestirmek zorlaştı. Belirginleşen tek şey iki partinin yapısı ve ideolojik farklılığıydı. Cumhuriyetçiler, Amerikan çıkarları ve emperyal nedenlerle İsrail’i destekliyor; İsrail’i Ortadoğu’da stratejik öneme sahip bir uygar üs olarak telakki ediyorlardı. Demokratlar ise Yahudilerin azınlık olmalarını sebebiyle ve kalkınan Batı'nın Yahudilere karşı uyguladığı (özellikle de Nazilerin) soykırım dolayısıyla besledikleri liberal düşüncelerden dolayı İsrail’i destekliyorlardı.

 

Bill Clinton dönemi boyunca Amerikan yönetimi kuruluşundan beri İsrail’i en fazla destekleyen hükümet olarak nitelendirildi. Aşırı Hıristiyan Siyonistlerle Yeni Muhafazakarların desteğiyle 2000 yılında başa gelen oğul Bush ise Clinton yönetimini geride bıraktı; 11 Eylül saldırılarını bahane ederek işgal ve yönetimleri devirme politikalarını benimsedi.

 

Yeni Muhafazakarlar için bir dönüm noktası olan 2000 yılından beri Ortadoğu bölgesi önemli olaylara sahne oldu.

 

Haziran ayında Başkan Hafız Esad önünce yerine gelen yeni yönetim “eski muhafızlar” çevreleri Suriye içerisindeki önemli görevlerinden uzaklaştırmaya başladı. Şam’ın neredeyse tüm imkanlarını elinde tuttuğu Lübnan’da ise müttefikleri vuruldu. Aynı yılın eylül ayında “aksa intifadası” patlak verdi, ardından George Bush Amerikan Başkanlık seçimlerini kazandı. 2001 Mart ayında da Şaron İsrail’de yönetime geldi. 11 Eylül 2001’de ise Newyork ve Washington’a saldırılar düzenlendi. Bu da Bush ve Yeni Muhafazakarlara bölgeyi ve İslam dünyasını değiştirme fırsatı tanıdı.

 

Değişimin Afganistan ayağı az kayıpla gerçekleştirildi. Tabi El-Kaide üyelerinin bir kısmının 2003 Mart ayında gerçekleşen işgal sonrası Afganistan’dan Irak’a geldiği söylemi bir istisna sayılıyor. Irak ayağı ise güvenlik, politik, mezhepsel ve yaşamsal olarak tehlikeli uzantılar meydana getirdi ki bu bölgeyi tehdit etmeye ve kaygılandırmaya başladı.

 

Herkes Yeni Muhafazakar yapılanma içerisinde güçlü olan “Likud Lobisi”nin Irak işgalini ve  Irak’taki rejimi devrilmesini desteklediğini; Irak’ın kitle imha silahlarıyla ABD’nin müttefiklerini tehdit ettiği gerekçesini öne sürdüğünü biliyordu. Nitekim aynı lobinin bu işgali fırsat bilen bazı Iraklı çevrelerle de ilişkileri bulunuyordu.

 

Sonunda patlayan Irak sahasında Washington’un beklemediği birçok hadise yaşandı. Likudlular birden bire Bush yönetiminin bu sahadaki çalışmalarını en fazla eleştirenlere dönüştüler. Zira Likudluların işgaldeki tek hedefi Irak ordusunun tahrip edilmesi ve Irak’ta mezhep ayrışmasının bir kaos yaratmasıydı.

 

Şam’daki yeni yönetim ise bölgesel durum nedeniyle kaygı duyuyordu. Bu yüzden Lübnan’daki elini güçlendirmeye ve İran’la ve İran’ın Lübnan’daki uzantılarıyla stratejik ilişkilerini sağlamlaştırmaya çalışıyordu. Bu şekilde Batı'nın açıkça karşı çıkmasına rağmen Başkan Emil Lahud’un görev süresi uzatıldı. Bu uzatmaya yanıt olarak 1559 sayılı Güvenlik Konseyi kararı çıktı. Bu kararın 14 Şubat 2005’de imzalanmasının ardından eski Başbakan Refik Hariri ve bazı arkadaşları suikastlar zinciri içerisinde öldürülmeye başladı.

