Ehl-i Sünnet’in Allah Tasavvuruna Ahlaki Açıdan Eleştirel Bir Yaklaşım

Kur’an açısından bir davranışı ahlaklı kılan unsur; ahlaki ilişkiye katılan tarafların her ikisine sağladığı mutluluk, haz ve faydadır. Kur’an’da Allah’ın insanlardan yapmasını istediği ahlaki emirler hem o emirleri yerine getirenlerin faydasına hem de genel olarak insanlığa faydalı eylemlerdir.

Ehl-i Sünnet’in Allah Tasavvuruna Ahlaki Açıdan Eleştirel Bir Yaklaşım

Kur’an açısından bir davranışı ahlaklı kılan unsur; ahlaki ilişkiye katılan tarafların her ikisine sağladığı mutluluk, haz ve faydadır. Kur’an’da Allah’ın insanlardan yapmasını istediği ahlaki emirler hem o emirleri yerine getirenlerin faydasına hem de genel olarak insanlığa faydalı eylemlerdir.

Kur'an'i Hayat Dergisi

Allah’ın Ahlakiliği Sorunu

‘’Kader’’ veya ‘’alın yazısı’’ inancının doğurduğu kayıtsızlıktan dolayı aşılanmadığı veya hastalıkları ihmal edildiği için tabii ecelleriyle ölmeyip, Allah’ın (haşa) erkenden ‘’aldığı’’ başta beş kardeşim olmak üzere, milyonlarca mümin evladının; ‘’kısmeti kapalı’’ olduğu için evde kalan kızların; ‘’göreceği’’ olduğu için ‘kuma’ya; ‘’kaderi’’ olduğu için de zalim kocalara katlanmak zorunda kalan zavallı kadınların; başkalarına ‘’ibret’’, kendilerine ‘’imtihan’’ olsun diye (haşa) ana rahminde sakatlananların; ‘’nasip’’ ve ‘’kısmet’’leri nakis tüm Güneylilerin; yaptığı haksızlıkları ‘’Allah’ın kaderi’’ olarak meşrulaştıran Muaviye’ye karşı baş kaldırdıkları için şehit edilen Ma’bed el-Cüheni ve Ğaylan ed-Dımeşki’nin…velhasıl, bütün ‘’kader kurbanları’’nın anısına…

Vema Rabbuke bi zallamin lil’abid

Ankara Üniversitesi İlahiyat fakültesi profesörü İlhami Güler, ‘’Allah’ı gereği gibi takdir edememe’’ (En’am6/91) sorununun sadece müşriklerle ilgili bir sorun olmadığını; Müslümanların da çarpık Allah tasavvurlarında böyle bir sorunun olduğunu beyan eder. Allah’ın gücünü kuralsız (kadersiz=ölçüsüz) kullandığı inancının Müslümanlar arasında yaygın olduğunu belirten İlhami Güler, bu inancın Allah’ın yaptıklarının da insanın anlamlandırdığı ahlaktan bağımsız olması gibi bir probleme yol açtığına dikkatleri çeker. Bu problemin en büyük yansıması ise siyaset alanında görülür. Tanrısını salt güce indirgeyen inanışlardaki totaliter tanrı anlayışı siyasal yapıda da kendisini gösterir. Türk toplumunun itikadi kökeni ise Osmanlı İmparatorluğu’na dayanır. Osmanlılar ismen Maturidi olarak bilinseler de daha çok Eş’ariliğ’in etkisinde kalmışlardır.

Eser, iki ana bölümden oluşur. Birinci bölümde Allah tasavvurunun ahlak ile ilişkisi irdelenirken, konuyla ilgili Maturidiliğin, Eş’ariliğin ve Mu’tezile’nin görüşlerine yer verilir. İkinci bölümde ise ‘’kader’’ konusu etrafında Allah-insan ilişkisinden doğan ahlaki sorunlara değinilir.

