Warning: getimagesize(resimler/icerikler/span-style-font-size-9pt-font-family-verdana-sans-serif-mso-fareast-font-family-calibri-mso-fareast-theme-font-minor-latin-mso-bidi-font-family-arial-mso-bidi-theme-font-minor-bidi-mso-ansi-language-tr-mso-fareast-language-en-us-mso-bidi-language-ar-sa-ms): failed to open stream: No such file or directory in /home/haber100/domains/haber100.com/public_html/ydh/detay.php on line 18
<SPAN style="FONT-SIZE: 9pt; FONT-FAMILY: 'Verdana','sans-serif'; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-fareast-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-family: Arial; mso-bidi-theme-font: minor-bidi; mso-ansi-language: TR; mso-fareast-language: EN-US; mso-

Warning: getimagesize(resimler/reklam/dasfa.jpg): failed to open stream: No such file or directory in /home/haber100/domains/haber100.com/public_html/ydh/reklam.php on line 16

banner1


  • Kategori: ANALİZLER
  • 01 Ocak 1970
  • By YDH
  • 14717 görüntülenme
  • img
    YDH

    YDH- Menal Lutfi, Şarku’l Evsat gazetesi için kaleme aldığı “Orta Doğu rüzgârlarında ‘Devlet-i Ebed Müddet’ ve Laikler ile İslamcılar arsında çekişme” başlıklı analizinde Türkiye’nin Arap dünyasından nasıl göründüğünü ortaya koyuyor.

    YDH- Menal Lutfi, Şarku’l Evsat gazetesi için kaleme aldığı “Orta Doğu rüzgârlarında ‘Devlet-i Ebed Müddet’ ve Laikler ile İslamcılar arsında çekişme” başlıklı analizinde Türkiye’nin Arap dünyasından nasıl göründüğünü ortaya koyuyor.

     

    Türkiye'de tek devlet çatısı altında farklı kimlikler varlığını sürdürmekte. İstanbul, Ankara, Konya, İzmir, Diyarbakır, Mardin, Bursa ve İzmit bütün bu saydığımız şehirlerde ve başka şehirlerde kimlik şahsiyet ve coğrafya olarak kompleks bir devlet görmek mümkün.

     

    Fakat Türk halkının çok mağrur bir halk olduğunu söylemek mümkün, Türk halkının bu mağrurluğu Müslümanlığı, medeniyeti, mimarisi, tarihi, sanatı, ekonomisi, demokrasisi, Avrupa yönünde kültürel ve toplumsal açılımı gibi özelliklerinin hepsinden kaynaklanmakta ve bu özelliklerinin biri diğerine üstün addedilmemektedir.

     

    İstanbul Türkiye'nin kalbi ve tarih başkenti. Daha önce Kostantiniye ismiyle Bizans'a başkentlik yapan İstanbul, daha sonra Osmanlı Devleti'nin (1299-1922) başkenti olmuştur. İstanbul şimdilerde kültür, sanat, mimari, musiki, iktisat, medya ve politika başkenti. İstanbul'da Türkiye'nin birçok farklı yerinden insan bulunuyor bu nedenle mozaik bir şehir olduğunu söylemek mümkün.

     

    Marmara ve Karadeniz'i birleştiren bir boğaz ile ayrılan İstanbul Asya ve Avrupa arasında bir köprü olması nedeniyle ender rastlanan bir stratejik öneme sahip. Ayrıca İstanbul'da başınızı nereye çevirseniz denizi görmeniz mümkün.

     

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu ve manevi babası Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul'u çok sevdiği için, onu büyük devletlerin istilasından korumak amacıyla Ankara'yı İstanbul'un yerine başkent yapmış. Atatürk ve yardımcısı Ankara'yı başkent yapmak amacıyla haritayı önlerine aldıklarında çok üzülmüşlerdi. Bundan sonra Ankara yönetim müesseselerinin ve bakanlıkların merkezi haline geldi. 

