Kur’ân kaynaklı bir kültür oluşturamayan Müslümanlar, yabancı kültürlerin istilasını durduramamış, neticede o anlayışları İslam dini olarak kabullenmişlerdir. Kur’ân’dan uzak kalan nesiller, bu kültüre din olarak sarılmış ve sarılıyorlar. Kur’ân sadece okunmuş, içinde ne anlam olduğuna bakılmamış, böylece Müslümanın hayatından koparılmıştır. Hayattan uzaklaştırılan Kur’ân’ın yerini yabancı kültürler doldurmuştur.
Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur’an ayı ramazan ayında yoğunlaştırdığımız akıl ile vahyi buluşturma çabalarımızı bir sonraki ramazana kadar kesintisiz sürdürmek ferdî, ailevi ve ictimai hayatımızı bereketlendirecektir. Yeryüzünü imar etmek üzere halife olarak seçilen insan, dünyada kaldığı süre içerisinde vahye mutabık ve Allah’ın sınırlarına muvafık bir hayat inşa etmekle görevlendirilmiştir. Ne var ki, vahye mutabık bir hayatı inşa edebilmek için önce vahiyle inşa olmak gerekir.
Allah’ın Kitabı’nı Kendisinden daha güzel, doğru ve anlaşılır şekilde açıklayan bir yardımcı söz ve açıklamanın bulunmadığı müsellem bir hakikat olup Bayraktar Bayraklı Hoca’nın Kur’an’sız Müslümanlığın insanlığın dertlerine deva olmayacağını açıkladığı bir eserinde yer alan bilgileri uygun ara başlıklar ilave ederek özetle aktarmakta yarar görüyorum:
Bayraktar Bayraklı Hoca’nın Feryadını Duymak
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 2014 yılında emekli olan ve halen Çay Tv’de “Kur’an’dan Gönüle” programına düzenli katkı veren, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri (21 c.), Kur’an Meali, İslam’da Eğitim, Farabi’de Devlet Felsefesi, İmtihan Pedagojisi, Âyetlerin Işığında İman, İbadet ve Ahlak Üzerine Sohbetler, Kadın, Sevgi ve Temel Haklar, Mukayeseli Eğitim Felsefesi Sistemleri, Kur’an’da Değişim Gelişim ve Kalite Kavramları, Kur’an’da Hz. Peygamber, Din ve İletişim, Kur’an’da İçsel-Sosyal-Maddi Çevre Kavramları, Kur’an Ahlâkı, Kur’an’a Göre Müslüman Şahsiyeti, Kur’an’a Göre İdeal Toplum kitaplarının müellifi Bayraktar Bayraklı hoca, Kur’an’sız Müslümanlık isimli eserinde şu hayati tespitleri yapmaktadır:
“Yüce Allah’ın demediğini demiş gibi görüş beyan etmek Âl-i İmran, 78; Nahl, 116; En’âm 93 ve Hûd 18’e göre Allah’a iftiradır. Yüce Allah’a iftira edenler de zalimdir, iflah olmazlar ve lanete uğrayacaklardır. İsrâ 73-75. âyetlere göre dünya hayatının ve ahiret hayatının sıkıntılarını çekecekler. Bugün İslam âlemi bu sıkıntıları çekmektedir. Hâkka sûresinin 44-47. âyetlerine göre bu kurtarıcısı, engelleyicisi olmayan, şahdamarının kesilmesine götüren vahim bir davranıştır (s.ıx).
Bugün İslam âleminde yaşanan İslam dini, Kur’ân’dan kaynaklanan din değildir. Kur’ân’ın arkada bırakıldığı, devre dışı kaldığı ve dikkate alınmadığı bir din anlayışı ve uygulaması hüküm sürmektedir.” (s.xı).
Kültürün Dinleşmesine Bîgâne Kalmamak
“Kur’ân kaynaklı bir kültür oluşturamayan Müslümanlar, yabancı kültürlerin istilasını durduramamış, neticede o anlayışları İslam dini olarak kabullenmişlerdir. Kur’ân’dan uzak kalan nesiller, bu kültüre din olarak sarılmış ve sarılıyorlar. Kur’ân sadece okunmuş, içinde ne anlam olduğuna bakılmamış, böylece Müslümanın hayatından koparılmıştır. Hayattan uzaklaştırılan Kur’ân’ın yerini yabancı kültürler doldurmuştur. Nesiller boyu sürüp giden bu durum, kültürün dinleşmesine sebep olmuştur. Sözde din âlimleri Yüce Allah’ın Kur’ân’da ne dediğine, konuları nasıl çözümlediğine bakma, öğrenme ve öğretme yerine, geçmiş âlimlerin görüşlerini din olarak insanlara öğretmişlerdir.
Hele bir de buna mezhepleşmeler, “benim mezhebim, senin mezhebin” diye, kapanması imkânsız hale gelen ayrılmalar, ihtilaflar eklenince, iş çığırından çıkmış, din büyüklerinin görüşleri dinin merkezine yerleştirilmeğe başlamıştır. Yabancı kültürlerden gelen ama Kur’ân’a ters düşen anlayışlar din kisvesine bürünmüş, onlara dinin elbisesi giydirilerek Müslüman halka sunulmuştur. Halk cahil olduğu için, din kisvesine büründürülmüş bu anlayışların etrafında samimi olarak toplanmış, kültürü din olarak yudumlamış, hayatına tatbik etmeğe çalışmıştır. “Acaba doğru mudur? Kur’ân bunu onaylıyor mu?” diye sorgulayamamış ve böylece hurafelerin batağına gömülmüştür.” (s.xıı).
Dinleştirilen Kültürlerin Savaşına Odun Taşımamak
“Bu sorgulama ahlakı, Kur’ân’ın otoritesi ile yapılacağından, yanlış, hurafe ve çağdışı kalmış kültürün zincirlerini bir bir kıracaktı. Fakat tam tersi, sorgulanmayan kültüre, zincir üzerine zincir kattı ve katıyor; zincirin halkaları kalınlaşıyor ve uzuyor. Çünkü yanlışların, yalanların, hurafelerin ‘profesör’leri de yetişti ve yetişiyor. Kur’ân’dan uzak olan bu kültürün üniversitede yer alması ve din kisvesine bürünmesi artık kolaylaşmış; zihinleri tutsak etmiş, sorgulayanları acımasızca devre dışı bırakma gücüne ulaşmıştır. Sorgulayacak beyinlerin kimini zincire vurmuş, kimini avucunun içine alıp ezerek fırlatıp atmış, kimini din düşmanı ilan etmiş, kimini de mezhep düşmanlığı ile öldürme yoluna gitmiştir.
Yüce Allah’ın kendi uğruna malları ve canları ile mücadele yapmasını istediği Müslümanlar, mezhep uğruna birbirini öldürme yoluna gitmiş ve gidiyorlar! İşte bu savaş, dinleştirilen kültürlerin savaşıdır. Kur’ân’dan uzakta meydana gelen derin ihtilafların yer aldığı kültürlerin veya anlayışların savaşmasıdır bu. Yoksa, aynı Allah’a, aynı Peygamber’e, aynı Kitab’a inanan Müslümanlar niye savaşsınlar? Bizi savaştıran, hep o hurafeler, yanlışlar ve bağnazlıklardır.
İşte, bu ızdırabı çekerken, gönül tellerimiz titrerken dedik ki, bu yanlışların bazılarına parmak basalım, doğrusunu açıklayalım, gerekli sorgulamayı yapalım, Kur’ân’ın egemenliğini/ otoritesini devreye sokalım ve onun çözümlerine başvuralım (s.xııı).
Zihnimizi Kur’ân’a teslim ediyoruz; onsuz adım atmak, bir kelime bile konuşmak istemiyoruz. Biz şuna inanıyoruz: Mahşerde Yüce Rabbimiz bizi konuştuklarımız, yazdıklarımız nedeniyle sorgulayacaktır. O sorgulamaya samimi olarak inananlar, Kur’ân’ın uzağında kalamaz, onun kontrolünden çıkamaz, onun çözümlerine, açıklamalarına sırt çeviremez.” (s.xıv).
Kur’ân’ın Yeterliliğine Tereddütsüz İman Etmek
“İmam Hatip Okullarında, İlahiyat Fakültelerinde, Medreselerde öğretilen çok yanlış bir konu vardır: İslam’da icma, içtihat/kıyas. “Kur’an’da olmayanı sünnette, her ikisinde olmayanı icmada, her üçünde olmayanı içtihatta aramak gerekiyor” diyen bu öğretinin anlamı şudur: “Kur’an’da eksiklik vardır(!), sünnet de eksiktir, icma da; ve bunlar birbirinin eksikliğini doldururken, hepsinin eksikliğini içtihat doldurmaktadır. Kur’ân ise, ötekilerin eksikliğini dolduramaz!”
Bu öğretinin diğer bir anlamı da şudur: “Yüce Allah eksik vahiy, yani Kur’ân göndermiş; din adına ihtiyaçları gideremiyor, problemleri çözemiyor!” Bir başka anlamı ise; “Kur’an, değişen hayat şartlarını karşılamaktan acizdir, yetersizdir; geldiği çağa uygun düşmemekte, günümüze yakışmamakta, yeni problemleri, olayları çözümlemekte dar kalmaktadır! Onun bu eksik, aciz, dar kalan yönlerini sünnet, icma ve kıyasla gidermek zorundayız!”
İşte bu öğretiye “yanlış” diyoruz. Şimdi, bu yanlışı Kur’an ile sorgulayıp, doğrusunu yazmaya çalışacağız (s.179):
- Yüce Allah, bütün insanlığa ait olan, kıyamete kadar bütün nesilleri içine alacak kadar kapsamlı bir kitabı eksik gönderir mi? Bu bir çeşit ‘Allah’a iftira’ değil midir? Yüce Allah, tam bir kitabı göndermekten aciz midir? Yüce Allah, problemleri çözmekte, yeni ihtiyaçları karşılamakta aciz kalacak bir vahyi/kitabı niçin göndersin?
- Yüce Allah, Maide sûresinin 3. âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim. Nimetlerimin tamamını size bahşettim ve sizin için din olarak İslam’ı uygun gördüm.” Ayetin bu kısmında, “ikmal” ve “tamamlama” kelimeleri yer almaktadır. Ayetin bu kısmında geçen din kelimesi Kur’ân’ın kendisidir. Kur’ân vahyi tamamlanınca, din de tamamlanmıştır. Yüce Allah “kemâle erdirdim, tamamladım” derken, biri kalkıp “Kur’ân eksiktir, onda olmayanlar vardır” diyebilir mi? ‘Eksik Kur’ân’, ‘eksik din’ ve ‘eksik İslam’ deme hatasını, zulmünü işleyenlerin hali nicedir ve nice olacaktır?
- “Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem, elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yunus, 15). Allah Rasulü eksik bir vahye uymuş, eksik bir dinin ardından gitmiş ve eksik bir vahyi mi tebliğ etmiştir? Tâbi olduğu vahiy eksik olunca, kendi sünneti nasıl tamam oluyor? O zaman, eksik bir vahyin eksik peygamberliğini yapmış olmaz mı? Eksik vahyin tam peygamberliği olur mu?
- “Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?” (Ankebût, 51). Allah Rasulü bu âyeti açıklarken şöyle dedi: “Kur’ân ile yetinerek başka bir şeye ihtiyaç duymayacak hale gelmeyen, bizden değildir.” (Buhari, Tevhid, 44; Ebu Davud, Vitir, 20). (s.180).
Bu âyet ve hadis bize şunu söylemektedir: Din adına Kur’ân yeterlidir. Dini başka yerde arayamayız. Allah Rasulü, dini kendinde veya başka yerlerde aramadı; dini Kur’ân’da aradı. Çünkü Yüce Allah, Kur’ân’ın yeterli olacağını söyledi. O halde, dini öğretirken “Kur’ân’da olmayanı şuralarda arayacağız” diye bir öğreti çok tehlikelidir. Din büyüklerinin ve âlimlerinin söylemleri, kültür olmaktan öteye geçemez. Hz. Peygamber’in sünneti de dinin tatbikatıdır. Zaten peygamberin böyle bir görevi olduğunu da Kur’ân koymaktadır.
Mesela, namazın nasıl kılınacağını Kur’ân belirlemiş, tatbikatını Hz. Peygamber yapmıştır. Bu durum, Kur’ân’da olmayanı Kur’ân’a koymak, ya da Kur’ân’daki eksikliği tamamlamak, gidermek anlamına alınmamalıdır. Namazın kılındığı, Kur’ân’da geçmektedir. Namazın nasıl kılınacağını Cebrail öğretmiştir. Şimdi kalkıp “Kur’ân’da namazın rekâtları, nasıl kılınacağı var mı?” deyip de Kur’ân’ı eksik göstermenin ne anlamı vardır? Kur’ân’da namazın kıyamı, rükûu, secdesi, kıraatı, subhanekesi, tahiyyesi, Fatiha’nın okunuşu yer almaktadır. Öyleyse, “Kur’ân rekâtı, nasıl kılınacağını bildirmedi; bu boşluğu sünnet doldurdu” diyemezsiniz. Tatbikatını yapan, hükümleri hayata geçiren Hz. Peygamber, Kur’ân’ın boşluğunu doldurmuyor, eksikliğini gidermiyor; dini, yani Kur’ân’ın emirlerini yerine getiriyor. Emirler öyle yerine getirilecektir diye, öyle yapıyor.
Yüce Allah abdesti nasıl alacağına, abdestin nasıl bozulacağına, kıyamına, rükûuna, secdesine, Kur’ân okumasına, namaz vakitlerine kadar anlatıp emir verdi; sana düşen bunu yerine getirmektir, yoksa Kur’ân’a eksik deyip eksikliği doldurmak değildir.” (s.181).
Kur’ân’ın Kılavuzluğuna Güvenmek
Yüce Allah Kur’ân’ı şu âyetleriyle tanımlıyor:
- “Şüphesiz bu Kur’ân, dosdoğru olana götürür.” (İsrâ, 9). Peki, olmayanı olan, eksik bir kitap, dosdoğru olana nasıl götürecek, dosdoğru olanı nasıl gösterecek?
- “Biz bu kitabı sana sadece, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da rehber ve rahmet olsun diye indirdik.” (Nâhl, 64). Eksik olan, olmayanı bulunan bir kitap, ihtilafları nasıl çözer, nasıl rehber ve rahmet olur?
- “Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye, sana kitabı bir amaç için indirdik. O halde, ihanet edenlere taraf olma!” (Nisâ, 105). Hâşâ, Kur’ân eksik olunca, Yüce Allah’ın göstereceği şey de eksik olmaz mı? Hedef aldığı amaç tam olabilir mi? Tam olan şeyi, eksik olan şeyle gösterebilir misiniz?
- İbrahim sûresinin 1. âyetine göre Kur’ân, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak, Allah’ın yoluna çıkarmak için gönderilmiştir. Eksik olan bir kitap ile Hz. Peygamber bunu nasıl yapacaktır? Kendisi tam olmayan, eksik olan, olmayanı bulunan bir kitap, insanlığı karanlıklardan alıp da nasıl aydınlığa çıkarabilir?
- Nahl sûresinin 89. âyetinde Yüce Allah, Kur’ân’ı “her şeyi açıklayan hidayet, rahmet kaynağı ve müjde veren” olarak tanımlamaktadır. Din adına içinde her şey olmayan bir kitap, her şeyi nasıl açıklar? (s.183).
Din eğitimi alırken ve din halka anlatırken ‘Kur’ân’da eksikliğin, olmayanın olduğu’ şeklinde öğretide bulunmak, hem Allah’a, hem Kur’ân’a ve hem de Hz. Peygamber’e hakarettir. Bir bakıma Yüce Allah’a; “Sen bize eksik vahyettin, eksik kitap gönderdin, biz onu sünnetle dolduracağız; Hucurat sûresinin 16. âyetinde olduğu gibi dinimizi Allah’a öğreteceğiz; Yunus sûresinin 18. âyetinde olduğu gibi göklerde ve yerde Allah’ın bilmediğini O’na haber vereceğiz!” demektir. Böyle bir öğreti olamaz. Kur’ân’ın içeriğini öğretmeden, öğrencilere bunu öğretmek zulümdür, Kur’ân’a iftiradır.” (s.184).
Kur’ân’ın mesajını hakkıyla anlamak, anladığını hayata tatbik etmek ve insanlara açık seçik şekilde anlatmak için büyük bir çaba ortaya koyan, bid’at ve hurafelerle yılmadan mücadele eden muhterem Bayraktar Bayraklı hocamıza ümmet adına büyük önem taşıyan ilmî ve fikrî mesaisinden dolayı müteşekkiriz. Rabbim ömrünü sağlıklı ve müzdâd, ilmini daima müstefâd eylesin.
Hayatını hevasıyla veya gaybten haber aldığını iddia eden yalancıların şaibeli ilham ve rüyalarıyla değil, Allah’ın son vahyi Kur’an ile inşa çabasında olan; Kitab’a varis olmaya çalışan, Muhammed İkbal’in dediği gibi ölürken değil yaşarken Kur’an ile buluşan ve Kur’an’ı kendisine iniyormuşçasına okuyan; duygu, düşünce ve davranışlarını vahyin terbiye ettiği; tasavvurunu, aklını, şahsiyetini ve nihayet bütünüyle hayatını vahyin inşa ettiği muhlis, muhsin ve muslih mü’minlere selam olsun…
Yorumlar