İlhami Güler ahlakı bir ilişki biçimi olarak tanımlar. İlişki ise eylemle ortaya çıkar. Bu durumda erdem ve erdemsizlik eylemle alakalı bir olgu olarak karşımıza çıkar. Aristo’ya göre ahlaklı davranışın temel özellikleri şunlardır:

  1. Orta olmaları (arzu, öfke, yüreklilik, kıskançlık, sevgi, kin, özlem, hırs, acıma gibi yaşantıların gerektiği zaman, gerektiği kişilere karşı ve gerektiği için ve gerektiği gibi yaşanması)
  2. Huy olmaları (iyi huylu, kötü huylu)
  3. Elimizde olmaları (isteyerek edinilmeleri)
  4. Sağ duyunun buyruğu olmaları

İslam ahlakçıları ise ‘’ahlak’’ kelimesinin üretildiği ‘’hulk’’ kavramından yola çıkarak ahlakı insanda kalıcı bir yetkinlik, nitelik, meleke, hal ve huy olarak tanımlarlar. Ahlaklı davranış; insanın değerini koruyan, aklen ve şer’an iyi olan davranışlardır. Bir davranışı ahlaklı kılan şeyin ne olduğuna dair başlıca iki teori mevcuttur:

  • Ahlaki davranışı veya eylemi sonucuna göre değerlendiren teoriler. Bunlar da kendi aralarında ikiye ayrılırlar:
  1. Tabiatçı teoriler: bir davranışı veya eylemi istenir veya iyi kılan şeyin insana sağladığı mutluluk (Aristo), haz (Epikür), fayda (Mill) olduğunu ileri sürerler.
  2. Tabiatçı olmayan teori: ahlaki eylemi tanımlanamaz, çözümlenemez, sezilen bir şey olarak niteler.
  • Ahlaki davranışı bir ‘’ödev’’ olarak görüp sonucunu kesinlikle dikkate almayan (Kant), özveriyi, fedakarlığı, diğerkamlığı ahlaki davranışın belirleyici değeri olarak gören veya ahlaki davranışın değerini aşkın bir tanrının rızasını kazanmakta gören bazı dinsel teoriler.

Ahlaki eylemi bilmenin imkanı ve yolu ile ilgili ise başlıca iki tutum mevcuttur. Bu tutumlardan birisi ahlaki mutlakçılıktır (objektivizm). Ahlaki mutlakçılıkta dünyanın her yerinde geçerli ahlak kurallarının varlığı ve bunun bilinebilirliği savunulur. Diğer tutum olan ahlaki görelilik (sübjektivizm) bu görüşü reddeder. Ahlaki görelilik ahlaki davranışın kurallarının toplumdan topluma, insandan insana, çağdan çağa değişebileceğini kabul eder.

Ahlaki mutlakçılık ahlaki davranışın bilinebilmesi noktasında üçe ayrılır:

  1. Ahlaki iyi ve doğrunun ‘’akıl’’ ile bilinebileceğini kabul eden görüş. (Sokrat, Platon, Aristo, Kant, Spinoza, Hegel, Hume, Mill ve İslamda Mutezile ve Maturidi ekolleri.)
  2. Ahlaki iyi ve doğruyu ‘’sezgi’’ ile temellendirme (Bergson, Moore ve mistik teoriler)
  3. Ahlaki iyi ve doğruyu ‘’ilahi vahiy’’ ile temellendirme (Yahudilik, Hristiyanlık, İslam teolog ve ahlakçılarının bir bölümü)

Kur’an açısından ise bir davranışı ahlaklı kılan unsur; ahlaki ilişkiye katılan tarafların her ikisine sağladığı mutluluk, haz ve faydadır. Kur’an’da Allah’ın insanlardan yapmasını istediği ahlaki emirler hem o emirleri yerine getirenlerin faydasına hem de genel olarak insanlığa faydalı eylemlerdir. Allah’ın yasakladığı eylemler ise hem o eylemleri işleyenin onurunu, emniyetini, mutluluğunu ortadan kaldıran hem de insanlığa zarar veren eylemlerdir. Bu durumda Kur’an’daki ahlaki davranışlar aynı zamanda ‘’insan haklarını’’ koruyan davranışlardır.

İslam düşüncesinde ahlaki doğruyu nasıl bilebiliriz sorusunu Mu’tezile ve Maturidilik ahlakın objektifliğini savunarak, ahlakı büyük ölçüde akıl ile temellendirerek açıklarlar. Eş’arilik ise sübjektifliği savunarak vahiy ile izah eder. Hukuk alanında Ebu Hanife’nin başını çektiği rey ekolu objektifliğe yakın düşerken; Şafi ve Ahmet b. Hanbel’in başını çektiği hadis ekolu sübjektifliği savunur.

Eş’arilik’de insan aklının ahlaki doğruyu bulamayacağı, bu nedenle ahlaki olanı bilmenin tek yolunun vahiy ile olabileceği savunulur. Kur’an’da bu konuda insan tabiatının yanlış değerlendirmelerde bulunabileceğine dikkat çekilir, fakat bu hususun her zaman değil bazen olabileceği vurgulanır. İlgili ayetler şu şekildedir:

‘’Bazen size itici, sevimsiz gelen bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz’’ Bakara2/216

Kur’an’da aynı zamanda ahlaki olanı bilme yetisinin insanlarda mevcut olduğu aktarılır:

“İnsana ve onu mükemmel olarak düzenleyene and olsun ki, (Allah) kişiye ahlaki bozukluğunu (bilme) ve ondan korunma (imkanı) vermiştir. Benliğini temizleyen kurtulmuş, onu kirletip örten zarara uğramıştır”. (Şems91/7-10)

“(Kötülüklere düşmekten ve Allah’ın azabından) korunanlara ‘Rabbiniz ne indirdi?’ denince; onlar: ‘İyilik (hayır)!  Derler”. (Nahl16/30)

“Biz insana iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Ona iki tepe (iyilik ve kötülük hedefi) göstermedik mi?” (Beled90/8-10)

“Doğrusu, biz insanı halden hale geçirdiğimiz karışık bir nutfeden yarattık da onu işitici, görücü yaptık (ve) ona (doğru) yolu gösterdik. O ise ya şükredici ya da nankör olur.” (İnsan76/2-4)

Kur’an’da insanın ahlaki olanı bilmesinin akletmeye dayandırılması insanın manevi donanımlarının bütünsel faaliyeti olarak görülür. Buna göre aslında ‘akıl’ ile ‘sezgi’ arasında ayrım yoktur. Bu nedenle akıllı olmak ahlaklı olmakla bir tutulur. Bu konuda Mu’tezile ve Maturidi birbirine yakın çizgidedirler. Mu’tezile vahiyden önce de aklın kendi başına ‘’iyi-kötü’’yü bilebileceğini savunur. Maturidi Mutezile’den farklı olarak -nübüvveti temellendirmek için- üçlü bir ayrıma gider. Aklen mümteni olanı vahiy de mümteni görür. Aklen vacip olanı vahiy de vacip görür. Aklen mümkün olanı vahiy tasrih eder. İnsan hevasına uyarak bazı ahlaki normları rölatifleştirdiğinden dolayı, Allah peygamber göndererek bunları düzeltir.

Kur’an’da Allah’ın panteist teorilerin aksine bir ‘’zatiyeti’’ olduğu vurgulanır, fakat Allah’ın mahiyeti tanıtılmaz. Bu konuda Kur’an’ın amacı Allah ile insan arasında mahiyette bir ortaklık, benzerlik kurmak değil; ahlaki fiillerde bir ortaklık ve benzerlik kurmaktır. Kur’an’da Allah’ın fiilleri insanın fiillerine benzetilir, mahiyeti değil. Kur’an’da olumlu ahlaki davranışlar Allah’a izafe edilirken (örneğin adil olması, iyilere yardım etmesi, sevmesi, affetmesi ahlaksız davranışlar ise Allah’tan nefyedilir. Örneğin; zulmetmez, kötüleri, zalimleri sevmez). Allah’ın mahiyeti hususunda Allah’ın tenzih edilmesi konusunda her üç ekol de hemfikirdirler. Allah’ın fiillerinin anlaşılması noktasında Eş’arilik’de ‘’keyfilik’’ anlayışı hakimdir. Eş’arilere göre ilahi fiiller insana yönelik bir anlam, amaç, sebeplilik taşımazlar. Bu durumda Allah’ın fiillerinin insani düzlemde adalete ve ahlaka konu olması düşünülemez. Eş’ari ‘’O yaptıklarından sorulmaz’’(Enbiya21/23) ve ‘’O istediğini yapar’’(Hud 11/107) ayetlerinden yola çıkarak Allah’ın ahlaki kayıtsızlığını ispat etmeye çalışır ve Allah’ın ahlaktan bağımsız, mutlak kudretini ön plana çıkarır.

İlahi fiillerin adalet ve ahlaktan bağımsızlaştırılması tasavvuf alanında da görülür. Özellikle felsefileşmiş tasavvufta Allah’ın merhamet ve sevgisinin istismara yol açacak kadar ön plana çıkarılması cennet ve cehennem arasındaki farkı bile ortadan kaldırabilmektedir. Oysa Kur’an’da Allah’ın merhameti, sevgisi, mağfireti hep şarta bağlanmıştır. Hz.Adem ile İblisin Allah karşısındaki tutumları bu duruma örnektir. İblis hata yaptıktan sonra ‘’direndi ve büyüklendi’’ (2/34), Adem ise ‘’O’na yöneldi ve tövbe etti’’ (2/37). Allah da Adem’e merhamet ederken, İblisi lanetledi.

Mu’tezile ve Maturidi’ye göre Allah’ın fiilleri sebep ve illetten bağımsız değildir. Allah abesle (boş, anlamsız, sebepsiz) iştigal etmez. Maturidi adalet ve hikmeti olumlu ahlaki davranışla, zulüm ve anlamsız/nedensiz iş yapmayı da olumsuz ahlaki davranışla ilişkilendirir. Maturidi insan aklının her zaman Allah’ın fiillerindeki hikmet, adalet ve ihsanı insanın sınırlı bilgisinden ve duygularının etkisinden dolayı anlayamayacağını söyler. Allah’ın insanlar için en menfaatli olanı yaratması konusunda Mu’tezile bunun Allah için vacip yani zorunlu olduğunu savunurken, Eş’ari ve Maturidi bu görüşü reddederler. İlhami Güler, Allah’ın fiillerinden kastedilen şeyin O’nun ilim, irade, kudret ve yaratma sıfatları gereği hür olarak ortaya koyduğu fiilleri olduğunu savunur. Bu konuda Allah’ın her şeyi bihakkın yaptığından şüphe duyulmaması gerektiği fakat bu hakkın insanın anlayabileceği bir hak olup olmadığı sorusunu gündeme getirir ve bu konuda Mu’tezile ve Maturidi’nin görüşlerine katılır. Kur’an’da Allah’ın insana yönelik buyruklarının gerekçelerinden bahsedilmesi, Allah’ın hikmetsiz iş yapmayacağını bize bildirmektedir. İnsana düşen görev de bu hikmetleri anlamaya çalışmaktır.

İnsanların işlediği kötülükleri Allah’ın yaratıp yaratmadığı konusunda Eş’ari ve Mu’tezile farklı görüşlerdedir. Eş’ariler irade ile yaratmayı aynileştirerek, irade ve rıza arasında zorunlu bağ kurarlar. Mu’tezile ise irade ile emri aynı gördüğü için insanların kötülüklerini Allah’tan nefyeder. İki yaklaşım tarzını da yanlış bulan Güler, konuyla ilgili Allah’ın tekvini iradesi ile teklifi iradesini birbirinden ayırır. Allah’ın tekvini iradesi zorunludur; teklifi (teşri) iradesi ise zorunlu değildir. İlahi irade ile insan fiilleri arsındaki ilişki şu şıklardan birine girer:

  1. Tekvini ve teklifi irade: Salih amel işleme, hem Allah’ın tekvini iradesine hem de teklifi iradesine uygundur.
  2. Teklifi irade: Allah insanlara teklifte bulunur.
  3. Tekvini irade: Tabiat kanunları tezahür eden varlığın şu andaki işleyiş biçimi. İnsan da fiziki bir varlık olması sebebiyle bu kurallara tabidir.

Dolayısıyla Allah insanların hür iradeleriyle gerçekleştirmiş oldukları ahlaksızlıklara tekvini iradesiyle müsaade etmiş fakat rıza göstermemiştir.

Meselenin nirengi noktası Allah-insan ilişkisinde Allah’ın insana yönelik fiillerinin insanın ahlaki kavramlarıyla bilinip bilinemeyeceğidir. Eş’arilik bu konuda ‘’hikmetinden sual olunamaz’’ bir tasavvuru benimser ve Allah’ın fiillerinin insani düzlemde anlaşılamayacağını savunur.  İlhami Güler’e göre Eş’ari Kur’an’ın ayetlerini parçacı ve lafızcı okumaya tabi tuttuğu için konuyla ilgili yanlış hükme varmıştır. Allah’ın ahlaki keyfiliğini savunmak siyasilerin de bu yöndeki fiillerini meşrulaştırmaya neden olmaktadır. Nitekim İslam dünyasında Gazzali’nin Eş’arilik, Şafilik ve tasavvufu sentezlemesiyle oluşturduğu ‘ehl-i sünnet’ anlayışı böyle bir zemine dayanıyordu ve Selçuklu ve Osmanlılardan beri de resmi, dini ideoloji olarak benimsenmişti.

Eserin ikinci bölümünde Allah-insan arasındaki ilişkiden doğan ahlaki sorunlara değinilir. Erken İslami dönemdeki kader tartışmalarına üç farklı ismin kader risaleleri örnek verilir. Bu risalelerden birisi kaderi savunan Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz’in kader risalesidir. Ömer b. Abdülaziz kader yorumunu ezeli ilim teorisiyle temellendirmeye çalışır. Ona göre insanın yapıp ettiği her şey Allah’ın ezeli ilmine göre zorunludur.  Yani, Allah’ın ilmi aynı zamanda Allah’ın takdiridir. Bu konuda ‘’Alemlerin Rabbi dilemedikçe siz dileyemezsiniz’’ ayetini delil gösterir. Ona göre Hz. Musa ve Firavunun, Hz. Adem ile İblisin akıbetleri önceden tayin edilmiştir.

Hicri birinci yüzyılda kader tartışmalarına risale yazanlardan birisi de Hasan Basri’dir. Hasan Basri, mektubunu Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan’a yazmıştır. Hasan Basri cebirciliği reddeder. Mektubunda daha çok insan iradesine ve sorumluluğuna vurgu yapar. Hasan Basri de insanların fiillerinin Allah’ın ezeli ilmi tarafından bilindiğini kabul eder fakat Allah’ın ezeli ilmi ile takdirini birbirinden ayırt eder.

Eserde incelenen bir diğer kader yorumu Ebu Hanife’nin yorumudur. Ebu Hanife de Allah’ın ezeli ilmini kabul eder. Ona göre insanın davranışları önceden Allah tarafından belirlenmiş değildir. İnsanlar öyle yapacaklarından dolayı Allah bilmektedir. Allah insanların hiçbirini mümin ve kafir olarak yaratmamıştır. İman ve küfür insanların fiillerine bağlıdır ve Allah küfre sapanı, küfrü esnasında kafir olarak bilir, iman halinde ise mümin olarak bilir. Ebu Hanife’ye göre insanların başına gelen musibetler insanların işlemiş oldukları günahlar nedeniyledir. O bu görüşünü ‘’Sana isabet eden iyilik Allah’tan, kötülük ise kendi nefsindedir.’’4/79 ve ‘’Size isabet eden her musibet, ellerinizle işlediğiniz yüzündendir’’42/30 ayetleriyle temellendirir.

İlhami Güler kader tartışmalarını değerlendirirken, bu tartışmada Allah ile insan arasındaki ilişkide bu ilişkinin Allah’tan insana doğru olan boyutunu tartıştığımızı hatırlatır. Yani kader konusunu tartışırken aslında Allah’ın insana neler yapabileceğini tartışmaktayız. Kader tartışmalarındaki zıt görüşler Kur’an’dan ayetler ile delillendirilmeye çalışılmıştır. Cebirciliği savunanlar da, bunun aksini savunanlar da kendi görüşlerini ayetlere dayandırmışlardır. Kur’an’da insan hürriyetini, sorumluluğunu vurgulayan ayetler olduğu gibi, Allah’ın mutlak ilmini ve iradesini vurgulayan ayetlerde mevcuttur. Fakat asıl sorun Allah’ın mutlak ilmini ve kudretini vurgulayan ayetlerin bağlamlarından koparılarak lafzi bir şekilde anlaşılmasıdır. Güler, kader ve kaza kavramlarının Kur’an’daki anlamlarını irdelerken kazayı; Allah’ın muhkem, tebdil ve tağyir kabul etmeyen, kesin, hikmetli işleri olarak tanımlar. Bunların bir kısmı tekvini (ontolojik), bir kısmı da teklifi (ahlakidir). Kader ise Kur’an’da Allah’ın her şeyi bir ölçüye göre, sebep-sonuç ilişkisi içinde, düzenli, sınırlı, kimlikli, muayyen ve kuralları yaratmasıdır. ‘’Allah her şey için bir ölçü (kader) koymuştur’’ (65/3). Bu tanımlara göre Kur’an’da kullanılan ‘’kader’’ kavramı insan özgürlüğünü yok sayan, zorlayıcı bir kader değildir. Kader konusunda ayrıca Muhammed İkbal’in ‘’sürekli yaratma’’ teorisine değinilir. İkbal’e göre, ‘’bir şeyin kaderi; o şeyin iç yeteneğidir, yani tabiatının derinliklerinde bulunan kabiliyetlerin aktüelleşme imkânı vardır ve dışarıdan herhangi bir baskı olmadan sırasıyla gerçekleşebilir, fiiliyata geçebilir’’. ‘’O’nu her an yeni bir iş meşgul eder’’ (55/29) ayetine göre sürekli yaratma teorisini temellendiren İkbal, Allah ve insanın birlikte bir imkanlar dünyası içinde özgürce her an yeni şeyler ortaya koyduklarını ileri sürer.

Sonuç olarak yazarımız konuyu şu şekilde özetler: ‘Bir kesinleşmiş kader vardır. Bu, dünyamızın ve insan olarak bizim insan olma şartlarımızdır. Bir de insanla Allah arasında karşılıklı özgür ilişkide belirlenmemiş kader vardır. Bunun nasıl tecelli edeceği, insanın özgür iradesiyle yapacağı tercihin yönüne bağlıdır. Yani burada Allah’ın iradesi insanın iradesine bağlıdır: Eğer siz dönerseniz Biz de döneriz. 17/8

Kesinleşmemiş kader dua, iyilik, sadaka vb. ahlaki yönelişlerle değişebilir. Bu durum, Hz. Musa ve Hızır arasındaki kıssa ile örneklendirilir. Kıssada Hızır Allah’ın ‘’emri’’ ile üç olaya müdahale etmiştir. Denizde çalışan yoksulların gemisini delerek kusurlandırmasının sebebi, onu zorba kralın gasp etmesinden kurtarmaktı.  Duvarı düzeltmesinin sebebi, yetim çocukların rüştlerine ermesi ve altındaki hazineyi kendilerinin çıkarmasını sağlamaktı. Azgın çocuğun öldürülmesinin sebebi de mümin anne babayı onun şerrinden kurtarmaktı.  Müdahalelerin gerçek sebebi yoksul denizcilerin, yetim çocukların ve mümin anne-babanın Allah ile olan ahlaki ilişkileridir.

“Kim (yoksullara mal) verir, (ahlaksızlıklardan) korunur ve güzel (sözü) doğrularsa, biz ona (yaşamı ve doğruyu bulmayı) kolaylaştırırız.” 92/5-7

“Kim Allah’tan korkarsa, (Allah) ona bir çıkış yolu yaratır ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. “ 65/2-3

Eserin son bölümünde eceller, doğumlar, cinsiyetler, rızıklar, fiyatlar, felaketler, evlenmeler, hidayet, dalalet gibi konular kader konusu etrafında değerlendirilir. Bu konularda Allah’ın bireysel olarak ve toplumsal olarak insanlarla ilişkisindeki ahlaki boyut ele alınır.  Eş’ariliğin damgasını taşıyan ehl-i sünnetin ‘’ilahi kader’’ anlayışının çarpık bir Allah tasavvuruna bağlı olduğuna değinilerek, insanın birçok konuda başına gelen olayların Allah’a fatura edilmesi eleştirilir. Eş’arliğin güç ile özdeşleştirilen Allah tasavvuru karşısında adalet ve mutlak iyilikle özdeşleştirilen Mu’tezilenin savunduğu Allah tasavvuru yer alır. Maturidilik ise bu çizgide Mu’tezileye daha yakın durmaktadır. İlhami Güler’in ise konuyla ilgili son cümleleri şu şekildedir:

Peki bizim Allah tasavvurumuz bizim dünyamızda uzun süreden beri kimin zengin, kimin fakir olacağını, fiyatları, kazaları, felaketleri vakitsiz ölümleri…vs. ‘’ilahi kader’’ adı altında meşrulaştırmaktan başka neye yarıyor? İnsan özgürlüğünün bu en büyük rakibini, bu yanlış imajı öldürmenin zamanı gelmedi mi? Diğer türlü, Kur’an’daki ‘’Adaletin Allah’ı’’ nasıl geri gelebilir?

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar