YDH- Ayetullah Murtaza Mutahhari’nin oğlu Huccetulislam Muhammed Mutahhari, İslam nizamının korunması gerekçesiyle her türlü yöntemi uygulamayı meşru gören zihniyeti sorguluyor.
YDH- Ayetullah Murtaza Mutahhari’nin oğlu Huccetulislam Muhammed Mutahhari, İslam nizamının korunması gerekçesiyle her türlü yöntemi uygulamayı meşru gören zihniyeti sorguluyor.
Cesaretle söylenebilir ki son 30 yılda garaz taşımayan kişilerin devrime olan küskünlüklerinin tek kelimeden ibaret bir gerekçesi var: “Zulüm”.
Bu kişiler ya kendilerine yapılan bir zulüm sonrasında feryatlarına koşan kimse görmediler veya –Said İmami’nin eşine yapılan korkunç sorguda olduğu gibi- bir başkasına yapılan açık bir zulme tanık oldular. Fakat beklentileri karşısında yaprak bile kımıldamadı. Bu konudaki sıkıntı büyük, burada sadece birkaç konuya değinmekle yetineceğim.
1- Gayri İslami ve gayri insani yöntemlerle İslam’ın savunulması, ancak şarap içilerek nebevi sünnetin korunmak istenmesi kadar başarılı olabilir. Son olaylarda tutuklananlara ve ailelerine yapılanlar göstermektedir ki –onurlarının dokunulmazlıkları garanti edilmiş- nüfuzlu bir gruba kendilerince fitnenin gözünü çıkarmak için her türlü zulmü işlemeleri için izin verilmiştir. Hatta devrimin ve İmam’ın haysiyetinden geriye bir şey kalmamacasına…
2- Öyle görünüyor ki ülkemizde bir meselenin dışındaki tüm meseleler görmezden gelinebilir veya ihmal edilebilir. Hatta bu mesele bir din alimini ilgilendirse ve İslami bir hüküm olsa bile… Bunun tek istisnası meselenin “güvenlik” adını almasıdır. O kadar ki herhangi bir kişiyle ilgili güvenlik meselesi konusunda adaletin uygulanmasını istemek İsrail’le yandaş görülmekle eşittir.
Bu yüzden de “Avrupalı kardeşleri” incitmemek için Kur’an’da da geçen hırsızın elinin kesilmesi, (belli şartlarda) uygulanmıyor ve Batılı ülkelerin itirazları sebebiyle halkın namusuna tecavüz eden serserilerin idamında ihmal gösterilebiliyor. (Çünkü bu meseleler güvenlikle ilgili meseleler değil ve ihmal edilebilir) Ancak İslam’ın, nizamın devrimin haysiyetinin ve itibarının feda edilmesi pahasına Zehra Beni Yakub gibi birinin cezaevinde öldürülmesi hiç mesele değildir; çünkü burada güvenlik meselesi devreye giriyor.
3- 30 yıl geçmiş olmasına rağmen halkın ve düşünürlerin İslam nizamında işlenen açık zulümler konusundaki görevinin ne olduğu hala belli değil midir? Cumhuriyet ve İslamiyet ilişkisi konusunda yüzlerce kitap ve makale yazılmış olmasına rağmen bir İslam nizamında işlenen zulümler karşısında yetkililerin, ulemanın ve halkın görevinin ne olduğu konusunun neden dikkate alınmadığını anlayamıyorum. Hz. İmam, vasiyetnamesinde fesadın yaygınlaşması konusunda şu uyarıyı yapıyordu: “Halk, ilgili kurumlara başvurmalıdır; eğer onlar ihmal ederse onu engelleme konusunda halkın kendisi sorumludur.” Elbette İmam’ın hayal gücü İslam Cumhuriyeti’nde güvenlik gerekçesiyle tutuklanan birinin mahkemeye çıkarılmadan tutukevinden kabristana gönderilebileceğine ulaşamamıştı; yoksa İmam vasiyetnamesinde bu meselenin çözüm yolunu ortaya koyardı.
4- Tutuklananlar, mürtet, münafık ve muharip de olsalar onların ailelerine böyle davranılmamalıdır. Bu ne biçim bir prosedürdür ki birisi tutuklandığı zaman aile fertleri hastanelerle adli tıp arasında ne yapacağını bilmez bir halde dolaşmak zorunda kalmalı veya o zindandan bu zindana giderek onunla ilgili küçük bir bilgi alabilmek için yalvarıp yakarmalı ancak açıklama yapacak hiç kimseyi bulamamalı, sonunda bilinmeyen birinin telefonunu beklemelidir. (Tabi rejim muhaliflerinin sayısını arttırmak niyeti söz konusu değilse)
Buna karşın bir grup milletvekilinin tutuklu ailelerine çocuklarını bulmalarına yardımcı olmak için kendilerine müracaat etmeleri çağrısında bulundukları internet sitesi derhal kapatılıyor. Acaba bu, bir süre önce Cumhurbaşkanı’nın yabancı bir gazeteciye verdiği demeçte İran’da olduğunu söylediği “neredeyse mutlak özgürlük” müdür? Hayatını kaybedenlerin ailelerine nasıl davranıldığı ve bu ailelerden cenazeleri teslim alırken hiçbir şikayette bulunmayacaklarına dair zorunlu taahhüt alındığı meselesi de can yakıcı diğer bir meseledir.
5- Yasalara uygun davranmak da diğer birçok şey gibi artık grupsal bir mesele haline gelmiştir. Yasalara aykırılık sadece bir adayın Anayasayı Koruyucular Kurulu’nun kararına uymaması demek değildir. Bu konuda feryadı göğe yükseltmek olmaz; ama itiraz eden halka –ki küçük bir muhabbetle hepsi cezp edilebilir- yönelik her türlü yasadışı davranış karşısında sükut edilir. Daha önce de söylediğim gibi bizim nizamımız “nizamı koruma” adı altında yapılanlardan dolayı yıkılmazsa başka etkenlerden, hatta askeri saldırıdan dolayı yıkılmaz.
6- Bunalımı “kestirip atmakla” onu “çözmek” arasında çok önemli farklar vardır. Birincisi, her meseleye sadece güvenlik meselesi olarak bakanlara yaraşır. İkincisi ise basiretli, nizam için içi yanan, meselelere geniş çaplı bakabilenlerin işidir. Onlar, güvenlik çözümünü, hiçbir zulme yol açmaksızın ilk seçenek değil en son seçenek olarak görürler. Zulümle bir mesele kestirilip atılabilir; ama çözülemez. Halka dayalı bir nizam daima güvenlik dışı çözüm yollarına öncelik verir bu yüzden de işlevseldir.
Kendilerini “düşman uzmanı” gören ve bu büyük karşı devrimci üretme fabrikasında üst düzey bir yetkilinin oğlunu bile cezaevinde ölüme yollayacak kadar korkusuz olanların nasıl olup da cezaevlerinde düşmanın ayak izlerini bulduklarından söz etmedikleri belli değildir. Sahi üst düzey bir yetkilinin oğluna bile bunu yapanlar, adı sanı belli olmayan gençlere neler yapmaz ki?
Şunu da ilave etmemiz gerekir ki bugün çok sayıda sözde “düşman uzmanımız” bulunmaktadır. Bazıları, özellikle bunalım zamanlarında düşman uzmanlığının basiretli, takvalı ve alim kişilere bırakılması gerektiğini anlamamaktadır. Birtakım şeyleri dinleme imkanı bulan, gizli bir bülteni okuyan, kişisel hesaplaşma peşinde olan, yabancıların analizlerinden faydacı yorumlarda bulunan ve mevki ve makam elde etmek için kendini düşman uzmanı gösteren birilerine düşman uzmanlığı makamını doldurma izni verilmemelidir.
Son olarak Ayetullah Ustad’nin bazılarını eleştirdiği bu sözde düşman uzmanları, grupsal temeldeki yargılarıyla –ki bu bence bir çeşit şirktir- İslam Devrimi’nin birçok gerçek taraftarını sadece Devrim’den değil, neredeyse İslam’dan bile bizar hale getirdiler. Bunların zahiren iyi niyetle yaptığı hıyaneti, hiçbir düşman yapamazdı.
7- Kendini velayet-i fakihin takipçisi gören birinin, tüm nizamın yok oluşuna sebep olacak zulümler karşısında aldırışsız kalması mümkün değildir. Tabii eğer haşa Allah’a sığınırız Peygamberi yalancı görmüyorsa… Peygamber (S) bir ülkeyi küfrün değil zulmün yok edeceğini buyuruyor. Binaenaleyh İslam İnkılabı Rehberi’ni en çok seven kişi halka yapılan ve rehberi de nizamın tamamını da tehdit eden zulümler karşısında sesini en çok yükselten kişidir. Mevcut şartlarda rehbere itaatten dem vurdukları halde yapılan zulümleri görmezden gelenler rehbere itaat edenler değil, rehbere dalkavukluk edenlerdir.
Bu nizamın yerleşmesi ve devamı için birçok emekler vermiş olan ulemanın grupçuluktan ve seçim tartışmalarından uzak durarak bu zulümlere tepki göstermesi için daha ne olması gerekiyor? Beşinci dereceden bir alimin –elbette hepsine saygı vaciptir- vefatı dolayısıyla 24 saatten daha kısa sürede onlarca bildiri yayımlayan ulemanın, birçok gencin cezaevlerinde ölmesine ve hiç kimsenin de bunun sorumluluğunu üstlenmemesine rağmen sessiz kalması halk tarafından kabul edilebilir mi?
Burada hatırlatılması gereken önemli bir husus var. Öncelikle bu söylenenler, ülkenin güvenlik güçlerinin genelinin hiçbir zulme başvurmaksızın halka yaptığı ve yapmakta olduğu hizmetlerin görmezden gelindiği anlamına gelmemektedir. Sayıları gerçekte son derece az olan gerçek anarşistlerin en ağır şekilde cezalandırılmaması anlamına da gelmemektedir. Ayrıca çözüm için kurulan çeşitli araştırma komisyonları –ki maalesef üst düzey bir yetkilinin oğlu ölmeden önce kurulamadı- eğer sadece birkaç “çok gizli” rapor yayımlayıp onu da sadece yetkililere ulaştırmakla kalacaksa bunun halkın işlenen bu feci cinayetlere karşı konulduğuna dair inanç beslemesine hiçbir katkısı olmayacaktır. Hatta eğer böyle olacaksa hakla boş yere umut veren komisyonların kurulmaması kurulmasından daha yararlı olur.
Birçok sesin çıkmasını sağlamış olmasına rağmen açıktır ki Merhum Muhsin Ruhulemini, mazlum şekilde öldürülen tek kişi değildir. Biz bu konuda Sohrab ve Eşkan gibi sadece birkaç kişinin ismini duyduk. Ama şurası kesin ki zulümle öldürülenler, kıyamette kanlı kefenleriyle bu zulmün müsebbipleriyle bu zulüm karşısında sessiz kalan örneğin yazarların yoluna çıkacaklardır. Mevcut haber politikası sebebiyle örneğin kimi kimsesi olmayan ve ağızdan ağza dolaşan Terane Musevi olayının doğru olup olmadığı bilinmemektedir. Kuba mescidi yakınlarında tutuklandığı söylenen bu kişinin ailesinin nereye başvurması gerekiyor? Maalesef ulusal medyanın haber politikası her haberi inanılır hale getirmiştir.
Ulusal medya, onunla ilgili yaşananlar konusunda güvenilir haberler verecek midir? Suçun ispat olması durumunda suçluları tanıtacak mıdır? Eğer böyle olursa bu tür olayların tekrarlanmaması için umut doğar. Ama öyle görünüyor ki bu medya İran dışındaki tüm dünyada yaşanan zulümleri izlemektedir. Özellikle de İran’la siyasi sorunları olan ülkelerdekini.
Şirbini, bir Alman vatandaşı tarafından seküler bir ülkede öldürüldü. Onun ne kadar mazlum olduğu konusunda ülkemiz televizyonu 200’den fazla yayın yaptı. Acaba sessiz bir yürüyüş sırasında tutuklanan ve daha sonra da tam bir haber sansürü altında –hem de dünyada kendini adaletin bayraktarı gören bir ülkede- cenazesi çıkan bir İranlı genç kız Şirbini’den yüzlerce kez mazlum değil midir?
Son olaylarda yabancıların parmağı vardı veya yoktu, bir kadife devrim planı vardı veya yoktu, nizam tehlikedeydi veya değildi, ilk ve ikinci müsebbip şuydu veya buydu, doğruluğu farz edilse de bunların hiçbiri zulüm iğnesinin herhangi birine batırılmasına izin gerekçesi oluşturamaz. İslam, Emiru’l- Müminin Ali’nin katili konusunda dahi adalete riayet etmeyi vacip kılmıştır.
Çeviren: Alptekin Dursunoğlu
http://www.entekhabnews.org/portal/index.php?news=6739