Warning: getimagesize(resimler/icerikler/span-style-font-size-9pt-font-family-verdana-sans-serif-mso-bidi-font-weight-bold-mso-fareast-font-family-times-new-roman-mso-bidi-font-family-times-new-roman-mso-ansi-language-tr-mso-fareast-language-tr-mso-bidi-language-ar-sa-el-cezire-nin-ak-parti-belg): failed to open stream: No such file or directory in /home/haber100/domains/haber100.com/public_html/ydh/detay.php on line 18
<SPAN style="FONT-SIZE: 9pt; FONT-FAMILY: 'Verdana','sans-serif'; mso-bidi-font-weight: bold; mso-fareast-font-family: 'Times New Roman'; mso-bidi-font-family: 'Times New Roman'; mso-ansi-language: TR; mso-fareast-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA">E E" /> E" /> E" /> E" /> E" /> E"> E">

Warning: getimagesize(resimler/reklam/dasfa.jpg): failed to open stream: No such file or directory in /home/haber100/domains/haber100.com/public_html/ydh/reklam.php on line 16

banner1


E

  • Kategori: TÜRKİYE
  • 01 Ocak 1970
  • By YDH
  • 14734 görüntülenme
E"> img
E YDH

YDH-Katar’dan yayın yapan el-Cezire televizyonu Ak Parti’nin son seçim zaferine giden süreci ve Türkiye’deki İslami siyasi yapıların evrimini konu alan bir belgesel yayımladı. Yeni Osmanlılar adlı belgeseli Furkan Torlak çevirdi.

YDH-Katar’dan yayın yapan el-Cezire televizyonu Ak Parti’nin son seçim zaferine giden süreci ve Türkiye’deki İslami siyasi yapıların evrimini konu alan bir belgesel yayımladı. Yeni Osmanlılar adlı belgeseli Furkan Torlak çevirdi.

 

 

“11. Cumhurbaşkanı adaylığı için, yaptığım son değerlendirmeler, bütün bu araştırmalar neticesinde, bir ismi ortaya çıkarmıştır, o da değerli, bugüne kadar beraber bu yolda olduğumuz, bu hareketi beraber kurduğumuz Abdullah Gül kardeşimdir.” Tayyib Erdoğan

 

 

3 Kasım 2003 gecesi, demokrasi müslüman halkın elinde ordu tarafından desteklenen laik devlete karşı bir silah olarak üstünlüğünü neredeyse kanıtlayacaktı.

 

Ordu, Türkiye’deki siyasi hayatı bir şekilde vesayeti altında tutuyordu. Türkiye’deki İslamcılar sürekli olarak seçim silahına dayandılar.

 

Bu onlar için bir zafer sağlamasa da en azından iki taraf arasında bir ateşkesi sağlamaya yetiyordu.

 

“Sağduyunun egemen olduğu bir Türkiye inşa edeceğiz” (Başbakan Erdoğan)

 

Ancak seçimlerde kazanılan zafer sevinci, AKP liderlerini, sahte uzlaşmanın perde arkasında kendilerini bekleyen krizin varlığından bihaber bıraktı.

 

Ordu, halının ayakları altından çekildiğini hissedince kriz patladı.

 

Ordunun savaş açtığı, Türkiye’deki kurumlardan ve üniversitelerden kovdoğu başörtüsü, neredeyse yasal ve demokratik yollarla laiklerin en önemli kalesi olan başkanlık sarayına yaklaşıyordu.

 

[Hayrunisa ve Abdullah gül ikilisinden görüntüler]

 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri krizi sırasında Türkiye, zaman zaman boy gösteren laik/İslamcı kutuplaşmasına geri dönmüştü.

 

AKP’deki tutucu liderlerden birisi olan Bülent Arınç’ın yeni başkanının dindar ve demokratik olacağına dair nitelendirmesi ateşli laikleri çileden çıkarmaya yetmişti.

 

 

“AK Partinin anasının sütü gibi helal oylarıyla parlamentoya girmiş gerçek temsilcilerini bulacaksınız” (Bülent Arınç)

 

Onur Öymen: (Muhalefetteki Atatürkçü CHP milletvekili)

 

“Dindar bir cumhurbaşkanı istediklerini söylüyorlar. Bu, şu ana kadar gelen tüm cumhurbaşkanlarının kafir olduğu anlamına gelir. Böyle bir söz makul olabilir mi? Bakanları çıkıyor ve diyor ki yeni başkan tüm İslam dünyası için bir müjde olacak! Bunlar Müslümanlara halife mi seçiyorlar!”

 

Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak Erdoğan’ın hayal ettiği gibi kolay değildi. Koltuk altlarından çekildi ve neredeyse yükselmek istedikleri yerden aşağı düşeceklerdi. Artık her şey açıktı. Laiklerin iki silahı olan yargı ve ordu savaşı seçim sandıklarının dışında da kazanacak güçteydi.

 

 

 “Türkiye laiktir, laik kalacak” (Cumhuriyet mitinginden)

 

“Bu millet onu kabul etmediği için....” (Deniz Baykal)

 

Parti, laiklerin saldırılarına kendisinin İslamcı vasfını inkar ederek göğüslemeye çalıştı. Ancak buna kim inanırdı ki?!

 

Parti muhalifleri laikler mi? Belki taraftarları bile inanmayacaktı!

 

“Mücahit Erdoğan, mücahit Erdoğan, mücahit Erdoğan...” (Halk)

 

Yalanlama ve suçlamalar bir kenara bırakılıp da partinin doğuşuna bakıldığında Türkiye’deki İslami hareketin yasal evladı olduğu anlaşılıyordu.

 

Ancak bu kökenin gerçekliği partinin bir reform hareketi olduğu gerçeğini de gizlemiyordu. Parti, İslami parti geleneğinden cüretkar bir biçimde çıkmıştı.

 

Parti, geleneksel liderlere meydan okumuş ve İslami hareketlerin yöntem ve kavramlarına aykırı birçok reforma gitmişti. Bu reformlar onları bir cemaat çerçevesinden bir parti çerçevesine taşımıştı.

 

Parti, batı ile Müslümanların ortak anlaşma zemini olarak demokrasiye dayanıyordu.

 

“Atatürk’ün ifade ettiği gibi, hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ilkesini siz yerine getirdiniz.” (Erdoğan)

 

Onlar yeni Osmanlılardı. Seleflerinin gücünü kazanmaya çalışıyorlardı. Ancak modern araçlarla... Eski asırların araçlarıyla değil!

 

(Adnan Menderes’in asılmış haldeki fotoğrafı)

 

Bu, Amerika ile asker karşısında güçlü durmaya çalışan ilk Türk siyasetçinin kaderiydi. O eski Başbakan Adnan Menderes’ti. Türkiye’de ezanın yeniden arapça okunmasını o sağlamıştı. O sıralar ABD ve batı ile ilişki içerisinde olmak Türk İslam’ının edebiyatında bir suç değildi.

 

Bu İslam algısı felsefe ve ruh bakımından Arap dünyasındaki İslam’dan farklıydı. Çünkü Türk İslam’ı sufi ekollerin etkisinde kalmıştı.

 

(Sema’ gösterisi görüntüleri)

 

Sufi okul ve medreselerin yaygınlaşması Türkiye’de kabul gören önemli bir olguydu. Bu, hoşgörü ruhunu devrim ve zorla alma kültürünün önüne geçiriyordu.

 

Bu ekol, geçtiğimiz asrın 70’li yıllarında siyasal İslamcı akımların ortaya çıkmasından önce en fazla yaygın olan akımdı.

 

Kader, Menderes’in yolunda yürüyen ama daha dikkatli olan bir başka lideri daha ortaya çıkarmıştı.

 

(El-Cezire’nin Türkiye temsilcisi Yusuf Şerif anons yapıyor)

 

İstanbul’dan önce Ankara’da... Batı ile İslam’ı birleştirme düşüncesi ilk olarak ortaya atıldı. Koca tepe camisi arkamda! Batı tarzı yapılmış, büyük bir alışveriş merkezinin üzerinde kurulmuştu.

 

Burada birçok kimse bir birleşke halindeki bu binanın, mescidin temsil ettiği İslam’la tüketim pazarının temsil ettiği batı düşüncesini birleştirme sembolünü taşıdığının farkında değil!

 

Bu merhum cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın düşüncesidir.

 

(Turgut Özal göründüleri)

 

“Şimdi bu işi değiştirdik. Buyur kardeşim.” (Kurşun sesi ve Özal eğiliyor)

 

Özal her zaman için nakşibendi tarikatına bağı olduğunu gizledi. O, imanını gizleyen ilk Türk lider olarak biliniyordu. Cumhurbaşkanlığı sarayında askerin gözünden uzak şekilde namazını kılıyordu.

 

“Allah’ın verdiği ömrü onun izninden başka alacak yoktur.” (Halk coşuyor)

 

 

Özal erken zamanda Batı kültürü ile İslam geleneğini buluşturmaya çalıştı. Ancak dini hiçbir zaman siyaset içerisinde söz konusu etmedi. Bu nedenle insanların çoğu onun bu alandaki çabalarını hatırlamaz. Çünkü o sırada gözler başka biriyle meşguldür. Türkiye’deki İslamı hareketin lideriyle!

 

“Tek kelimeyle, milli görüş gerekiyor.” (Erbakan)

 

Necmettin Erbakan! Milli Görüş hareketinin kurucusu yahut ulusal düşünce de denilebilir.

 

Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ondan ayrılıp Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurmadan önce bu ekolün öğrencileridir.

 

(Erbakan’dan görüntüler)

 

“Yeniden büyük Türkiye’yi...” (halk tekrarlıyor)

“En kısa zamanda...” (halk tekrarlıyor)

“Kurmak için...” (halk tekrarlıyor)

“Bütün gücümüzle...” (halk tekrarlıyor)

“Çalışacağımıza...” (halk tekrarlıyor)

“Söz veriyoruz...” (halk tekrarlıyor)

 

Milli görüş düşüncesi Türkiye’deki siyasi İslam’ın sinesiydi. Bu hareket batıya özellikle de İsrail’e düşmanlığıyla biliniyordu. 60’lu yıllarda Türkiye’deki siyasi arenaya çıkmıştı. Birçok noktada özellikle İhvan-ı Müslimin başta olmak üzere İslami hareketlerden etkilenmişti.

 

Sadık Albayrak: (Milli görüş hareketi liderlerinden)

 

“Türkiye 70’li yıllara kadar hep batıya dönüktü. Doğu ve İslam dünyasıyla bir ilişkisi yoktu. Halen de öyledir. Türkiye’nin yerinin batı olduğu noktasında ısrar edenler var. Biz ise kalbimizin Mekke’de, başımızın Anadolu’da, tek ayağımızın Kafkaslarda diğer ayağımızın ise Balkanlar’da olduğunu söylüyorduk.”

 

(Erbakan’ın Fetih mitinginden)

 

“Aynı imanla, aynı azimle, aynı aşkla, yeni fetih ordusu işte dimdik ayaktadır. İnşallah büyük fetihlerin eşiğindedir.”

 

Şüphesiz Necmettin Erbakan Türkiye’deki siyasal İslam’ın en büyük lideridir. 1969 yılından beri kurduğu partilerle tanınmıştır. Laik düzene düşman olma suçlamasıyla yasaklı ilan edilmiştir.

 

(Erbakan Fetih mitinginden)

 

“Bütün insanlığa inşallah yeniden ışık saçacaksınız”

 

Sıkıyönetim mahkeme başkanı: (Erbakan ve arkadaşları sanık sandalyesinde)

 

“Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi bünyesinde, sanıkların ve diğer partililerin yandaşlarının zaman zaman devletimizin banisi Atatürk’e saldırmaları ise bilinçsizce girişilmiş bir hareket ve rastlantı değildir.”

 

Nazlı Ilıcak: (Kapatılan Fazilet Partisi milletvekili)

 

“Elbette ki Erbakan’ın nihai amacı laik düzeni ortadan kaldırmak değildi. Ancak sözlerinde bunu istediğini ima eden şeyler vardı. Aynı zamanda İslam’ı açık şekilde siyasi amaçlarla kullanıyordu.”

 

Gerçek Müslüman Refah partisine oy verendi. Bu, Erbakan’ın seçim kampanyaları sırasında sürekli olarak kullandığı bir slogandı. Slogan, parti içerisinde hatta yakın kişilerde bile rahatsızlıklara neden oluyordu. Parti, parlamentoya girebilmek için İslam’ı bir merdiven olarak kullanıyordu.

 

Korkut Özal: (Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın kardeşi)

 

“Biz, İslam’ın siyasi bir araç olarak kullanılmasına karşıydık. Zira İslam toplumun ortak unsurduydu. Siyasi bir araç olması düşünülemezdi. İslam, siyaset üstü bir değerdi. Eğer onu kullanmaya kalkışırsak İslam siyasallaşacaktı. Dinin siyasallaşması ise büyük bir musibettir.”

 

Türkiye’de şeffaf seçimlerle demokrasi İslami hareketlerin soluk kapısıydı.

 

Sistemin, milli görüşü İslam devleti kurmakla suçlamasına rağmen bu hareket İslam dünyasındaki diğer benzerlerinden ayrışıyordu. Bu parti düzenli olarak seçimlere katılıyor ve şiddetten uzak duruyordu. Refaj partisi, belediyeleri israf ve mali yolsuzluğa bulaşmaksızın yönetmeyi başarmıştı.

 

Bu da 1995’teki parlamento seçimlerini kazanmasını beraberinde getirdi. Yıllarca parlamentodaki mütevazı temsil sonrası Milli Görüş hareketi hükümeti kuracak en büyük aday olmuştu.

 

Acaba hareket bu deneyime hazır mıydı? Necmettin Erbakan kendisine bu görevin verileceğinden şüpheliydi.

 

Erbakan: (Yeni Gün Gazetesi)

 

“Görünen o ki bilinen güçler yönetime gelmemize itiraz etmeme kararı aldılar. Ancak hükümeti kurmamızın hemen ardından bizi kesip atmak isteyeceklerdir. Önümüzde engeller çıkaracak ve bize tuzak kuracaklardır.”

 

Erbakan’ın tahmini doğru çıkmıştı. İslam dünyası olan bitene inanamamıştı. Erbakan’ın İslami hükümeti İsrail’le askeri anlaşmalar imzalıyordu.

 

“La İlahe İllallah. La İlahe İllallah...”  (Türban mitingi)

 

Hükümet, siyasi hayattan çekilmeyen askerin baskısıyla üniversitelerde başörtüsünü yasaklıyordu. Asker, Erbakan hükümetine karşı siyasi bir darbe planlıyordu.

 

Erbakan, Anayasa mahkemesinin siyasi partisi hakkında dava hazırlaması ve kendisini sakıncalı ilan etmesinin ardından tahminlerinin kesinleştiğini anladı.

 

Bu olay daha sonra 28 Şubat darbesi olarak bilinecekti.

 

“Ne konuşuyoruz biz Allah için! Burada meclis çoğunluğu var. İşte bu kadar! Demokraside meclis çoğunluğu konuşur. Herkes buna tabi olmaya mecburdur.”

 

Erbakan tecrübesinin önünün kesilmesi sadece içeride alınmış bir karar değildi. O sırada asker müttefiki olan Batı’nın da olayların yönlendirilmesine büyük rolü olmuştur.

 

Erbakan’ın ilk resmi ziyaretini Tahran’a yapması, Sanayileşmiş 8 Müslüman ülke birliğini kurması ve batılı yatırımcılara karşı kapalı ulusal ekonomi modelini benimsemesi batı tarafından özellikle de Amerika tarafından bir meydan okuma şeklinde algılanmıştı.

 

Abdullah Gül: (AKP Genel Başkan yardımcısı)

 

“Sayın Erbakan’a çok yakın çalıştım. O zamanki politikamız gerçekçilikten uzaktı. Tamamen hamaset dolu hutbe ve sloganlara dayanıyordu. Seçmenlerin duygularına hitap ediyorduk.”

 

Erbakan, Türkiye’yi Batı’nın kucağından İslam dünyasının kalbine çekme çabasının ona pahalıya patlayacağının farkında değildi.

 

Ne Batı bölgedeki askeri müttefikinden ayrılmayı hazmedebilirdi. Ne de İslam dünyasının kalbi bu yeni üyeyi kabul edebilecek ve besleyecek kadar güçlüydü.

 

Recai Kutan: (Kapatılan Fazilet Partisi Genel Başkanı)

 

“Erbakan hükümetinin ortaya koyduğu politikalar, yüzde yüz bu emperyalistlerin çıkarlarına karşıydı. Erbakan dışarıdan borç alımının duracağını açıkladı. Türkiye’nin ekonomik kalkınmada kendi içinden besleneceğini söyledi. Bundan sonra D8 birliğini kurdu. Batı bu politikayı çok iyi anlamıştı. Hem de Türkiye’deki birçok çevreden daha iyi anlamıştı. Batı bu politikanın, Batı’nın İslam dünyasındaki hegemonyasına son vereceğini çok iyi biliyordu.”

 

Recai Kutan: “Tabiri caizse bizim elimizden kaçması anlamına gelirdi”

 

Bülent Arınç: (Eski Refah Partisi milletvekili, Şu anki Meclis Başkanı)

 

“Sayın Erbakan’ın politikalarını ve düşüncelerini reddeden çevreler güçlü bir şekilde müdahale ettiler. Hükümeti devirmek için baskı yaptılar.”

 

Hükümetin düşüşü ve partinin kapatılması tek karar verici liderin politikalarına karşı içerideki muhalif sesleri de ortaya çıkarmıştı.

 

Genç liderler arasında muhalefet cephesi oluşmuştu. Bunlar parti liderliğinin içinden çıkamadığı hatalara düştüğünü düşünüyordu. Bu sesler gittikçe yükseliyordu. Yeni cephe artık reformcular yahut yenilikçiler olarak biliniyordu.

 

Abdullah Gül: (AKP Genel Başkan Yardımcısı)

 

“İki seçenekle karşı karşıyaydık. Ya şeffaf yahut şeffaf olmayan bir partimiz olacaktı. Bir parti içerisindeki farklı ve çoklu görüş olabilir. Hatta genel kanaate aykırı ve muhalif görüş dahi olabilir. Önemli olan tüm bu düşüncelerin bilimsel olarak tartışalabileceği ve tek bir kanaatte uzlaşılabilecek bir platformun olmasıdır. Bu noktada çok sıkıntı çekiyorduk. Bu nedenle partimiz seçmenlerini utandırdı ve yürüttüğü siyaset başarılı olamadı.”

 

Recai Kutan: (Kapatılan Fazilet Partisi Genel Başkanı)

 

“Şimdi 28 Şubat olaylarının ardından parti içerisinde bazı aykırı düşünceler belirmeye başladı. Refah partisinin kapatılması ve Fazilet partisinin kurulması döneminde parti içerisindeki bu akım açıkça ortaya çıktı.”

 

Erbakan için mesele sadece parti levhasının değiştirilmesine patlamıştı. Bu sefer Fazilet partisinin omuzlarında yükselecekti. Erbakan, siyasi yasağı bitene kadar parti liderliğini yakın arkadaşı Recai Kutan’a vermişti. Bu durum içerideki krizi daha da artırdı.

 

Nazlı Ilıcak:

 

“Özellikle Erbakan dışardan Recai Kutan aracılığıyla partiyi yönetmesi içeride gençler arasında muhalif gruplaşmanın oluşumuna neden oldu. Bunlar Erbakan’ın partiyi tek başına yönetmesine karşıydılar. Yine dini kavramların parti politikalarında kullanılmasına da karşıydılar.”

 

Parti, üniversitelerde başörtüsünün yasaklanması kararına imza atışının günahını çıkarıyormuş gibi Fazilet Partisi milletvekili olarak türbanlı Merve Kavakçı’yı meclise soktu.

 

Parti içindeki birçok kişi sisteme meydan okuyan bu yönteme karşıydı. Onlar, daha en baştan bu işin krizle sonuçlanacağını biliyordu. Bu sefer kriz, parti içerisinde patlamıştı.

 

Bülent Ecevit: “Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz.”

 

Abdullah Gül:

 

“Sorunların sessizce ve diyalog yoluyla çözülebilmesi için kendi kanaatimizi gayet usulünce bildirmeye çalıştık. Ancak diyalogun bir fayda vermeyeceğini ve partinin politikasını değiştirmeyeceğini anladık. Bu nedenle partiler kanununa başvurduk ve partinin olağanüstü genel kongre düzenlemesini istedik.”

 

Fazilet partisi kongresi, Milli Görüş tarihinin geçmişine bakılırsa bir ilkti. Parti, ilk kez kendi içerisinde gerçek bir başkanlık seçimine şahit oluyordu. Geçen 30 yıl boyunca kimse Başkan Necmettin Erbakan’ın karşısına çıkmaya, ona hesap sorulmasını talep etmeye veya politikalarını tartışmaya cesaret edememişti.

 

Bülent Arınç: (Fazilet Partisi kongresinde): “Hepiniz kardeşimizsiniz. Aklınızı başınıza alın. Bu seçimin sonucunu sizler belirleyeceksiniz. Kimsenin sizi vesayeti altına almasına izin vermeyin!”

 

Necmettin Erbakan’ın parti başkanına rakip olarak ikinci bir kişinin adaylığını koymasını engelleme çabaları başarısız olmuştu. Artık karşılaşma kaçınılmazdı. Reformcular Kutan’a karşı Abdullah Gül’ü aday göstermişti. Her iki taraf ta birbirini kongredeki sert konuşmalar nedeniyle suçluyordu.

 

Abdullah Gül: (Fazilet Partisi kongresi) “Genç deniyor. Bu yaştan sonra mı... Kararlara ortak olmalıyız.”

 

Recai Kutan: “O büyük kongre sırasında parti geleneklerimize açıkça karşı çıktılar. Daha sonra AKP’yi kuran arkadaşlarımız bana karşı seçime katıldılar. Bizden tamamen ayrı bir liste çıkarmışlardı.”

 

Yenilikçiler yahut da genç akım bu seçimleri az bir farkla kaybetmişti. Ancak daha önemli olan bir şeyi kazanmışlardı.

 

Abdullah Gül: (AKP Genel Başkan yardımcısı)

 

“Büyük bir başarı elde ettik. Çoğunluk bizi destekliyordu. Bizim doğru olduğumuzu ve politkamızın doğru olduğunu düşünüyorlardı. Üyelerin yarısı biz oy verdi diğer yarısı ise vermedi. Ancak bu kongre Türkiye’deki siyasi hayatın önemli bir dönüm noktasıydı. Biz diyalog ve seçimler yoluyla değişimi gerçekleştirmeyi umuyorduk. Reform peşinde koşan Ortadoğu’daki diğer İslami hareketlere örnek olacaktık. Bu içeriden reform ve yenilik çabalarına model olacaktı.”

 

Mustafa Karaalioğlu: (Gazeteci)

 

“AK Parti bütün siyasal Türk geleneğinde bizim alıştığımız uygulamaları bozdu. Daha önce kendi parti liderliğine karşı çıkan hiçbir yeni partinin başarılı olduğu görülmemişti. Ama Ak Parti başarılı olmuştu.”

 

Türkiye’deki siyasi İslam içerisinde diyalog yoluyla yürütülmeye çalışılan en önemli yenilik ve reform çabası başarısız olmuştu. Artık muhafazakarlar ve yenilikçiler diye bir bölünme vardı.

 

Erdoğan:

 

“Minareler süngü

Kubbeler miğfer

Camiler kışlamız

Mü’minler asker” (Halk’ın Allah-u Ekber sesleri)

 

Erdoğan, askerin süngüsü minaresinin süngüsünü kabul etmeyeceğinin bilmiyordu. Askerin miğferinin onun kubbelerini tehdit etme gücüne sahip olduğunun farkında değildi.

 

İki beyit şiir asker süngüsünün İstanbul tahtının üstünde oturanı devirmeye yetmişti. Erdoğan hapse atılmıştı.

 

Ancak Erdoğan’ın İstanbul tahtından hapishaneye giderkenki adımları birkaç yıl sonra da olsa onu başbakanlık tahtına taşıyacaktı.

 

Erdoğan için düzenlenen toplu veda töreni bu gencin halk desteğinin şeyhi Erbakan’ın halk desteğine rakip olacak kadar yüksek olduğunun işaretini veriyordu.

 

Asker bu hapisin Erdoğan için ceza değil bir ödül olacağının farkında değildi. Hapishane kapısı üzerine kapanırken birçok kapı da açılmıştı.

 

Recep Tayyip Erdoğan:

 

“Bu arada bildiğiniz gibi ben de hapse girdim. Hapis deneyimi gerçekten de önemli bir deneyimdi. Tavırlarımı ve arkadaşlarımla izlediğimiz yolü gözden geçirme imkanı buldum. Önemli kararlar aldım.”

 

Erbakan’ın hızlı parti kurmadaki şöhretinin aksine Adalet ve Kalkınma Partisi’nin doğuşu çok vakit aldı. Parti oluşumu öncesi sel gibi toplantı ve tartışmalar yapıldı. Yenilikçilerin önünde önemli bir engel vardı. Onlar İslami kimliklerine zarar vermeden yenilik ve reforma gitmek istiyorlardı.”

 

Abdullah Gül:

 

“Bizim farklılığımızı ve ciddiyetimizi gösterebilmemiz için ciddi ve bilimsel olarak çalışmamız gerekiyordu. Siyasi ve düşünsel araştırmalar için bir merkez kurduk. Tüm düşünceler istisnasız tartışıldı. Yenilik ve reform partisini nasıl oluşturabileceğimizi araştırdık. Bunun için dışarıdaki dostalarımıza da başvurduk. Onların net bir pespektif yakalama konusunda başarılı bir deneyimi vardı.”

 

Bülent Arınç:

 

“O aşamanın başarılı olmasının en önemli nedeni herşeyi tartışmamızdı. Kolektif akla önem veriyorduk. Birbirlerimizin görüşlerine ve düşüncelerine önem veriyorduk. Bugün için bulunabilen iyi bir sistem düşündük. Demokrasinin bugün için en önemli yöntem olduğuna inandık. Parti programımızda, İslami kimliğimizden uzaklaşmadan bölgedeki demokrasinin uygulanması ve yaygınlaşması için bir model olacağımızı belirttik. İnancımızın da demokratik ilkelerle bağdaştığını düşündük.”

 

Parti, “Çözüm İslam’dadır” sloganını bir kenara koymuştu. Önceliği Türkiye’yi siyasi ve ekonomik sorunlarını çözmeye vermişlerdi. Böylece siyasi kararlarında bağımsız güçlü bir devlet oluşacaktı.

 

Kalkınma ve demokrasi, yüzde doksanı Müslüman olan toplum içerisinde İslamcılığını kanıtlama yarışından uzak durma kararı alan partinin önceliğiydi.

 

Erdoğan:

 

“Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma,

Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

 

 

Abdullah Gül:

“Müslüman olan bir ülkede bir din partisi ve bir İslamcı parti olduğunu söylemek yanlıştır. Kimsenin dini kendi ipoteği altına almaya hakkı yoktur. Bu durumda diğer partilerin durumu ne olacak. Siyasette başarılı da olursunuz başarısız da! Dine kendi başarısızlığımızı yükleme gibi bir hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Din, tüm bu meselelerin üzerinde olmalıdır. Peki bu bizim dinden uzak olacağımız anlamına mı geliyor. Asla. Din, inkar edilemez bir hakikattir. Ancak hürriyetler ve demokrasinin yaygınlaşmasını da din ve ibadet hürriyetini sağlayacağını düşünüyoruz. Zira din özgürlüğü, en önemli insan hakları özgürlüklerinden biridir.”

 

Ancak bu toplu çalışma eğer önemli iki kişiyi bünyesinde birleştirmeseydi başarılı olamazdı. Bu, parti arkadaşlığı ve dostluğu aşan bir ilişkiydi ve siyasi rekabeti aşmıştı. Öyle bir ilişki ki kendi aralarında makam değişimini mümkün kılıyordu. Gül, gönüllü olarak başbakanlık koltuğunu Erdoğan’a bırakıyordu.

 

Tam dört sene sonra Erdoğan da Gül’ü cumhurbaşkanlığına aday gösterecekti.

 

Mustafa Karaalioğlu:

 

“Ak Parti’de ikinci adam var, Abdullah Gül. Ancak kişiliği ve etkisi bazen bu seviyeyi de aşıyor. Çünkü o Erdoğan’ın başten beri yol arkadaşıydı. Herşeyde onun ortağı oldu. İkisi de kendilerini bir araya getiren bu karşılıklı anlayışın kıymetini biliyordu. Bundan da önemlisi ikisi de anlaşmazlığa düşmeleri durumunda ne tür sorunlar çıkacağının çok iyi farkındalar.”

 

Adalet ve Kalkınma partisinin kuruluş aşamasındaki bir diğer farklı hazırlık da onlarca reform projesinin uygulanmaya hazır şekilde masaya konması, sadece düşünsel hazırlıkla yetinilmemesiydi.

 

Hilmi Güler: (Enerji bakanı)

 

“Ben de kuruculardan biriyim. Araştırma ve projelerin geliştirilmesiyle ilgili sorumluluğu üstlendim. 300 civarında uygulamaya hazır projenin oluşturulduğunu hatırlıyorum.”

 

2001 yaz ayında tam olarak 14 Ağustos’ta Türkiye, Adalet ve Kalkınma partisinin doğuşuna sahne oldu. Partide Erdoğan ve arkadaşlarının yanısıra sağcı, milliyetçi ve liberal adaylar yer alıyordu. Parti, reform ve demokrasi bayrağı açmıştı. Kendi kimliğini ifade ettiği İslami değil siyasi kavramlar vardı.

 

Recep Tayyip Erdoğan:

 

“Ben muhafazakar demokratım dedim. Muhafazakar olarak kültürümüzün kendi derinliklerinden gelen adet, gelenek ve Türk kültürünün değerlerini taşıyoruz. Bu değerler bütününe sahipiz. Güçlü ve gelişmiş bir demokrasiyi uygulamaya çalışıyoruz. Dünyadaki diğer gelişmiş demokrasilerle bütünleşmiş bir yapı!”

 

Ali Bulaç: (İslami hareketlerde uzman yazar)

 

“Tüm İslami hareketler bir hareketlilik içerisindeydi. Soğuk savaş dönemindeki uluslararası şartları kullandılar. O süreçte güçlü İslami söylemlerin dile getirilmesine izin veriliyordu. Ancak soğuk savaş sonrası tüm bu hareketlerin enternasyonel bir değişim gücüne sahip olmadıklarını anlaşıldı. AK Parti bu hareketler içerisinde yeni bir söylemin geliştirilmesini başaran ilk parti oldu. Dini sloganları bıraktı ve muhafazakar demokrat parti kimliğiyle öne çıktı.”

 

Ecevit başbakanlıktan çıkarken bir vatandaş yazar kasa fırlatır: “Sayın Başbakanım! Antepli esnafım.”

 

O yıl Türkiye’de sert bir ekonomik kriz çıktı. Halk tüm geleneksel partilere olan güvenini yitirdi. Bu partilerin yolsuzluğu veya kötü idaresi bu krizin ana nedeniydi. İşte o kriz karanlığında AKP’nin vaadi çıkış kapısını göstermekti.

 

Halkın, Adalet ve Kalkınma partisine verdiği destek tahminlerin ötesindeydi. Parti, seçmenlerin omuzunda ve gözetiminde iktidara geldi. O an laiklerin gözü orduyu aradı. Ama bu büyük halk desteği karşısında ordu kışladan çıkamazdı.

 

Ordu müdahalesini engelleyen bir diğer nedense orduya yakın kaynakların hazırladığı bir araştırma raporunda belirtildi.

 

FOREIGN AFFAIRS 2006 January-February sayısından alıntı:

 

“Cumhurbaşkanlığı, hükümet, ordu ve belirli finans güçleri 1999 yılında Türkiye’yi AB’ye sokma kararı almıştı. Türkiye’nin bu süreçteki stratejisi Adalet ve Kalkınma Partisi’ne bir engel çıkmaksızın iktidara gelme fırsatı tanıdı. AKP buna karşılık söz konusu anlaşmayı koruma sözü verecek ve AB’ye üyelik sürecini tüm gücüyle tamamlayacaktı.”

 

O sıra sakin duran ordu cephesi bu sefer Erdoğan’a karşı başka bir cepheden yakınında ateş açtı. Erbakan öğrencilerini Amerika ve İsrail işbirlikçisi olmakla ve davaya ihanetle suçluyordu.  Suçlamalar bir zamanlar CIA’da İslami hareketler uzmanı olarak çalışan bir yetkilinin açıklamalarına dayanıyordu.

 

Eski CIA Türkiye koordinatörü Graham Fuller’in 3 Mayıs 1998 Zaman Gazetesine verdiği demeçten:

 

“Biz İslami hareketlerin siyasi sisteme entegre olmasını destekliyoruz. Ayrıca bu hareketlerin kendi aralarında yaşanan bölünmeleri kendileri için diyalog, tartışma ve gözden geçirme fırsatı yarattığını düşünüyoruz. Böylelikle radikallere karşı ılımlı ve ilerlemeci partiler ortaya çıkıyor. Bu da tek bir partinin siyasal İslamcı akımı kontrol etmesini engelliyor.”

 

Batıyla ilişkiler yenilikçi reformistleri Türkiye’deki diğer İslami hareketlerden ayıran özellikti.

 

Abdullah Gül:

 

“Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkimiz iktidara geldikten sonra başladı; önce değil! Amerika dünyadaki en büyük siyasi, ekonomik ve askeri güç. Tabi ki onunla ilişkimiz olacaktır. Önemli olan bu ilişkinin dengeli ve sağlam bir zeminde olmasıdır.”

 

11 Eylül saldırıları Adalet ve Kalkınma partisinin miladı için bir hediye gibi geldi. Artık parti, yerellikten küreselliğe uzanmıştı. Artık parti, İslami partilerin terörün beri olduğunu ilan etme ve İslam’la demokrasinin mümkün olduğunu vurgulama çabalarının sorumlusu oldu.

 

Recep Tayyip Erdoğan:

 

“Adalet ve Kalkınma partisi sadece yerel bir parti değil. AKP, dünyada bir model olmaya aday partidir. Türkiye’deki sahada konumumuzu almayı başardık; şimdi de tüm dünyaya bazılarının iddialarının aksine demokrasi ve İslam’ın uyum içerisinde olabileceğini kanıtlayacağız.”

 

Gül, İslam dünyasını siyasi reformlara çağırma sorumluluğunu üstlendi. Böylece demokrasi ve özgürlüklerin çerçevesini genişleyecekti.

 

Böylelikle dış müdahalelere karşı açık kapı bırakılmayacak şekilde herkes kendi sorununu çözebilecekti.

 

Ahmet Davutoğlu: (Partinin dış politika teorisyeni)

 

“Biz Ortadoğu’nun içerisinde bulunduğu sorunlardan kurtulmasını ve küreselleşmeyi ekonomik ve siyasi olarak yönetmesini istiyoruz. Bu mümkündür. Bunun için de bölgenin kendisine güvenen güçlü siyasi liderliğe ihtiyacı var. Yeni reform önerileri sunulmalı ve güçlü bir ekonomik tabana dayanılmalıdır.”

 

Arap ve İslam ülkeleri Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin reform ve istikrar için demokrasi silahını kullanma çağrılarını destekleyen, şüpheli yaklaşan ve karşı çıkanlar şeklinde üçe bölündü.

 

Ancak bu ülkeler, Türkiye’nin aday gösterdiği Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu İslam Konfernası Örgütü başkanlığına seçerek AKP’ye BM’den sonra en geniş uluslararası organizasyon olan İKO bünyesinde reform programını uygulama fırsatı sundu.

 

Bir başka demokrasi çağrısı da Atlantik ötesinden tankların sırtında geldi. Zorla demokrasiyi güçlendirme amacıyla Irak işgal edilmişti. ABD ve Türkiye’nin demokrasi çağrılarının eş zamanlı olarak gelişmesi, Türkiye’nin hareketliliğini Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olarak görülmesine yol açtı.

 

 

Cengiz Çandar: (Merhum Turgut Özal’ın basın danışmanı)

 

“Amerika’nın yeşil kuşak projesi... ABD’nin bahsettiği bu Büyük Ortaodoğu Projesi denilen şey nedir? Bir varlığı var mı? Bir gerçek midir? Bu proje büyük bir vehim ve seraptan ibarettir. Dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu projeyle bir işi yoktur.”

 

Mustafa Karaalioğlu (Gazeteci)

 

“Eğer AKP, Amerikan üretimi bir şey olsaydı bu gözden kaçmazdı. Amerika ve İsrail’in Türk seçmeni üzerinde bir etkisi yoktur. Türkiye’deki seçmen ABD, İsrail, Fransa yahut Avrupa’nın emriyle oy vermiyor.”

 

2002 seçimlerinin üzerinden iki hafta geçmişti ki Erdoğan, İsrail büyükelçisinin görüşme talebini reddetti. Erdoğan bunun yerine Arap büyükelçilerini Ankara’da topladı ve Arap ve İslami dünyası arasındaki ilişkileri yeniden canlandırmak istediğini açıkladı.

 

Adalet ve Kalkınma Partisi, Tel Aviv’le ilişkileri İsrail Ortadoğu barış sürecine bağlılığıyla ilişkilendirdi. Türkiye ve İsrail arasındaki ilişki artık iki askeri müttefikten Ortadoğu’daki güç dengelerini şekillendirme konusunda birbiriyle yarışan iki rakibe dönüştü.

 

Onur Öymen: (Muhalefetteki Atatürkçü CHP milletvekili)

 

“Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerinde ciddi kırılmalar yaşandı. Biz çok uzun zamandan beri tarafsızdık. Ortadoğu’da hiçbir tarafı diğerine karşı desteklememe politikası güdüyorduk. Teröristlerle diyalog kurmayı reddediyorduk. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi terörist Hamas örgütünün siyasi liderini resmi olarak Ankara’ya davet etti.”

 

Ancak Washington’la ilişkiler beklemezdi. Irak’ın Amerika tarafından işgal edildiği savaş Türk hükümetinin kapılarını çalıyor; karşılaştığı ilk ve en önemli deneyimde tavrını belirlemesini istiyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi ABD’nin baskılarına karşı elindeki en büyük silahı kullandı.

 

Türk hükümeti görüşmelerini yaptı ve Amerikan yönetimine cevap vermekte gecikmedi. Zamanın Başbakanı Abdullah Gül, kararı parlamentoya bıraktı. Gül, parti üyelerinin herhangi bir kararı almaya zorlanmasını kabul etmedi. Ve sonuç geldi. Parlamento, Amerika’nın Türk topraklarını kullanılmasını reddetti.

 

Bu beklenmeyen bir gelişmeydi. Acaba parlamento oylaması Amerika’yı atlatmak için bir hile miydi; yoksa masum bir karar mıydı? Sonuçta Türk Amerikan ilişkileri tarihinin en büyük siyasi krizi patladı.

 

Erdoğan’ın 10 yıl önceki söylemlerine göre AB, İslam dünyasına düşman olan Hıristiyan klübüydü. Ancak bugün Roma’daki bir kilisede hükümetini temsilen AB anayasası anlaşmasına imza atıyordu. Artık Türkiye’nin üyelik görüşmeleri başlayacaktı.

 

Eski futbolcu Erdoğan golü atmıştı. Türkiye’nin yedek oyuncu pozisyonunda da olsa AB sahasına girmesi Ankara’ya ekonomiyi güçlendirme ve desteklenmesi açısından önemli bir sıçrayış kabiliyeti kazandırmıştı.

 

Ali Babacan: (Ekonomi ve AB ilişkilerinden sorumlu bakan)

 

“Hedefimiz Avrupa Birliği’ne girmektir. Bunun için hukukun üstünlüğü ilkesinin, özgürlüklerin ve demokrasinin yaygınlaşması için ciddi biçimde çalıştık. Bu Türkiye’ye büyük bir istikrar ve ekonomik kalkınma sağladı. Türkiye bu şekilde dış yatırım için cazip bir ülkeye dönüştü.”

 

Cengiz Çandar:

 

“Sadece bu yılın ilk yarısında Türkiye 20 milyar dolarlık bir dış yatırımı kendisine çekti. Bu geçmiş yıllarda Türkiye’ye yapılan yatırımın çok üstünde. Adalet ve Kalkınma Partisi Türk ekonomisini uluslararası ekonomiye entegre etmeyi başardı ve Türkiye’nin önüne diğer ekonomik güçlerle rekabet kapısını açtı.”

 

Erdoğan ve arkadaşlarının değişen düşünceleri gün geçtikçe gün ortaya çıkıyordu. Erdoğan, tapusuz yapıldığı için yıkım kararı alan yargıya uyarak küçüklüğünde okuduğu bir Kuran kursunun yıkımına izin vermişti. Ancak kimileri yıkılan eski taşların daha yüksek ve güçlü bir binanın hazırlığı olduğunu düşünüyordu.

 

Onur Öymen:

“Hükümet, yenilikçi, yenilenmiş bir parti olara kendini halka takdim etti. Yani geçmişte bizim yaptıklarımıza söylediklerimize bakmayın, dediler; değiştiklerini söylediler. Ama yönetimi ele geçirir geçirmez izledikleri politikalardan değişmedikleri ortaya çıktı. Zira dini siyasete alet etmeye yeniden başladılar.”

 

Erdoğan, başörtüsü sorununu da erteledi, hatta parti programından sildi ve çözüm için halkın topluca çözüme ulaşana kadar sabredilmesini istedi.

 

Ancak buna rağmen Erdoğan birbiriyle çelişkili suçlamalarla kuşatılmıştı. Bir yandan hocası Erdoğan onun İslamcı saflardan ayrıldığını ve batı işbirlikçisi olmayla suçluyordu. Diğer yandan laikler de onu önemli mevkilere dindarları getirerek gizliden gizliye İslami düzen kurmaya çalıştığını iddia ediyordu. Erdoğan hem bunlara hem de onlara parlamentoda net bir biçimde cevap verdi.

 

Erdoğan: “Değiştim. Bilakis geliştim. 30 yıl öncesinde olduğu gibi kalmadım. Çünkü aklım kapalı değil.”

 

Korkut Özal: “Erdoğan çok ders alıyor. Kendini değiştiriyor. Bakın, şimdi Erdoğan ilk gelen Erdoğan mı şu anda? Baktığınız zaman çok da yaşlandı yani. Onu evladım gibi görüyordum. Ama şimdi büyüdü. Eskisinden daha güçlü. Kendini ve tecrübesini dünyaya dayattı.”

 

Erdoğan’ın aksine bazı şeyler değişmemişti. Bunlardan biri de Türk laiklerin bütün dindarlara yönelik şüphesi ve dindarla uzlaşmama yahut ortak bir noktaya varmam kararıydı.

 

Ordu birkez daha laik güçlerin desteğiyle laik-islamcı kutuplaşmasına girdi. Ordu, Cumhurbaşkanlığı sarayına neredeyse çıkmak üzere olan Erdoğan ve arkadaşlarının yolunu kesmek istedi. Laikliğin savunulması, mücadelenin gerçek yüzünü gizlemek için yeniden bir maske oldu.

 

Abdullah Gül: “Bir dakka, ben konuşayım, bitsin konuşmam, ondan sonra siz konuşun. Siz konuşucaksanız ben susayım buyurun siz konuşun.”

 

Nazlı Ilıcak: (Kapatılan Fazilet Partisi milletvekili) “Bana göre mesele laik İslamcı anlaşmazlığını çoktan aştı. Artık Türkiye’de egemenlik ve Türkiye’nin kaynaklarına kimin hakim olacağı noktasına gelindi. Türkiye’ye Batılı düşünce ve değerleriyle hakim seçilmiş bir kesim var. Bu tabaka bu yönetimi bir başkasına bırakmak istemiyor. Abdullah ve Erdoğan normal insanlar; anadoludan geldiler ve yanlarında Anadolu’nun muhafazakar kültürü var. Gerçek mücadele burada iki sınıf arasında.”

 

Mustafa Karaalioğlu: (Gazeteci) “Bu Türkiye’nin yaşadığı en önemli mücadele! Tartışma AKP’nin varlığı ya da kapatılması değil. Burada bir sınıf mücadelesi var ve yönetimi hangi grubun ele alacağı meselesi var.”

 

Adalet ve Kalkınma partisinin ilk hükümet dönemi tökezlemeyle sona erdi. Ancak bu tökezleme, Erdoğan ve arkadaşlarını meydan okumalarla dolu yolu sürdürebilmek için yeniden ayaklanmaya itti. Yönetimin çekiciliğinin meydan okuyuşu bir arada bulunan grubun kalbinde ayrılık tohumları ekebilirdi. Tüm bunlar Türkiye’nin bölge için siyasi bir modele dönüşmesinden önce olabilirdi.

 

Mustafa Karaalioğlu: (Gazeteci) “Adalet ve Kalkınma Partisinin sunduğu örneklik, kendi kendine düşüncelerini yenileyebilme ve kendini reforme edebilme noktasındadır. Siyasi siteme katılarak, şiddetten uzak durarak demokratik yöntemlerle iktidara gelebilmesidir. Şahsi kanaatim Türkiye’nin bölge için bir model olabileceğini düşünmüyorum. Çünkü her ülkenin özel şartları ve dinamikleri var. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki her başarılı deneyim diğer hareket ve liderliklere ümit verir.”

 

Adalet ve Kalkınma Partisi sayesinde Türkiye, bölgenin siyasi haritasında önemli ve etkileyici rol almasını başardı. AKP, Türkiye’nin görünmeyen nüfuz imkanlarını açığa çıkardı.

 

Türkiye Batı ile Doğu arasında bir köprü olmaktan siyasi, kültürel ve ekonomik bir köprü olma yoluna girdi. Sadece iki tarafı bağlamaya değil iki tarafı etkilemeye çalışıyordu.

 

Ancak görünen o ki İslam’la batı arasında köprü kurmadan önce aynı dinin evlatları arasında bir köprüye ihtiyaç var. Türkiye’nin kendi içerisindeki derin çukur İslam’la batı arasındaki bölünmeden çukurdan daha az derin değil.

 

Hazırlayan ve sunan

Yusuf El Şerif (el-Cezire Türkiye temsilcisi)

 

 



Makaleler

Güncel

Hava Durumu