 

Bu suikastla birlikte Suriye’nin Lübnan’daki askeri varlığı sona erdi. Ancak bölge dinamikleri ile bölgedeki mezhebi, etnik ve çeşitli ilişkilerden oluşan doku İsrail kasıntısına karşı Şam-Tahran eksen oluşumunu beraberinde getirdi. Bu sadece Irak’ın çeşitli bölgelerinde bir realite dayatması değil aynı zamanda Lübnan’da da inisiyatif yeniden ele alma çabasıydı.

 

2006 yazında İsrail ile Hizbullah arasında gerçekleşen savaş Hizbullah’ın yalnızca Lübnan değil Arap nezdinde de güçlü bir konuma oturmasını sağlayabilirdi. Ancak Hizbullah çatışmasını hükümeti düşürme amacıyla içeriye taşıdı. Irak yönetimi de devrik lider Saddam Hüseyin’i bayram günü intikamvari bir şekilde idam ederek Irak içerisinde ve dışarında güven zedelenmesine neden oldu.

 

Bugün Filistin’de bir bunalım, Irak’ta iç savaş, Lübnan’da ise iç savaş başlangıcı yaşanıyor. Washington ise Başkanlık seçimleriyle karşı karşıya ve Ortadoğu bölgesi yine bu seçimlerde belirleyici olacak.

 

Cumhuriyetçilerin ümidi kayıplarını sınırlandırmak ve Demokratların bölge için açık çizgileri olan gerçekçi bir politikası olmadığı ikazında bulunmak. Özellikle de İsrail’in güvenliği ve İran’ın nükleer tehdidine karşı... Demokratlar ise Cumhuriyetçilerin hatalarını bir fırsat olarak kullanmaya çalışıyorlar. İşte bu yüzden Beyaz Saray’ın Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Şam’ı da kapsayan bölge gezisine yönelttiği eleştirilen arka planını görmezden gelmek imkansız.

 

Tabi ki Pelosi, Bush ve Cumhuriyetçilerin hatalarını fırsat bilerek onları sıkıştırmaya çalıştığı için kınanamaz. Zira alternatifler sunmak, demokratik düzen içerisindeki rekabet politikalarının ayrılmaz parçasıdır.

 

Bush da doğal olarak demokratların kendi bölge stratejisini zayıflatmasına karşın daraldığını ortaya koyduğunda kınanamaz. Zira bu politikanın meyve vererek başarılı olmasını en fazla o istiyor.

 

Büyük bir devlet olan ABD, ne olursa olsun ve bölgedeki durum başkanlık seçimleri ne kadar etkilerse etkilesin tek süper güç olarak kalacak. Stratejik konulara ilişkin iki parti arasındaki ihtilaflar ise öze yönelik değil daha çok üsluba yönelik olacak.

 

Hem Washington hem de Tel Aviv bölgedeki yönetimlerin örgüsünü, isteklerini ve sıkıntılarını çok iyi biliyor. Buna İran da dahil. Ancak öncelikli konular noktasında anlaşmazlıklar var. Tel Aviv ve bazı Amerikalı demokratlar Suriye’deki rejimin değişmesini istemiyor; bilakis onu güçlendiren Tahran rejimiyle ilişkisini kesmek istiyor.

 

Washington’un nükleer İran’la yaşamayı kabul edeceğine ihtimal versek bile Şam’ın önünde iki seçenek bulunacak. Bunlardan birincisi yaşandı. Bu durumda top, Şam’ı güvenle destekleyen Tahran müttefiklerinin ayağında olacak.

 

İşte bu noktada hangisinin Washington’un çıkarlarına daha uygun olduğu belirginleşecek: Bush’un macerası mı yoksa Pelosi’nin rekabeti mi?



Makaleler

Güncel

Hava Durumu