Warning: getimagesize(resimler/icerikler/arap-dunyasi-cumhurbaskanligi-secimlerini-nasil-degerlendiriyor.jpg): failed to open stream: No such file or directory in /home/haber100/domains/haber100.com/public_html/ydh/detay.php on line 18
Arap Dünyası, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini nasıl değerlendiriyor?

Warning: getimagesize(resimler/reklam/dasfa.jpg): failed to open stream: No such file or directory in /home/haber100/domains/haber100.com/public_html/ydh/reklam.php on line 16

banner1


Arap Dünyası, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini nasıl değerlendiriyor?

img
Arap Dünyası, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini nasıl değerlendiriyor? YDH

SAAF-Arap dünyası Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimini nasıl izliyor?

SAAF-Arap dünyası Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimini nasıl izliyor? Londra merkezli yayın yapan Al Hayat gazetesi’nde Davud Al Shirian imzasıyla yayınlanan yazı bu açıdan önemli bulduğumuz için Türkçe’ye çevirmeyi uygun gördük.

 

Türkiye bize uzlaşmayı öğretiyor

 

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetimdeki AK Parti’nin grup toplantısında cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması bekleniyordu. Ancak aday olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül gösterildi. Son anlarda ilan edilen bu değişiklik, partinin gelecek yıllarda da en az siyasi bedelle ve şu ana kadar elde ettiği başarıyı sürdürme konusundaki kararlılığını ve gücünü devam ettirmeyi garanti altına alarak Türkiye’yi yöneteceği işaretini veriyor.

 

Siyasi İslami bir arka plandan gelen ve laik muhalif partileri fazlaca rahatsız eden bir partinin sembolünün (cumhurbaşkanlığına) gelmesi, Necmettin Erbakan’ın yönettiği Refah partisi deneyimini akıllara getiriyor. Parti 1997 yılında ordu komutanlarının baskıları altında yönetimden uzaklaştırılmıştı. Yine Erdoğan’ın başkan seçilmesi bir yana, kendisi dini duyguları kışkırtma suçlamasıyla hapse atılmıştı ki bu onu siyasi hayattan yasal olarak uzak tutacaktı. Böylelikle çıkar ve bakış açısı yakınlığı çerçevesinde bir arada bulunan kişi ve güçlerden oluşan parti içinde çatlamalar oluşabilecekti.

 

Ordu komutanlarını, iş adamlarını, yargıçları ve öğretim görevlilerini bünyesinde barındıran Türkiye’deki laik toplumun muhalefetine rağmen Ak Parti Türk siyasi hayatında belirli bir yükseliş sağlayabildi. Bu, 1997 yılından dersler çıkaran İslami akımın bir başarısı olarak görülüyor. Bu noktada İslami düşüncenin güçle dayatılması yerine din ve devlet arasında uzlaşma yaratıldı. Gerçekçi bir sosyal siyasal içerikli proje olmaksızın slogan savurmaktan uzak duruldu. Ekonomik, siyasi ve diplomatik başarılar sağlandı, daha fazla yabancı sermaye ülkeye girdi, AB üyeliği müzakereleri başladı. En önemlisi de tüm bunlar anayasal ve meşru çerçevede yapıldı; demokrasi deneyimi derinleştirildi. 2002 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığa gelmesini sağlayacak şekilde anayasada düzenlemelere gidilerek bu konuda cumhurbaşkanlığının veto hakkının engellenmesi sağlandı.

 

Buna karşılık laik rejim toplumu ve toplumsal eğilimleri radikal yollarla karşısına aldı. Çok partili sisteme geçilmesi ve Türklere İslami geleneklerini desteklediklerini ifade etme fırsatının tanınmasından beri laik akım bu eğilimle mücadele ediyor; askeri darbeler yapıldı; 1960 yılından 1997 yılına kadar ordu 4 hükümeti devirdi. Ancak laikler AK Parti hükümetiyle mücadelenin yönetiminde başarısız oldu. Laikler, AK Parti'ye sürekli olarak şüpheyle yaklaştı, partiyi Erbakan ve Refah partisinin kalıntısı olarak değerlendirdi. Bu eğilim, Cumhurbaşkanı Ahmed Necdet Sezer’in tavırlarına ve bazı parlamento kararlarını veto etmesine yoğun olarak yansıdı. Sezer, Başbakan’ın üst düzey devlet yetkilisi atamalarını onaylamaktan hep kaçındı. Tüm bunlar Cumhurbaşkanlığı koltuğunu partinin hedefi haline getirdi ve çözümün Türkiye’ye her iki başkanlığını yönetmekten geçtiğine inanıldı.

 

AK Parti’nin cumhurbaşkanlığının eşiğinde durduğu konusunda şüphe yok. Ancak parlamentonun tamamı ellerinde değil ve yönetimdeki parti saflarında birçok farklı meşrepten gelme insan var. Bu da parti içi çoğunluğun bir arada kalabilmesini şüpheli kılıyor. Yine de burada mesele AK Parti adayının cumhurbaşkanı olup olmaması değil. Bundan daha önemli olan mesele AK Parti’nin Türkiye’nin tarihi mirası ile uluslar arası arenadaki ve İslam dünyasındaki geleceği ve ilişkileri arasında bütünlük sağlayan siyasi bir proje dayalı olarak ulusal birliği sağlama deneyiminde başarılı olması.

 

Şu anki siyasi sürecin yürüdüğü çizgi de çok önemli. Şöyle ki yönetimdeki parti, ordu müdahalesini geçmişin bir parçası kıldı yahut en azından geçmiş deneyimlerin tekrarına zemin hazırlayacak şekilde halk tabanında bir kabul yok. Doğru, askeri seçenek imkansız değil; ancak laiklerin bu seçeneğe başvurması çok düşük ihtimal. Bu çözüm Türkiye’nin AB’ye girme pazarlıkları sürecinin ölümü olur ki laik akım bunu istemiyor.

 

Arap dünyasındaki insanlar Türkiye’deki siyasi süreci yoğun ilgiyle takip ediyor. Bunun nedeni Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde etkin bir İslam ülkesi olması ve Türkiye’de istikrarın onlar için çok şey ifade edecek olması değil; Türkiye’deki İslami akım, Arap ülkelerinde şahit olduğumuz felaketleri atlatmayı başardı. Arap İslami akımlar, henüz “Şeyh” ve “lider” ikilemine yakalama gerekliliği anlama başarısını gösteremedi; ılımlılık sloganını pratize etme noktasında başarısız oldu.

 

İslamcıların yönetime ulaşma noktasındaki başarısızlığın arkasındaki nedenleri incelediğimizde tüm bu deneyimlerin ortak noktasının ötekini kökten reddetmek ve net bir ekonomik ve siyasi program sunmaksızın gece gündüz hilafet devletini ikame etme hedefiyle yönetimi ele geçirmeye çalışmak olduğunu görüyoruz.

 

Bu noktada siyasi oyunun sonuçlarını şiddete başvurarak değiştirmeye çalışmalarını ve Türkiye’deki İslamcıların yaşadıkları darbeye sabırla ve siyasete tutunarak cevap verme tecrübesini kavrayamamalarını hatırlatmaya gerek bile yok! Belki de bazı Arap ülkelerindeki İslamcıların siyasi süreç içerisindeki başarısızlıkları ile Türk laiklerin Türkiye’deki İslamcı akımın yükselişini engelleyememelerinin ortak noktası iki tarafın da güç eksenli düşünmesi ve insanları istedikleri noktaya zorla çekmeye çalışması olabilir.

 

Kesinlikle AK Parti, şu ana kadar din ve devlet uzlaşması düşüncesini uygulamada başarılı oldu. Türkiye, bu uygulamasıyla Arap dünyası olarak bize uzlaşma düşüncesini öğretmektedir. Ancak Türklerin ortak yaşam için gittiği bu uygulama maalesef bazı radikaller tarafından eleştiriliyor; İslami projeden taviz verildiği yahut din ve devletin ayrılması düşüncesinin desteklenmesi olarak görülüyor. Oysa bu tek bir halkın evlatlarını bir araya getirmenin güvenilir yolu. Ayrıca bu düşünce, devletin yasallığına saygı ilkesine ve son tahlilde insanların belirleyiciliğine dayanıyor.

 

Çeviri: Furkan TORLAK



Makaleler

Güncel

Hava Durumu