     

    Türkiye'nin Güneydoğusundaki Diyarbakır'ın da Türkiye'de ve dünyada “Kürtlerin siyasi başkenti” olduğunu söylemek mümkün. Yine ülkenin doğusundaki Tunceli'nin 1938 yılında bölge halkının devlete isyan etmekte direnmesi nedeniyle Türk askeri tarafında bombalandığı söyleniyor.

     

    Bu bölge Türk Solu'nun merkezi haline gelmiş ve bu bölgeden Türk Solu'nun çok farklı fraksiyonları çıkmakla birlikte birçok solcu yazar da buradan çıkmış. Türkiye'nin başka bir ili İzmir ise modern hayat tarzı ve laik yaşamın nişanesi olmakla meşhur.

     

    Eğer Türkiye'de muhafazakâr İslam'ın merkezi neresi diye soracak olursak buranın Konya olduğunu söylemek mümkün. Konyalılar dini değerlerine düşkünlükleri ile meşhurlar. Aynı Konya seksenlerde doksanlarda ve son zamanlarda İslamcı hareketlerin en çok etkin olduğu hatta İslamcılığın kalesi olarak biliniyor.

     

    Konya Türk siyasi İslamcılığının babası, Refah Partisi Genel Başkanı ve Türkiye'nin ilk İslamcı Başbakan'ı Necmettin Erbakan'ın kalesi olarak biliniyor. Geçtiğimiz temmuz ayında yapılan seçimlerde Konya oylarının yüzde 65'ini AKP'ye vererek hala muhafazakârlığın kalesi olduğunu kanıtladı.

     

    Konya Türkler üzerinde, ondan önce ve sonra hiç kimsenin yapamadığı bir etkiye sahip olan, Mevlevilik tarikatının fikirleri üzerine kurulduğu Mevlana Celalettin Rumi'nin memleketi. Mevlana Celalettin Rumi'nin şiirlerine Türklerin evlerinde ve iş yerlerinin duvarlarında sık sık rastlamak mümkün.

     

    Bunlar içerisinde belki de en çok karşılaşacağınız beyiti karşılıklı hoşgörüyü ve sevgiyi öğütleyen bir noktada felsefesini de özetleyen “Gel, ne olursan ol yine gel” beyitidir. Konuştuğunuz Türklerden şu ibareleri duyuyorsunuz;

     

    “Bütün bu farklı din ve ırkların birlikte yaşamasını Mevlana'dan başkası sağlayamazdı.”

     

    Osmanlı'nın farklı ırkların bulunduğu üç kıtaya hükmetmesi, yüzde 70'ini Türklerin, yüzde 20'sini Kürtler ve geri kalanlarını Ermeniler, Türkmenler, Yunanlar, Bosnalılar, Bulgarlar, Gürcüler, Çerkezler, Çeçenler, Araplar ve diğerlerinin yaşadığı bir Türkiye'yi meydana getirdi.

     

    Türkiye'nin bütün şehirlerinde kendine farklı bir ırk ve farklı bir kimlik bulmak mümkün; fakat sonuç olarak bunların hepsi Türk. Bununla birlikte Türkler kendilerinden bahsederken kendilerini Türk olarak değil “Anadolulu” olarak tanımlıyorlar.

     

    Anadolu Asya'nın batısında dağlık bir yarımada gibi. Türk halkının büyük bölümü burada yaşıyor ve ataları uzun zaman önce Orta Asya'dan buraya göç etmişler. Anadolu zengin coğrafyası nedeniyle tarih boyunca hep bir cazibe merkezi olmuş. Asya ve Avrupa'nın kesişim noktası olan bu toprakların yüzde 97'si Asya'da yüzde 3'ü Avrupa'da bulunmakta.

     

    Güneyinde Irak Suriye ve Akdeniz, batısında Ege denizi, Bulgaristan ve Yunanistan, doğusunda İran, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan, kuzeyinde Karadeniz var. Yani Türkiye yedi devlet ile sınır komşusu ve her ülkenin kendi çıkarları ve ilişkileri nispetinde Türkiye'ye etkisi var. Türkiye'yi kuşatan üç denizden ise dost ve düşman unsurlar Türkiye'ye geliyor.

     

    Türkiye ömrünün son zamanlarında büyük devletlerin istilasına maruz kalmasından kaynaklanan savaşlar vermiş Osmanlı Devleti’nin yıkıntılarından doğmuş bir ülke. Bu Türkiye bir taraftan Avrupa ve Batı ile bir taraftan da İslam ve Doğu ile ilişki içerisinde.

     

    Geçtiğimiz aylarda İslamcılar ve laikler arasında cumhuriyetin kimliği üzerinde tartışma çıkması çok şaşırtıcı değil.(Tartışmalar özel olarak Türban ve bazı devlet kurumlarında ufak mescitler açılması etrafında odaklanıyor.) Aynı şekilde son zamanlarda Kuzey Irak'a PKK'lı militanları etkisiz hale getirmek amacıyla operasyon yapması nedeniyle kendisini iç meydan okumalar (Kürtler tarafından) ve dış meydan okumalar (Amerika, Irak ve BM tarafından) ile karşısında bulması çok şaşırtıcı bir durum değil.

     

    Türkiye'nin yaşadığı bu iç ve dış krizler onu Ortadoğu, Asya, Amerika ve Batı'dan gelen rüzgârların etkisine sokuyor; fakat Türkler güçlerinin sınırını bilmekle birlikte meydan okumalardan korkmuyorlar. İş Türk ulusal çıkarlarına geldiğinde Türkler Amerika veya bölgesel aktörlerin ne diyeceklerini pek önemsemiyorlar. Genel olarak Türkiye'nin iç ve dış konjonktürde zor durumda olduğu kanısı hâkim. Bu durumda Türkiye'nin Kuzey Irak'ta müstakil bir devlet kurulma ihtimalin kesinlikle kabul edilemeyeceği ve Kuzey Irak'ta PKK varlığına kesinlikle müsaade edilmeyeceği genel kabul görüyor.

     

    Türkler Amerikalılardan korkmuyorlar. Zaman Gazete'si Genel Yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı şöyle diyor;

     

    “Amerika biz ilgilendirmiyor. Eğer yüce Türk ulusal çıkarları açısından Kuzey Irak'a operasyon yapmayı gerekli görürsek bunu yaparız. Türkleri Amerikan çıkarları ilgilendirmez.”

     

    Türkler bölgenin bu her ihtimale açık havasında korkuyorlar. Türkiye strateji araştırmaları merkezlerinden birinin (ASAM) uzmanlarından Serhat Erkmen, Özellikle İran'ın nükleer silahlar geliştirerek bölgede büyük güç olmasından endişeleniyorlar. Bu durumda Türkiye en çok kaybedenlerden biri olacaktır; fakat en çok kaybeden olmayacaktır diyor.

     

    Bütün bu yoğun gelişmeler içerisinde Türkler içerisinde bir ümmet ve bir millet olarak şekillendikleri tarihlerine olağanüstü bir önem veriyorlar.  Türk düşünür Şerif Mardin bu konuda Şarku’l- Evsat için şöyle diyor:

     

    “Eğer herhangi biri Türkiye'de karşılaştığı bir olgu üzerine bir şeyler söylemek istiyorsa bu olgunun içerisinde şekillendiği tarihi iyi bilmelidir.”

     

    Osmanlı Devleti kurulduğu 13. yüzyılda “Devlet-i Aliye-i Osmaniye” olarak isimlendirilmiştir ve ayrıca bu devlete “Devlet-i Ebed Müddet” yani sonsuza kadar yaşayacak devlet denmiştir.

     

    Türkler, aslen Oğuz soyuna mensup. Türkler bu kavmin soyundan geldiklerini söylüyorlar ve Türkiye, Kıbrıs, Balkan, Yunan, Türkmenistan ve İran Türkleri bu Türk boyundan gelmişler. Oğuz Türkleri Selçuklu, Osmanlı ve Safevi devletlerinin kurucusu olarak kabul ediliyor.

     

    Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda kendini Bizans ve Roma İmparatorluklarının bir uzantısı olarak da görmekte imiş. 29 Mayıs 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet han İstanbul'u alıp Bizans İmparatorluğunu yıkınca Osmanlı Devleti'ni İslam ve Roma ruhunun birleşimi olarak ilan etmiş oldu.

     

    Bununla birlikte Osmanlı Devleti kuruluşundan sonra etnik, dilsel ve dini çoğulluğu ile dikkat çekti. Bunun yanında dini ve etnik azınlıklara gösterdiği hoşgörü ve kendi kanunlarını merkezin müdahalesi olmadan uygulama hakkı vermesiyle dikkati çekti.

     

    Altı asır boyunca Osmanlı Devleti siyasi, dini ve toplumsal olarak doğu ve batı arasında mozaik bir devlet olma özelliğini korudu. Batı ruhunun kültüründe asli bir unsur olduğunu söylemek mümkün. Ayrıca Araplar Batılılar ile karşılaştıklarında onları emperyalist güçler olarak gördüler.

     

    Fakat Türkler Batılılara altı asır boyunca hükmettikleri için kendilerini önemli hissediyorlar ve bundan gurur duyuyorlar. Türkler Ortadoğu'ya etkilerinin Batılılar, Amerikalılar ve bölge devletleri açısından önemli olduğunu düşünüyorlar ve bölgeye ne kadar etki edebileceklerinin farkındalar. Türk siyasi İslamcılığının babası Necmettin Erbakan Şarku’l- Evsat’a bu konuda şunları söylüyor:

     

    “Türkiye bölgede ABD ve Batılılar için önemli bir ülke. Eğer Türkiye'yi kaybederlerse her şeyi kaybetmiş olurlar.”

     

    Bölge ve uluslar arası güçlerin gözü Türkiye'nin üzerinde. Türkiye'de işler iki şehir üzerinden yürüyor. Resmi kararlar Ankara'dan çıkıyor. İktisadi kararlar ise ülkenin iktisat başkenti İstanbul'dan çıkıyor.

     

    1928 yılında Cumhuriyet'in kuruluş merasimleri için inşa edilen Taksim, İstanbul için önemli bir yer. Taksim'de genel olarak seçkin tabakanın okuduğu tarihi Galatasaray Lise'si var. İstanbul iktisat, kültür ve medya başkenti.

     

    Bu tarihi şehrin ortasında Fatih Camisi, Ayasofya ve Sultan Ahmet Camisi bulunuyor. Türkler İstanbul'u çok seviyorlar. İstanbul'da doğmuş olan birisi ben İstanbulluyum diyerek söze başlıyor, İstanbul Modern Babil.

     

    İstanbul'un en büyük caddelerinden biri olan İstiklal Caddesi'nde yürüdüğünüzde, Arapça, İbranice, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca, Japonca, Cince, Türkçe ve Farsçayı aynı anda duyabilirsiniz.

     

    İstiklal'de gezerken çeşitli dillerde “mekânımızda Arapça bilen kişiler vardır”, “mekânımızda İngilizce bilen kişiler vardır” , “mekânımızda Fransızca bilen kişiler vardır'' bunun yanı sıra Arapça olarak “XL beden elbise bulunmaktadır” yazılarını vitrinlerde görmek mümkün.

     

    Taksim Meydanı için İstanbul'un Şanzelize'si demek mümkün. İstanbul'da birçok büyük ticaret merkezi, kütüphaneler, kahveler, lokantalar ve oteller var. Meydanda gezdiğinizde dinlenmiyor, uyumuyor. Kitapçılardan, mağazalardan, her yandan müzik sesleri duyuyorsunuz. Caddede yürürken gitar ve ney ve başka aletler çalarak para kazanmaya çalışan gençler görüyorsunuz.

     

    Bütün budan dolayı yazarlar, sanatçılar, gazeteciler, müzisyenler ve ressamlar İstanbul'a kaçıyorlar. “Bu bohem ve güzel şehir dünyanın hiçbir yerinde aynı anda duyamayacağınız müzikleri dinleme açısından bile yeterli” diyor AKP'li milletvekili Edibe Sözen.

     

    Şarku’l- Evsat ile konuşması sırasında türban giymeyen ve mavi naif bir elbise giyen Sözen şöyle diyor; “İstanbul bütün Türkiye'yi yansıtan bir şehirdir. Burada bütün bir tarihi yan yana bulabilirsiniz.”

     

    İstanbul Bizans'tan kalma surları, Roma'dan kalma kiliseleri, Osmanlı camileri, Osmanlı sulatanlarının saraylar ve yapılan gökdelenler ile dikkat çeken bir şehir. Bu şehirde koca bir tarih aynı anda yaşıyor. Ayrıca bu büyük gökdelenlerin yanında başıboş kediler ve köpekler görmeniz mümkün.

     

    İstanbul'daki bu büyük camiler onun bir İslam başkenti olduğu havasını veriyor. İkinci Dünya savaşından sonra İstanbul'da büyük bir cami yapılmamış. İstanbul'da 2500 tane cami var, yani yaklaşık olarak her 4000 kişiye bir cami düşüyor.

     

    İstanbul'da son zamanlarda sayıları 300 binden birkaç bine düşse de yoğun Ermeni ve Yunan nüfusu nedeniyle birçok Ortodoks kilisesi görmek mümkün. İstanbul'da “İstanbul yemeği” , “İstanbul meyvesi” ,”İstanbul mahallesi”, “İstanbul ağzı” gibi ifadeler var. Yani İstanbul güzel olan her şeyin sıfatı durumuna gelmiş.

     

    İstanbul nüfus açısında Türkiye'nin en büyük şehri, İstanbul'da 14 milyon insan yaşıyor. Bu nüfus yakın gelecekte artacak gibi görünmüyor, çünkü sanayi İstanbul'dan başka şehirlere kaymaya başladı. Bunların başında İzmir geliyor.

     

    İzmir, sinema, sanat, musiki, şekçin ve halk edebiyatı açısından bir başkent. Aynı zamanda bir turizm ve ekonomi şehri. Türkiye'nin yüzde 13'ü orada meskûn. El işçiliğinde yüzde 11, sanayide yüzde 30, Ticaret hacminde yüzde 40'lık bir hisseye sahip. Türkiye'de üretilen mal ve hizmetin yüzde 21'ni İzmir üretiyor.

     

    İstanbul her ne kadar doğal güzellikler açısından çok dikkat çekici bir şehir olsa da çok boğucu bir şehir. Fakir ve orta tabaka için İstanbul'da yaşamak çok zor. İstanbul'daki ortalama fiyatlar Ankara'nın dört katı. İstanbul'da toplumsal hayat değerini yitirmeye başlamış. İnsanlar bencil ve ferdi kavramların yaygınlaşmasından ve aile ilişkilerinin zayıflamasından şikâyet ediyorlar.

     

    Türkiye'nin fakir kentlerinden gelen insanlar nedeniyle İstanbul'da suç oranı artmış. İstanbul her ne kadar kozmopolit bir şehir olsa da içerisinde Kürtler ve başka göçmenlerin yaşadığı varoşlar var.

     

    Bazen bazı İstanbullular Ankara'daki bürokratik mekânların çokluğu nedeniyle İstanbul'un finans kaynaklarının oraya aktarıldığından şikâyet ediyorlar. Bunun İstanbul'un fakir bölgelerinin yapılandırılamamasının nedeni olarak görüyorlar.

     

    İstanbul hala bütün çabalara rağmen bütün aksaklıkları giderilmiş bir şehir değil. Ankara 1923 yılında başkent olarak kabul edildiğinde İstanbul savaştan çıkması nedeniyle kötü durumdaydı. Alt yapısı çökmüş vaziyette idi.

     

    Atatürk zamanında hem savaş nedeniyle, hem de yeni bir ülke kurmak gayretiyle İstanbul yerine Ankara'ya önem verildi. İstanbul'da sadece Atatürk'ün yaşadığı yerler ve çevresi imar edildi geri kalan yerlere önem verilmedi.

     

    Bu nedenle şehrin alt yapısı Osmanlı Devleti zamanındakinden öteye gitmedi. Şehir kırklı yıllarda böyle idi. İkincisi Dünya savaşı sırasında da şehrin altyapısına gereken özen gösterilemedi. Şehrin bu yapısı ellilerde de değişmedi. Bu sırada şehre ülkenin başka kentlerinden göçler oldu. Şehir oldukça genişledi, şehrin genişlemesi varoşları doğurdu ve buralar gecekondulardan meydana geliyordu.

     

    Bunlara gece kondu denmesinin nedeni, bölgesel idarenin eğer yapılan yapının çatısı yoksa mahkeme kararı olmadan onu yıkma hakkının olması idi. Bu nedenle bu yapılar 48 saat içinde yapılmalıydı ve gerçekten de öyle olduğu için bunlara gece kondu denildi.

     

    Siyasiler bu konuda oy hırsları nedeniyle tersten rol oynadılar. Onları yıktırmak yerine elektrik ve su götürerek bunları meşrulaştırdılar. Bu süreçte arazi mafyası ortaya çıktı. Birçok hükümet İstanbul'a şehrin temel yapısını bozmadan elinden geldiğince sahip çıkmaya çalıştı. Türkiye'nin şimdiki başbakanı Recep Tayip Erdoğan, İstanbul'a ve İstanbullulara hizmeti bir ibadet türü olarak görüyor.

     

    Bu gecekondu mahalleri yetmişlerde ve seksenlerde birçok siyasi ve toplumsal soruna neden olmuş. Doksanlarda bu gecekondu mahallelerinde radikal İslamcılar ve arkasından mutedil İslamcılar, -Recep Tayip Erdoğan gibi- çıktı. Bu gecekondu mahalleleri hala hassasiyetini koruyor.

     

    1960'de şehrin nüfusu bir buçuk milyona çıkmıştı. Bu süreçte Adnan Menderes şehrin gelişimi için girişimlerde bulundu. Yapımı 1973'de bitecek olan Boğaz Köprüsü'nün temelleri 1960'da atıldı. O dönemde sol bu girişimi kamu malını zayi etmek olarak niteledi. Fakat aradan geçen süreç bunu yalanladı. Çünkü aradan geçen süreçte İstanbul'un üçte birinin oturduğu Asya tarafı mali kalkınmaya sahne olacaktı.

     

    Adnan Menderes ile İstanbul'da başlayan dönüşüm 1983 yılında başbakan seçilen Turgut Özal ile devam etti. Bu zamanda Bedrettin Dalan İstanbul Belediye başkanı seçildi. Bu süreçte altın boynuz olarak bilinen Haliç'i temizletti. Yine bu zamanda ikinci köprü yapıldı. Bedrettin Dalan'dan sonra, Nurettin Sözen belediye başkanı seçildi ve o zaman metro çalışmalarına başlandı. İstanbul yoğun nüfusu nedeniyle pis bir şehirdi. Doksanlarda Rusya'dan gaz gelmeye başladıktan sonra biraz temizlendi. Bir buçuk milyon araç var. Yarım milyon sürekli caddelerde göreceğiniz toplu taşıma araçları var.

     

    İstanbul bankaların ve şirketlerin merkezi, bu nedenle her yerden buraya doğru bir hareketlilik var. Haliçteki otogar 2002 yılında 80 bin yolcunun geçtiğini kaydediyordu. Bu otogar sadece İstanbul'u Türkiye'nin diğer bölgelerine bağlamıyor. İstanbul'u balkanlar, Rusya, Türkî Cumhuriyetle, Avrupa ve Ortadoğu ülkeleri ile birbirine bağlıyor. Mesela 2002 yazında İstanbul'a 20 milyon kişi gelmiş.

     

    Fakat Ankara hakkında “Ankara'daki en güzel şey onu terk etmektir.” kanısı hakim. Bu sözü ünlü Türk şairi Yahya Kemal Ankara başkent seçildikten birkaç sene söylemiş. O zamanlar Ankara'da çok güzel bir otel varmış Ankara palas oteli. Şimdilerde Ankara'da bütün elçiliklerin orada bulunması ve hükümet devlet kurumlarının orada bulunması nedeniyle bir sürü beş yıldızlı otel var ve bu otellerin çok güzel yemekhaneleri var.

     

    Ankara'ya gelince tarihi bir değeri olmamakla birlikte Ankara'nın ve alt yapısının inşa edilmesi için milyarlarca dolar sarf edilmiş. Yeni ve temiz bir şehir olarak inşa edilen Ankara her ne kadar öyleyse de bir tarihe sahip değil. Hatta bazılarına göre ruhsuz bir şehir. Ankara'da gözünüze çarpacak en eski yapı 1923 yılında cumhuriyetin ilanına sahne olmuş olan millet meclisi var.

     

    Ankara'da devlet müesseseleri, elçilik binaları, genelkurmay ve millet meclisi bulunuyor. Bu nedenle bürokratik işlemler için her gün buraları on bin kadar insan ziyaret esiyor. Ankara'ya açılan Üniversiteler ile Ankara bir gelişme gösterdi. Ankara'da 4'ü devler 2'si özel olmak üzere 6 üniversite var.

     

    Bu üniversitelerde 140 bin örgenci okuyor ve bu Türkiye'deki örgencilerin yüzde 9'una tekabül ediyor. Bu üniversitelerin en iyileri İngilizce eğitim veren devlete ait Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve özel Bilkent üniversitesi. Bu örgenciler Ankara'nın en meşhur mekânı olan Kızılay'daki kahvelere, lokantalara ve kitapçılara gidiyorlar.

     

    1940 yılında Ankara'da ilk nüfus sayımı yapıldığında Ankara'nın nüfusu 188 bin idi. Atatürk'ün Ankara'nın yapılandırılması için Türkiye'ye getirttiği Herman Canson Ankara'nın nüfusunun 50 sene içerisinde 300 bine çıkacağını söylemişti; fakat 1980 yılında yapılan sayımda Ankara'nın nüfusu 1 milyon 200 bin kişi olmuş. 2000 yılında yapılan sayımda ise 3 milyon 200 bin kişi ile Türkiye'nin en büyük şehri haline geldiği belirlenmiş.

     

    Ankara'da taşıma yeni terenler ve otobüslerle sağlanıyor ve trafiğin tıkanmasını engellemek için trenler var. Metro şehrin doğusundan batısına kadar gediyor ve ana durak Kızılay'da bulunuyor. Ankaralılar kendilerinden bahsederlerken biz İstanbullulardan daha medeni ve daha sakin bir hayat yaşıyoruz demelerine rağmen aslında Ankara'da bir o kadar kalabalık bir şehir.

     

    “Ankara'nın en güzel yanı onu terk etmektir” sözünü yabancılar ve Türkler muteber kabul ediyorlar. Çünkü Ankara'da işi biten diplomatlar bütün kargaşa ve izdihamına rağmen İstanbul'a dönüyorlar.

     

    Türkiye kendi içerisinde birçok farklı konuda ayrışmasına rağmen Kemalistlerden İslamcılara genel olarak Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olması gerektiği, modern bir devlet olması gerektiği, geleneğine ve geleceğe açık bir ülke olması gerektiği, konusunda müttefikler.

     

    Eğitimli bir toplum olmaları gerektiği konusunda da müttefik olmalarına rağmen bu eğitimin ne şekilde olacağı konusunda ihtilaf ediyorlar.

     

    http://www.asharqalawsat.com/details.asp?issueno=10553&article=442094

     

    Çeviren: Emrah Kekilli

    

    Makaleler

    Güncel

    Hava Durumu