Zuhruf: Meta Simgesi

Kur’an’a göre metâ dünyevileşmeye; dünyevileşme de (Allah’a ve manevi değerlere) yabancılaşmaya sebep olur. Yabancılaşma, temelde metâya sahip olanların sorunudur, ama metâ-sahibi sınıflar, zamanla toplumu da ifsat ederler ve onu kendi zihniyet kalıbına dökerler! O zaman maddi veya manevi helak kaçınılmazdır!

Zuhruf: Meta Simgesi

Kur’an’a göre metâ dünyevileşmeye; dünyevileşme de (Allah’a ve manevi değerlere) yabancılaşmaya sebep olur. Yabancılaşma, temelde metâya sahip olanların sorunudur, ama metâ-sahibi sınıflar, zamanla toplumu da ifsat ederler ve onu kendi zihniyet kalıbına dökerler! O zaman maddi veya manevi helak kaçınılmazdır!

Kur'an'i Hayat Dergisi

              

Kur’an, geldiği kültürel coğrafyanın ve halkın zihniyeti hakkında ilginç bilgiler veren bir kitaptır. Elimizde hiçbir tarih kitabı veya başka kaynak olmasa, sadece Kur’an yoluyla biz bugün “Ortadoğu” olarak bilinen coğrafyada yaşayan halkların din ve kültür tarihi hakkında yeterli bilgiye sahip olabiliriz. Zuhruf Sûresi, bu bakımdan bir istisnai örnek oluşturmaz ama Arapların ve onlarla aynı tarihi paylaşmış başka halkların zihniyeti ve inançları konusunda önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Bu Sûre’de, Arapların Hz. Muhammed karşısında sergiledikleri tavır, davranış ve zihniyeti yansıtan bölümler bulunduğu gibi, bu kültürel coğrafyada isim yapmış üç peygamberi hakkında da anlatılar yer almaktadır. İbrahim, Musa ve İsa hakkındaki anlatıların ikili bir fonksiyonu vardır: Bir taraftan Arapların ortak hafızası üzerinden bir tartışmaya vesile olurken, diğer taraftan da evvelki kavimlerin ve peygamberlerin hikâyesi üzerinden bir ders vermektedir.

Zuhruf Sûresi, yapısı ve içeriği bakımdan Mekki bir suredir. 89 ayetten oluşan bu sûre orta uzunlukta bir pasajdır. Kur’an’ın “apaçık” bir kitap olduğu mesajıyla başlar ve neden Arapların böyle bir kitap karşısında direniş sergilediklerini uzun uzadıya anlatır. En sonunda onların “Allah fikri”ne yabancı olmadıklarını, fakat buna rağmen zihinsel ve ruhsal bir sapma içinde yaşadıklarını vurgular. Bu pasajdan hareketle Arapların temel zihniyet ve inançları hakkında şu saptamalarda bulunmak mümkündür:

  1. Araplar, tarihte bolca örnekleri olduğu gibi, sınırları (haddi) aşan bir halktır. Sınır (had) kavramı din, inanç ve hukukun en temel kavramıdır. Sınırları aşan bir halk adalet üzere değil, zulüm üzeredir.
  2. Yeniden dirilişe inanmadıkları gibi, dirilişi benzetme yoluyla anlatan Kur’an ayetleri üzerinde de düşünme gereği duymazlar. Kur’an’da diriliş, gökyüzünden düşen yağmurların yeryüzünü canlandırmasına benzetilir. Araplar, bu diriliş ve canlanmaya her yıl tanık oldukları halde, insanların öldükten sonra dirilebileceklerine ihtimal vermezler.
  3. Araplar kız çocukları hakkında önyargılı bir zihne ve ayrımcı bir tavra sahiptirler. Arap erkekler/babalar, kız çocukları olduğunu duyduklarında büyük bir öfke duyarlar.
  4. Araplar tarihsel ve kültürel anlamda bir cebir fikrine inanırlar. Kendi atalarının yolunda olmalarını, izlenmesi gereken zorunlu bir yol olarak görürler. Bu inanç sebebiyle “Eğer babalarınızın üzerinde bulunduğu dinden daha doğrusunu ve iyisini getirmişsem” diyen bir peygamberle sadece ironi yaparlar.
  5. Eğer bir peygamber gelecekse, bunun “iki şehir”den (Mekke ve Medine) birinde bulunan “büyük” bir adama gelmesi gerektiğine inanmaktadırlar. Çünkü elitist/seçkinci bir zihniyete sahiptirler. Yaşadıkları toplumda katı sınıfsal ayrımlar olduğu gibi zihnen de hiyerarşik ve eşitlikçi olmayan bir anlayışa sahiptirler.
  6. Araplar, Allah hakkında yanlış bir tasavvura sahiptirler. Yeryüzünde Allah dışında başka yüce varlıklar ve şahsiyetler bulunduğuna, dahası bunların şefaat etme hakkına sahip olduklarına inanıyorlar. Allah’ın çocukları olabileceğine ihtimal veriyorlar ve “melek”leri “Allah’ın kızları” olarak niteliyorlar.

Bu özellikler, Arapları anlamak için bize önemli ipuçları sunmaktadırlar. Fakat Zuhruf Sûresi, genelde insan, özelde ise Arap insanı hakkında bize daha önemli ve özgün bir fikir vermektedir. Bu fikir “Olmak” ile “Sahip Olmak” arasındaki ayrımla ilgilidir.[1] Gerek geçmişte gerekse çağımızda insan “Olmak” yerine, “Sahip Olma”yı seçtiği için büyük bir trajedi yaşamaktadır. İşte, Zuhruf Sûresi, isminden de anlaşılacağı üzere bu insanlık trajedisini anlatmaktadır.

Zuhruf Sûresi, adını 35. âyette geçen “zuhruf” (altın ve mücevher/süsler) kelimesinden almıştır. Konumuz olan 35. ayeti, kendi bütünlüğü içinde görmek ve anlamak için öncesi ve sonrasıyla birlikte görelim:

“Onlar: «Bu Kur’an, şu iki şehirden (Mekke ve Medine) bir büyük adama indirilmeli değil miydi?» dediler. Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. Eğer insanlar sapkın bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah’ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık. Daha nice altın ve mücevher ziynetler (zuhruf) verirdik. Çünkü bunların bizce hiçbir kıymeti yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden (meta) başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbin katında takva sahipleri içindir.” (43:31-35).

İlk ayetler, Mekkeli Arapların elitist zihniyetine işaret etmektedir. Onlar, bir kişi peygamber olacaksa bu toplumda zengin ve statü sahibi biri olmalıdır diye düşünüyorlar. Toplumun sınıfsal yapısı, çoğunlukla insan zihninin sağlıklı işleyişine olumsuz etki eden bir faktördür. Zihin, toplumsal hiyerarşiye göre yapılanmaktadır. Eğer Allah, içimizde bazı kişilere zenginlik ve statü vermişse, bunun doğal sonucu olarak peygamberlik gibi bir kutlu görevi de onlara tahsis etmelidir. Sonraki ayetler, sınıfsal farklılıkların Allah katında bir imtiyaz doğurmayacağı, bu farklılıkların işbölümünden kaynaklandığını ve Allah katında pek bir değer ifade etmediğini hatırlatmaktadır. Başka bir deyişle, kafalarındaki hiyerarşik zihniyetin geçerli bir akıl yürütme biçimi olmadığı anlatılmaktadır.

Sapkınlık ve inkâra vesile olmasa, Allah’ın onlara daha nice nimetler vereceğini hatırlatan ayetler, insanların önemli bir zaafına işaret etmektedir. Biriktirme ve mal-mülk elde etme gibi geçici menfaatler, insanın Allah’a yabancılaşmasına hizmet etmese, onlara neler verilebileceği söylenmektedir: Evlerine gümüşten tavanlar, üzerine çıkacakları merdivenler, evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar, daha nice altın ve mücevher ziynetler (zuhruf). Ama tüm bunların gerçekte Allah katında ayrıcalık doğuran ve sizi değerli insanlar haline getiren hiçbir özelliği yoktur!

Gümüş tavanlar, merdivenler, gümüş kapılar, yaslanacakları koltuklar, altın ve mücevherler, işte tüm bunlar “meta”dan başka bir şey değildirler. Sözlükte “gelişme, en iyi duruma gelme, uzama, büyüme” gibi anlamlara gelen mütû‘ masdarından isim olan metâ‘ kelimesi (çoğulu emtia), “insanın elde edip yararlanmak istediği her türlü maddî değer ve ihtiyaç maddesi demektir. Meta terimi iktisatta da kullanılır. Karl Marx, "Kişisel tüketime değil de, satışa, pazarda değişime ayrılan ürünlerin üretimine, meta üretimi” olarak adlandırır. Meta üretimi, kapitalizmin özüdür. Kapitalist sistemde, her şey pazar için, başka bir deyişle kar etmek için üretilir. Fıkıh literatüründe metâ, özellikle giyim-kuşam, mefruşat ve süs eşyaları gibi insanların ihtiyaçlarını doğrudan gideren dayanıklı malları ifade eder. Dolayısıyla kullanılarak tüketilen dayanıksız şeyler kelimenin kapsamına girmez.

Kur’an, metâ kelimesine, genellikle olumsuz bir anlam yükler, bu; kavramın kapsamına giren şeylerin değersiz olduğu anlamına gelmez. Bilakis bunlar, insanların gözünde çok değerli şeylerdir. Öylesine değerli şeylerdir ki, onlara “sahip olmak”, insan “olmak”la da eş anlamlıdır. Metâ sahibi olanlar birinci sınıf insanlar, metâ sahibi olmayanlar ise ikinci sınıf, belki de insan sayılmazlar. İşte, Zuhruf Sâresi ve Kur’an’da yer alan başka ayetler bu noktaya parmak basmaktadır. Oysa Kur’an açıkça şunu ilan eder: İnsan “olmak” için metâya “sahip olmak” gerekmez! Hatta metâya sahip olmak, sizin insan oluş sürecinizin önünde bir engel olabilir.

Niçin engeldir?

Gelin Zuhruf Sûresi’nin başındaki ilk ayetlere dönelim ve bunun sebebini açıklayan ayetleri okuyalım: “Haddi aşan bir topluluk oldunuz diye vazgeçip Zikir’le (Kur’an’la) sizi uyarmaktan geri mi duralım? Hâlbuki daha önceki toplumlara da nice peygamberler göndermiştik. Onlar da kendilerine gelen her peygamberle alay ettiler. Biz, onlardan daha kuvvetli toplumları da helâk ettik. Bunun geçmişte örnekleri vardır.

Tarihte kendilerini güçlü-kuvvetli gören toplumlar haddi aşmışlar, yani Allah’ın koyduğu sınırları zorlamışlar ve keyfi bir hayat yaşamaya yönelmişlerdir. Kendi güç ve kuvvetlerine güvenerek kibre kapıldıkları yetmiyorlar gibi hemcinslerine de zulmetmişlerdir. Aşırı birikim ve gücün, insanlarda nasıl bir güç zehirlenmesine sebep olduğunu, hem tarihsel örnekleriyle hem de günümüzdeki örnekleriyle açıkça gözlemliyoruz. Metâya sahip olanlar, bunu kendi yetenek ve zekâlarına bağlı olduğunu düşündükleri için kendilerinin başkalarından da üstün olduğu fikrine ulaşmaktadırlar. Bu, hem bireyler ve gruplar hem de toplumlar ve uluslar için geçerli bir durumdur.

Bir insan ve toplum ne kadar çok metâya sahip olursa, o kadar dünyevileşir. Dünyevileşmenin sonucu ise körleşme ve sağırlaşmadır. “Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar. Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına, “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!” der. Onlara, “(Bu temenniniz) bugün size asla fayda vermez. Çünkü zulmettiniz. Hepiniz azapta ortaksınız” denir. Sağırlara sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin? (43:36-40).

Mal biriktirme hırsı ve mal-mülkiyet yoluyla güç ve kuvvet elde etmek, tüm zamanlarda insanın temel motivasyonu olmuştur. Metâya sahip olmak, metalaşma sürecini de beraberinde getirmektedir. Metalaşma süreci, kar etmek üzere her şeyi alınıp satılan bir nesne haline dönüştürmesidir. Kar etme hırsı, -ki bu bugün kapitalistin ve kapitalizmin temel güdüsüdür- insan ilişkilerini, manevi değerleri ve inançları da metalaştırma sürecine tabi kılar. Bu ya bu değerleri ana hedef olan kar etme güdüsü doğrultusunda istismar etme şeklinde olur ya da bu değerleri satın alma şeklinde olur. “Para her şeyi satın alır” şeklinde ifade edilen zihniyet aslında şunu söylemek ister: Ben parayla her şeyi elde edebilirim! Paranın her alanda iş gördüğü bir sistem metalaşmış bir sistemdir. Eğer para ve metâ her şeyi satın alıyorsa, cenneti de satın alabilir! Peygamberlik de paraya sahip olanın hakkıdır! İşte, Mekkeli Arapların zihniyeti tam da budur! Ve bu zihniyet sadece tarihsel olarak bir kavme mahsus değildir. İnsanlardan oluşan her kavim ve ulusun sorunudur.

Özetlersek; Kur’an’a göre metâ dünyevileşmeye; dünyevileşme de (Allah’a ve manevi değerlere) yabancılaşmaya sebep olur. Yabancılaşma, temelde metâya sahip olanların sorunudur, ama metâ-sahibi sınıflar, zamanla toplumu da ifsat ederler ve onu kendi zihniyet kalıbına dökerler! O zaman maddi veya manevi helak kaçınılmazdır!

        

 

[1] Bu kavramsallaştırma meşhur Alman sosyal psikolog, psikoanalist, sosyolog ve düşünür Erich Fromm’a aittir. Onun “Sahip Olmak ya da Olmak” adlı kitabı çağdaş insanın bir eleştirisini yapar. 

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar