Kadın Karşıtı Rivayetlerin Kökeni

Kur’an’da beş ayrı yerde geçen nefs-i vahide ile neyin kastedildiğini, yeri geldiğinde ele alacağız. Bu ayetler, kadın ve erkeğin ortak bir cevherden yaratıldığını söylemektedir. Nefs-i vahidenin Âdem olduğu bir yorumdur, üstelik zorlama ve hatalı bir yorumdur.

Kadın Karşıtı Rivayetlerin Kökeni

Kur’an’da beş ayrı yerde geçen nefs-i vahide ile neyin kastedildiğini, yeri geldiğinde ele alacağız. Bu ayetler, kadın ve erkeğin ortak bir cevherden yaratıldığını söylemektedir. Nefs-i vahidenin Âdem olduğu bir yorumdur, üstelik zorlama ve hatalı bir yorumdur.

Kur'an'i Hayat Dergisi

1. Havva’nın Kaburgadan Yaratıldığı Rivayeti

Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığına dair rivayetler eski-yeni hemen bütün rivayet tefsirlerinde yer almıştır. İlk insanın yaratılışına dair Müslüman kültürünün belkemiğini oluşturan bu rivayetler, yaratılışa dair ayetlerin en yaygın yorumu olarak kabul görmüştür. Mesela tefsir edebiyatı içinde vazgeçilmez bir yeri olan Taberi tefsirinde bu rivayet Zümer 6’nın yorumunda şöyle yer alır:

“Ayette zikredilen ‘bir tek nefisten’ maksat, Âdem, ondan meydana getirilen ‘eşinden’ maksat ise Havva’dır. Katade, Havva’nın Âdem’in kaburgasından yaratıldığını söylemiştir. Allah insanları Âdem ve Havva’dan meydana getirmiştir.”[1]

Taberi, benzer rivayetlere, Nisa 1 ve Rum 21’in tefsirinde de yer vermiştir. Taberi tefsirinden çok sonra kaleme alınmış olan İbn Kesir tefsiri ise, A’raf 189’un yorumunda Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı rivayetine yer verir:

“Bu ayette Havva kastedilmektedir. Yüce Allah Havva’yı Âdem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah âdemoğullarının hepsini erkeklerden, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınlarını da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.”[2]

Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığına dair en ayrıntılı rivayeti Razi’nin Bakara 35’e yaptığı yorumda buluyoruz. Rivayet Süddi kanalıyla İbn Abbas, İbn Mes’ud ve ‘bazı sahabilere’ (!) isnatla naklediliyor:

“Allah İblisi cennetten çıkarıp Âdem’i cennete koyunca Âdem orada yalnız kaldı. Onun yalnızlığını giderecek kimse yoktu. Bu yüzden Allah ona bir uyku verdi. Sonra sol tarafının kaburga kemiklerinden birini alıp yerine et koydu ve o kaburgadan Havva’yı yarattı. Âdem uykudan uyanınca başucunda oturan bir kadın buldu ve ona ‘Sen kimsin?’ diye sordu. O ‘bir kadın’ cevabını verdi. Âdem ‘Niçin yaratıldın?’ dedi. O ‘Sen bana ısınasın diye yaratıldım’ dedi. Melekler ‘Onun ismi ne?’ diye sordular. ‘İsmi Havva’ dediler. ‘Niçin Havva diye isimlendirildi?’ dediler. Birisi ‘Çünkü o canlı bir şeyden yaratıldı’ dedi.”[3]

Razi bu rivayetin ardından Hasan b. Ali’den Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığına dair bir rivayet daha nakleder. Fakat bu rivayet kadın cinsinin hassas olduğuna, kırmamak için zorlamamak gerektiğine dair bir tespit içerir.

Kur’an’da beş ayrı yerde geçen[4] nefs-i vahide ile neyin kastedildiğini, yeri geldiğinde ele alacağız. Bu ayetler, kadın ve erkeğin ortak bir cevherden yaratıldığı söylemektedir. Nefs-i vahidenin Âdem olduğu bir yorumdur, üstelik zorlama ve hatalı bir yorumdur. Eğer bu yorum doğruysa; “Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık” diyen Hucurat 13’ü nereye koymalı? Üstelik Zümer 6’nın konusu “eşli/çift yaratılış” iken, Hucurat 13’ün konusu takva dışındaki üstünlük iddialarının reddidir.

Kur’an ile Kitab-ı Mukaddes arasında kadına bakışta çok temel farklar vardır. Kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığını söyleyen Eski Ahit, kadın ile erkek arasında ontolojik eşitsizliğe vurgu yapmaktadır. Üstelik bu adaletsizliği, Yaratıcının arzusu olarak takdim etmektedir. Oysa Kur’an açıkça insan türüne (el-insan) hitap ettiği bir pasajda, yaratılıştan gelen eşitliğe (sevvâke: seni eşitledi) dikkat çeker (82:7). İnsanlığın başlangıçta tek bir ümmet olduğunu vurgular (2:213). Erkek veya kadın için değil, insan için sadece emeğinin karşılığı olduğunu söyler (53:15). Üstünlüğün takvada olduğunu dile getirir (49:13). Allah Rasulü de insanların eşitliğini ifade ederken “bir tarağın dişleri gibi” benzetmesini kullanır.

Kur’an ile Kitab-ı Mukaddes arasında kadına bakış farkı bundan ibaret değildir. Bu zihniyetin bir devamı olarak Eski Ahit Âdem’i aldatanın Havva olduğunu söyler. Eşinin Âdem’i aldatmasından dolayı ademoğluna ölümün musallat olduğunu söyler (Enok II, 30:17). İşte bunu teyit eden bir ibare daha: “Âdem Havva’ya dedi: “Bütün ırkımıza hâkim olan büyük azabı (ölüm) bize getirecek ne yaptın?” (Ezra 3:7) Buna mukabil Kur’an ilk aldatanın Şeytan, ilk aldananın Âdem olduğunu söyler (20:120). Kur’an’ın söylediğiyle Eski Ahit’in söylediğini birbiriyle uyuşturmak mümkün görünmemektedir.

Bu rivayetten yola çıkarak kadının doğuştan eğri ve yamuk olduğu sonucuna varılmıştır. Bu olumsuz algı, rivayetlerle desteklenerek İslam’ın şaşmaz görüşü gibi toplumun bilinçaltına şırınga edilmiştir. Burada soru şudur: Erkeğin tek eğri kaburgasından yaratıldığı için kadın eğri oluyorsa, 12 çift eğri kaburga kemiğiyle yaratılan erkek ne oluyor? Bir soru daha var: Âdem’i kudret çamurundan yaratmaya kadir olan Allah’ın çamuru mu bitmiş de, kadının hammaddesini erkekten almış? Hakîm olan ve hikmetsiz hiçbir iş yapmayan Allah’a değil, ama bu rivayetleri din zannedenlere sormak gerek: Allah’ın Âdem’i yaratmak için muhtaç olmadığı şeye Havva’yı yaratmak için muhtaç olmasını nasıl izah ediyorsunuz? 

Yukarıdaki rivayetlerin asıl zaafı, İsrailiyyat ve Mesihiyyat adı verilen ehl-i kitap kültüre ait olmalarıdır.

 

2İsrailiyyat ve Mesihiyyat Etkisi

Yahudi ilahiyatının, Yahudi tasavvuruna dayanarak ürettiği dini yorumlara “İsrailiyyat” adı verilir. İsrailiyyat, İslam tedvin tarihinde, insanın yaratılış süreçlerine dair haksız bir yorum tekeli oluşturmuştur. İsrailiyyatın oluşturduğu bu yorum tekelinden, ayetler de kurtulamamıştır. Hatta bu yorumlar, İslam tefsir edebiyatı tarafından öylesine kanıksanmıştır ki, gelenekçiler tarafından onlara itiraz nassa itiraz gibi algılanmıştır. Zira bu yorumlar, sadece gelenekçilerin cahilinin değil, âliminin nezdinde bile nassın makamına oturtulmuştur. Özetle, İsrailiyyatın ayetlerin üzerine düşen gölgesi pek uzun olmuştur.

Yukarıda naklettiğimiz tefsir ve hadis kitaplarına girmiş olan Âdem’in çömlekten yaratıldığı rivayeti, Kitab-ı Mukaddes’ten iktibas edilmiştir:

“Ve Rab, yerin toprağından adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu” (Yaratılış 2:8).

          Aynı şey Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı rivayeti için de geçerlidir:

“ve Rab Allah, adamın üzerine derin uyku getirdi ve o uyudu; ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapadı; ve Rab, adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adama getirdi. Ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir, buna nisa denilecek, çünkü o insandan alındı.” (Yaratılış 2:21-23.)

Eski Ahit’teki İbranice kelime hem “kaburga kemiği”, hem de “yan taraf” anlamına geliyor. Eski Ahit yorumcusu Raşi, kelimeyi “vücudun diğer cephesi” anlamında alıyor. Eski Ahit’in kendisinden daha ünlü yorumu Midraş bunu “Yahve erkeğin bir cephesini ayırıp bundan kadını inşa etti ve böylece tek vücuttan iki insan oldu” şeklinde açıklıyor.[5]

Yahudi kültüründen Araplara geçen “Kadın kaburga kemiği gibidir, zorlarsan kırarsın” anlayışı, nüzul ortamında yaygın kabul görmüş ve bir halk deyimine dönüşmüştür. Allah Rasulü’nden gelen rivayet de muhtemelen deyim olarak kullanılmıştır. Hadisçi Buhari, rivayeti hem “Kadın kaburga kemiği gibidir” şeklinde, hem de “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır” şeklinde nakletmiştir.[6] Aynı eserde bu ikisini de görmek, bazı rivayetçilerin mecazla hakikati birbirine karıştırdıklarının göstergesidir. Bu söz kadının hassas, nazik ve nazenin yaratılışına bir atıftır. Bu aynen “İnsanoğlu aceleci bir yaratılışa sahiptir” (21:37) veya “Allah sizi güçten yoksun yaratmıştır” (30:54) ayetine benzer bir kullanımdır ve elbette mecazdır.

Eldeki Eski Ahit, Hz. Musa’ya indirilen Tevrat ile aynı değildir. Bugüne gelen Eski Ahit’in Tevrat’tan yüzlerce yıl sonra 5 asırlık bir süreçte birbirinden farklı yazarlar tarafından kaleme alındığı, bizzat Yahudi kökenli araştırmacılar tarafından dile getirilmiştir.[7] Eski Ahit’in yazım sürecinde, orijinal Tevrat’tan geriye kalan gerçek vahiy ile yazıldıkları dönemin kültür ve mitolojileri birbirinden ayrıştırılamayacak kadar karıştırılmıştır. Eski Ahit’te üç ayrı kalemden çıkma üç ayrı rivayet yer alır. Eski Ahit kritikçileri bu metinleri Tanrı’ya verilen isme bakarak üçe ayırırlar:

1. Tanrı’ya “Yahve” adını veren Yahvist metinler: Bunlar MÖ 9. yüzyıla tarihlenirler.

2. Tanrı’ya “Elohim” adını veren Elohist metinler: Bunlar MÖ 8. yüzyıla tarihlenirler.

3. Tanrı’ya “Rabb” adını veren Rabbinik metinler: Bunlar MÖ 4. yüzyıla tarihlenirler.

Bu üç rivayet bazen birbiriyle çelişir. İlk çelişki tanrı algısındadır. İbranilerin YHV/Yahve/Yehova adını verdikleri tanrı yiyen, içen, dağa inen, insanla asker arkadaşı gibi konuşan, güreş tutan insanbiçimli (antropomorfik) bir tanrıyken, Elohim adını verdikleri tanrı soyut, doğaüstü ve aşkındır. Yeri göğü yaratan Elohim’dir, Fakat insanı yaratan Rab olan Tanrı’dır.

Bu metinler arasında açık çelişkiler vardır. Mesela birinde Musa yolda ölürken, diğerinde vaat edilmiş topraklara girer. İşte bu çelişkilerden birine de ilk yaratılış konusunda rastlanır. Yaratılış kitabının bir yerinde “kendi suretinde erkek ve dişi olarak insanı yaratır” derken, aynı kitabın bir başka yerinde, başka bir kalemden çıktığı belli olan Tanrı “Adamın yalnız olması iyi değildir” diyerek onu uyuttuktan sonra kürek kemiklerinden birini alır ve ondan kadını yaratır. Bu ikisi arasındaki çelişkiyi gidermek Yahudi rivayet kültürünü içeren Talmud’a kalmıştır. Talmud’da bu çelişki, Asur mitolojisinden alınma Lilith efsanesiyle giderilmeye çalışılır. İşte o efsane…

 

3. Asur Mitolojisinden Alınan Lilith Efsanesi

Âdem’in ilk karısı Havva değil Lilith’tir. İkisi birlikte yaratılmıştır. Kendisini Âdem’le eşit görüp onunla yatmaz. Âdem’den kaçar. Melekler geri getirmek ister, fakat o İblis ile evlenerek dişi bir Şeytan olmayı seçer ve bir sürü cin doğurur. Âdem ve Havva kovulmadan önce cenneti terk ettiği için ölümsüz olmuştur. Küçük çocukların canını alan Lilith’tir. Tanrı daha sonra onun yerini, erkeğin kürek kemiğinden bir kadın yaratarak doldurmuştur. Lilith ise bunun acısını Âdem’e elmayı yedirerek çıkarmıştır.[8]

Kadını önce ötekileştiren sonra şeytanlaştıran bu Yahudice bakış açısına, Hıristiyan bâtınileri de kendilerince bir katkı sunmuşlardır. Onlara göre Havva önce Şeytanil ile yatmış, bu birliktelikten Kabil doğmuştur. Daha sonra Âdem ile yatmış, bu birliktelikten de Habil doğmuştur. Yeni Ahit’teki “Kabil Şeytan’dan olmadır” (Yuhanna 3:12) cümlesini böyle yorumlamışlardır. Bu inanışa göre Şeytanil (Samael) erkeklik organını temsil eden yılan aracılığıyla Havva’nın içine girdikten sonra Havva tanrısal niteliklerini kaybetmiştir.[9]

Talmud’a ait Lilith yorumunun kökeni Asur mitolojisidir. Lilitu, Asurluların ‘Fırtına Şeytanına’ verdikleri isimdi. Lilit efsanesi Yahudi kültürüne Asur mitolojisinden geçmiştir. Eski Ahit’in Yaratılış kitabının yazıldığı tarih, Asur kültürünün tüm orta doğuya yayıldığı bir zaman olan MÖ 9. yüzyıla denk gelmektedir. Bu tarih Hz. Musa’nın yaşadığı MÖ 14. yüzyıldan neredeyse 500 yıl daha geç bir tarihtir.[10] Eski Ahit’in Yaratılış kitabında yer alan, Âdem’i Havva’nın baştan çıkardığı anlatısının kökeni de Babil efsanesidir. Bu efsaneye göre tanrıça İştar’ın güzelliğine kapılan Enkidu, Tıpkı Eski Ahit’te denildiği gibi kendini “bilgi ve bilgelik ile” donanmış bulur. İştar’ın sevgilisine söylediği sözler, yılanın aldattığı Havva’nın Âdem’e aktardıklarına benzer.[11]

İşin daha ilginci, Pasifik adalarının yerlilerine ait mitolojilerde de bu anlatılar yer alır. Ömrünü batık uygarlıkları keşfe adamış efsane düşkünü bir kâşif olan James Churchward, Hawaii yerlilerinin mitolojisinden şu cümleyi aktarır:

“Taaroa, erkeği kırmızı toprak Area’dan yaptı ve burun deliklerine üfledi. Kadını erkeğin kemiklerinden yaptı ve ona Ivi dedi.”[12]

Erkekçi Yahudi muhayyilesi, kökeni kadim uygarlıkların mitolojilerine uzanan bu yorumla bir taşla birkaç kuş vurmuştur. Hem erkeği kadının cevheri yaparak kadın üzerinde mutlak bir erkek egemenliği sağlamış ve bunu da dini bir boyayla boyamış, hem de kadını şeytanlaştırmıştır.

4. Kadın Karşıtı Rivayetlerin Kökeni

Yahudi kültüründeki aşağılayıcı kadın algısı Filistin, Yemen ve Hicaz’da San’a, Necran, Medine gibi Yahudi kültürünün baskın olduğu yerlerde Müslümanları da derinden etkilemiştir.[13] Kur’an’ın dili, kadının hukukunu koruyan bir dildir. Bu dili etkisizleştirmek için imal edilen rivayetlerin kaynaklarından biri de, işte bu kültürdür.

Eski Ahit’e göre cennetten kovulan Havva’nın şahsında tüm kadınlara kadının özel halleri, gebeliği, doğum sancısı gibi ebedi bir ceza, Âdem’in şahsında tüm erkeklere ise geçim temini için ömür boyu çalışma ve sıkıntılı bir hayat geçirme gibi bir ceza verilmiştir (Tekvin 3:16-19). Yani Tanrı, Âdem’in cennetten kovuluşuna sebep olduğu için, gebeliğini uzatır ve çocuklarını ağrı çekerek doğurmasını diler. Hatta sünnet ve hadisin Yahudi kültüründeki karşılığı olan Mişna’ya göre, söz konusu üç suç yüzünden kadınlar doğum sırasında ölürler. Bunlardan biri de âdet oluşlarıdır.[14]

Yahudi geleneğinde âdet halleri dolayısıyla kadın horlanmış, aşağılanmış, ‘pis’ ve ‘murdar’ sayılmıştır. Yahudilikte âdetli kadın yedi gün murdardır. Bu sırada ona dokunanlar bile murdar olur. Yattığı yatak, oturduğu döşek, bunlara dokunanlar da murdardır.[15] Böyle bir kadınla yatan erkek de murdardır. Onun yattığı yatak da. Bu yüzden kadın âdet süresince terk edilir, yanına yaklaşılmaz, pişirdiği yenilmez, âdeta suçlu ve mahkûm ilan edilir. Özel günlerinde bir kadın öğrenimden, kitap okumaktan her türlü hayır ve hasenattan da mahrum bırakılır (Levililer 15:1:33; 18:19).[16]

Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde bu Yahudi anlayışı Medine’nin hâkim kültürü haline gelmişti. Kur’an, Yahudilerin kadının âdet halini ‘murdarlık’ olarak görmelerini reddetti. Şöyle ki: Medineli Müslümanlar, Yahudi etkisiyle, özellikle âdet halini soruyorlardı. Bunun üzerine Yahudileri yalanlayıp âdet hâlini “bir rahatsızlık” olarak niteleyen ayet geldi (2:222). Hz. Peygamber de Medine Müslümanlarını etkisi altına alan bu Yahudi kültürüne karşı savaş açtı. Kendisine Yahudilerin âdetli kadına davranışları aktarılınca şöyle diyecektir: “Cinsel birleşme dışında her türlü ilişkiye girin.”[17] Rasulullah’ın bu sözü Yahudilere aktarılınca şöyle tepki vereceklerdir: “Bizim hükme bağladığımız hiçbir konu yok ki, bu adam ona karşı çıkmamış olsun.” Yahudilerin bu tepkisi üzerine mütereddit bir tavır sergileyen Useyyid b. Hudayr ve Abbad b. Bişr, tereddütlerini belli eder bir tarzda Rasulullah’a soru sorunca, Rasulullah bu iki zata şiddetli bir biçimde kızacaktır.

Hac yolunda Hz. Aişe adet görmüş ve ağlamaya başlamıştı. Bunun üzerine Allah Rasulü Hz. Aişe’yi “Fesübhanallah! Niçin ağlıyorsun ey Aişe? Bu Allah’ın Âdem kızlarına takdir buyurduğu bir şeydir” diyerek teselli etmişti.[18] Burada Allah Rasulü’nün âdet halini bir “ilahi yasa” (sünnetullah) olarak okuyuşu, altı çizilmesi gereken noktadır.

Fakat Allah Rasulü’nün Kur’an ile uyumlu bu tavrını, Müslümanlar tevarüs etmediler. ‘Büyük kopuş’ sonrasında Kur’an’ın arkasını dolanarak Yahudi kültürünü getirip dine monte ettiler. Bu kültürü taşımak için de Truva atı olarak rivayetleri kullandılar. Müslümanların kadın algısının nasıl çarpıldığını, uydurulmuş dinin kaynaklarından biri olan Sa’lebi’nin tefsirinde görüyoruz. Sa’lebi’ye göre Âdem günah işleyip cennetten kovulunca Havva ve ondan kıyamete kadar doğacak olan tüm kız çocukları şu 15 eksikliğe mahkûm edilmiştir:

1. Ay hali görmek.

2. Hamileliğin zorluğu.

3. Doğum sancısı.

4. Din noksanlığı.

5. Akıl noksanlığı.

6. Mirastan erkeğin yarısı pay almak.

7. İddet beklemek.

8. Erkeklere hizmetçilik etmek.

9. Boşanma hakkından yoksunluk.

10. Cihattan mahrumiyet.

11. Peygamberlikten mahrumiyet.

12. Yöneticilikten mahrumiyet.

13. Tek başına yolculuktan mahrumiyet.

14. Cuma namazından mahrumiyet.

15. Selam verilmeye değer bir varlık olarak görülmekten mahrumiyet.[19]

 

Sonuç:

Çömlek ve kaburga rivayetlerinde belirgin olan bir husus Hıristiyanlıktaki “ilk günah” (Peccatum Originis) dogmasının temelini teşkil etmesidir. Yahudi ve Hıristiyan ilahiyatı insanlığın ilk anasını insanı cennetten kovduran kişi olarak kodlamıştır. Zira Kitab-ı Mukaddes’te Âdem’e elmayı yedirenin Havva olduğu söylenir. Bu yorumu dinleştirenler, anasına iftira eden evlat hükmündedir. Sa’lebî gibi Kur’an yorumcuları da, insan soyuna hakaret olan ‘ilk günah’ dogmasına yol açan bu iftirayı İslam kültürüne taşımakta bir beis görmemişlerdir. 

Allah Rasulü Medine’deki baskın Yahudi kültürüyle özel mücadele etti. Bu kültürdeki kadını aşağılayan ve yok sayan tavra savaş açtı. Yahudilik, kadınların özel halini kadını aşağılamak için gerekçe yapıyordu. O, bu halin Allah’ın yasası olduğunu savunarak reddetti.[20] Pis-temiz tasavvurunu Yahudi kültürünün oluşturduğu Ebu Hüreyre’nin zihniyetini reddetti. Yahudilerin evrenin oluşumuna dair hurafelerini imalı bir tebessümle reddetti.[21] İbn Sayyad adlı kâhin bir Yahudi çocuğunun 12’den tutturduğu kehanetini ‘şeytani’ bularak reddetti.[22] Hıristiyan kültüründen etkilenerek ruhbanlığa kalkışan bir gurup sahabeyi azarladı ve reddetti.[23]

İsrailiyyat ve Mesihiyyat’a dair en hassas nokta, bu iki kaynaktan İslam rivayet kültürü aracığıyla taşınan malzemenin seçilip ayıklanmasıdır. Allah Rasulü sorgulamadan almayı da atmayı da hoş görmemiştir. Atılanın vahiy olabileceğini, alınanın uydurma olabileceğini hatırlatmıştır. Şu halde yapılacak şey bellidir: Bu iki kaynaktan İslam rivayet kültürü atına binerek içeri giren malzemeyi önceki vahiyler üzerinde otorite (muheymin) olduğu bizzat kendisi tarafından vurgulanan Kur’an’a arz etmek.

 


[1] Taberi, Camiu’l-Beyan an Tevili’l-Kur’ân, XXIV, 194.

[2] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim, Beyrut, 1998, VI, 2720.

[3] Razi, Tefsîr-i Kebîr, XIX, 138.

[4] Bkz: Nisa 1; En’am 98; A’raf 189; Lokman 28; Zümer 39.

[5] Tora ve Aftara / 1. Kitap Bereşit, Çev: Heyet, İstanbul 2002, I, s. 18. Bu açıklama notunun son cümlesi şöyledir: “Bu da erkek ve kadın arasındaki reddedilemez eşitliği temsil etmektedir.” Eğer bu yorum doğruysa, Yahudi geleneği kadın konusunda, Tanrı’nın isteğinin tam tersini yapıyor demektir. Eğer “Müslüman geleneği çok mu farklı” derseniz, yerden göğe haklısınız derim ve eklerim: Müslüman geleneği, birçok konuda olduğu gibi kadın konusunda da Yahudileri adım adım, karış karış izlemişler, onların yorumlarına ‘hadis’ damgası vurarak en muteber kitaplarında yer vermiştir.

[6] Hadis rivayetleri için bkz: Müslim, 17:18, h. nu. 60; Buhari, Nikah 79-80. Ayrıca bkz: Buhari 64:2, 3153.

[7] Bu konuda yapılmış ayrıntılı bir çalışma için bkz: Who Wrote the Bible, Richard Elliot Freidman – Harper Collins, San Francisco, California 1997. Bu tezi internetten okumak için: http://www.religioustolerance.org/jepd_gen.htm. Bu teze karşı yazılmış eleştiri için bkz: http://www.equip.org/free/DW035.pdf. Freidman ve Collins bu araştırmada, başta Yaratılış Kitabı olmak üzere Eski Ahit’te yer alan birçok anlatının MÖ 3. bin ile 1. bin arasında Mezopotamya mitolojilerinde yer aldığını ispat ederler. Bu çalışmada, günümüzde Tevrat’ın birbirinden farklı üç nüshası bulunduğu, bunlardan İbranice nüshayı Yahudi ve Protestanların, Yunanca nüshayı Katolik ve Ortodoksların, Samirice nüshayı ise Samirilerin (ve onların devamı olan Karailerin) kabul ettikleri vurgulanır.

[8]  Robert Gravers-Raphael Patai, İbrani Mitleri / Tekvin ve Yaratılış Kitabı, İstanbul 2013, s. 103-104.

[9] Bizanslı Heretiklerin Tarihi, s. 260.

[10] Mısır ve İbrani tarihinde olayların tarihlendirilmesinde üç ayrı takvim kullanılır: erken, orta, geç tarihlendirme. Bunun, Arapların ‘nesi’ yöntemine benzer yöntemler kullanarak tarihle oynama, anlatıların zamansal çelişkileri, tarih ve dini metin yazarlarının verdikleri farklı tarihler gibi birden fazla nedeni vardır. Biz tüm çalışmalarımızda arkeolojik verilerle ve eş zamanlı başka olaylarla da desteklenen ‘erken’ (bize en uzak) tarihlendirmeyi esas almış bulunuyoruz.  

[11] Alexander Heidel, Babil Yaratılış Destanı Enuma Eliş, İstanbul 2000,

[12] James Churchward, Kayıp Kıta Mu, İzmir 2000, s. 103.

[13] Bu etkinin Allah Rasulü dönemindeki izleri için şu eserimize bkz: Yahudileşme Temayülü (Külliyat Seçkisi), İstanbul 2015, s. 306-311.

[14] Mişna, Şabbat 2:6.

[15] Başta âdet hali olmak üzere Yahudi kültürünün kadını aşağılayan pis-temiz tasavvuru için bkz: Talmud, VI. Kitab, Seder Tohorot (Temizlik kitabı). Yahudi sözlü geleneğine göre çocuk doğuran kadınlar, altmış gün murdar olarak kalırlar. Eğer doğan çocuk erkekse, o da yedi gün murdar sayılır, sekizinci gün sünnet edilir ve murdarlıktan kurtulur. Kızsa, otuz üç gün murdar sayılır. Doğum yapan kadın Tevrat dâhil hiçbir kutsala dokunamaz, mabede ayak basamaz. İslam fıkhında lohusa kadınların ibadetten men edilmesi hakkında, rivayet kültüründe dahi delil bulunmamasına rağmen konulan ibadet yasağının kaynağı, Yahudi rivayet kültüründen başkası değildir.

[16] Yahudi kültürü, kadını öylesine hayat dışı tutmuştur ki, dindar bir Yahudi, kadının ayakkabısını dahi göstermez. Dindar Yahudilerin gazetesi Hamodia’da dini gerekçelerle, kadın ayakkabıları dahi sansür edilir. Kimi geleneksel Müslüman kesimlerde rastladığımız bu acayip ‘hassasiyetin’ hangi kültürden alındığı belli olmaktadır. Aynı şey, kadına okuma-yazma öğretmeyi yasaklayan sözde ‘hadisler’ için de geçerlidir. Zira bu Yahudi Haham Eliazer’in Mişna’ya girmiş sözünden alıntıdır: “Kim kızına Tevrat öğretirse, ona kötü bir şey öğretmiş olur” (Mişna, Naşim (Kadınlar), Sotak 216).

[17] Müslim, Hayd 3, 16; Ebu Davut, Tahare 102 (258); Tirmizi, Tefsir 2:24 vd.

[18] Müslim, Hac, 132 ve 133; ayr. Buhârî, Hayd, 7. Allah Rasulü'nün bu tavrından yola çıkan çağımız allamelerinden Kazanlı Musa Carullah, kadının ay hali için “Erkekler ömürde bir kere şehit olma şansına sahipken kadınlar her ay şehit olmaktadırlar” der. Allah Rasulü, sadece âdet haline ilişkin Yahudi kültürüyle mücadele etmemiş, cünüplük haline dair Yahudi algısıyla da mücadele etmiştir. İşte bir örnek: Bir seferinde içinde yetiştiği Yahudi kültürünün etkisiyle Ebu Hüreyre cünüplüğünü kastederek “pis idim” demiş, Nebi de “Hiç mü’min pis olur mu?” (heli’l-mu’min yences) diye onun Yahudi kültüründen kaynaklanan bu algısını reddetmişti (Buhari, Gusül, 23; Müslim, Hayz, 371).

[19] Ebu İshak es-Sa’lebi, ‘Arâisu’l-Mecâlis, Kahire 1321, s. 20.

[20] Ayrıntısı için şu eserimize bkz: Yahudileşme Temayülü, s. 306-311.

[21] Bkz: Age, s. 233.

[22] Olayın aslı ve ayrıntılı bir yorumu için şu eserimize bkz: Üç Muhammed, s. 43-47.

[23] Taberi, Maide 93’ün tefsirinde şu rivayeti nakleder: “Birtakım sahabiler Osman b. Maz’un’un evinde toplandılar ve dediler ki: “Hıristiyanlar kendilerine bazı şeyleri haram kıldılar. Biz de onlar gibi bir kısım nimetleri kendimize haram kılmadıkça takvaya eremeyiz…” Burada sayılan örnekler ve daha fazlası için Yahudileşme Temayülü isimli eserimize bkz.

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar