Tefsir yazımının tarihsel sürecine baktığımızda nüzul tertibi yöntemi kullanılmadan önce Kur’an’daki surelerin Mekki mi Medeni mi olduğu ile ilgili çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Nesih meselesinin gündeme gelmesi ile ayetlerin öncelik sonralık açısından değerlendirilmesi de bu ayırımın yapılmaya çalışılmasında lokomotif olmuştur diyebiliriz.
Kur'an'i Hayat Dergisi
Müfessirler Kur’an’ı Kerim’i tefsir ederken temelde iki tür yönteme dayanmışlardır: Rivayet ve dirayet. Rivayet yöntemini kullananların başlıca kaynakları Kur’an, hadisler, sahabe ve tabiinin sözleridir. Dirayet tefsirinde ise bu kaynakların yanında dilin imkanları ve içtihad da kullanılmıştır. Peygamberimizin “Kur’an’ı kendi görüşüyle tefsir eden kimse cehennemdeki yerine hazırlansın” [1] hadisinden yola çıkarak bu yönteme karşı gelenler çok olmuştur. Ancak tüm bu eleştirilere rağmen yaşanılan çağın gerekleri, Kur’an’ın düşünmeye ve akla yaptığı vurgu nedeniyle dirayet tefsiri alanında eserler veren alimlerin sayısı gün geçtikçe çoğalmıştır.
Tefsir yazımı tarihine baktığımızda rivayet ve dirayet yöntemlerinden yola çıkılarak Klasik ve Çağdaş Tefsir Ekollerinin oluştuğunu görürüz. Klasik Tefsir Ekolleri; Mezhebi Tefsir Ekolleri (Mutezili, Şii, Harici ekoller), Fıkhi Tefsir Ekolü ve İşari Tefsir Ekolü olarak kendi içinde ayrılırken; Çağdaş Ekoller ise Konulu Tefsir Ekolü, İçtimai Tefsir Ekolü ve Bilimsel Tefsir ekolü olarak üç bölümde ele alınmıştır.
Çağdaş ekollerden olan İçtimai Tefsir Ekolü, pozitivizmin etkili olduğu 19. asrın son çeyreğinde ortaya çıkmıştır. Kur’an mesajını iletmekten uzaklaştıran geleneksel yaklaşıma karşı, vahyi indiriliş amacına uygun bir şekilde insanlara ulaştırmayı; sosyal, kültürel ve siyasal sorunlara Kur’an’dan çözüm getirmeyi amaçlayan tepkisel bir tefsir akımı olduğu söylenebilir. Nüzul tertibine göre yapılan tefsir, o zamanki dönemi ve sorunlarını anlayarak, vakıa ve akabinde inen vahiyden hareketle yaşadığımız çağın benzer problemlerine ışık tutması amacıyla kaleme alınmıştır. Bu nedenlerden ötürü içtimai tefsir ekolü içinde zikredilmektedir.
Tefsir yazımının tarihsel sürecine baktığımızda nüzul tertibi yöntemi kullanılmadan önce Kur’an’daki surelerin Mekki mi Medeni mi olduğu ile ilgili çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Nesih meselesinin gündeme gelmesi ile ayetlerin öncelik sonralık açısından değerlendirilmesi de bu ayırımın yapılmaya çalışılmasında lokomotif olmuştur diyebiliriz.
Nüzul sırasına göre tertip ise 19.y.y’ın ikinci yarısında müsteşrikler tarafından yapılmaya başlanmış. Kur’ân’ın Hz. Muhammed’in zihninin bir ürünü olduğunu kabul eden müsteşrikler, onu kronolojik olarak okuyarak Hz. Muhammed’i ve onun zihin dünyasını anlamaya ve yorumlamaya çalışmışlardır. Müsteşriklerin kronolojik çalışmalara yönelmelerinin diğer sebebi ise Hz. Peygamber’in risâlet safhalarını, onun nasıl bir gelişme seyri izlediğini ve zamana göre davranışlarında tutarsızlık olup olmadığını anlamaya heveslenmeleridir. [2]
…sûrelerin nüzûl sırasına göre tertip edilerek tefsir edilmesi düşüncesi, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar, tefsir tarihi boyunca İslâm dünyasında gündeme gelmeyen bir husustur. Bu düşüncenin ilk izleri, öncelikle Kur’ân üzerine araştırma yapan ve onu Batı dillerine tercüme/tefsir etmeye çalışan kimi müsteşriklerin çalışmalarında görülmektedir. Meselâ Gustav Weil (ö. 1889), William Muir (ö. 1905), Theodor Nöldeke (ö. 1930), Hubert Grimme (ö. 1942), Hartwig Hirschfeild (ö. 1934), Richard Bell (ö. 1952) ve Regis Blachere (ö. 1973) gibi müsteşrikler birbiri ardına nüzûl sırasına göre tertip edilmiş sûre listeleri sunmuşlardır. Oryantalistlerin gündeme getirdikleri Kur’ân sûrelerini nüzul sırasına göre tertip etme fikri, daha sonra Hint alt kıtası ve Mısır’lı bazı çağdaş yazarlar tarafından gündeme getirilmiş ve bu süreç İslâm dünyasında nüzûl sırasına göre yazılan tefsirlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak bu düşünceyi pratiğe döken ve sûrelerin nüzul sırasını esas alarak Kur’ân-ı Kerîm’in tam tefsirini yazan/yapan ilim adamları, bilebildiğimiz kadarıyla Sûriye (Filistin), Türkiye ve son olarak da Fas’tan çıkmıştır.
Bilindiği üzere sûrelerin nüzûl sırasını esas alarak tefsir yazan ilk kişi, Filistin asıllı (ve fakat ilmî hayatının yaklaşık dört yılını Türkiye’de, geri kalan kısmını da Suriye’de geçirmiş ve orada medfun olan) müfessir Muhammed İzzet Derveze’dir (1888-1984). Müellifin yazmış olduğu etTefsîru’l-Hadîs isimli eseri, İslâm dünyasında ses getirmiş ve nüzûl sırasını esas alan tefsir yazımları bu eserden sonra hız kazanmıştır. İzzet Derveze’nin tefsirini yazdığı yıllarda, sûrelerin nüzûl sırasını esas alarak tefsirini yazan bir diğer Suriyeli âlim, Abdulkadir Molla Huveyş Ali Gazi elFurâtî ed-Deyrezûrî’dir (ö. 1978). Sûfi eğilime sahip ed-Deyrezûrî, İslam Hukuku alanında eğitim görmüş ve uzun yıllar hâkimlik yapmış bir hukukçudur. Sûrelerin nüzul tertibini esas alan tefsirinin adı ise et Tefsîru’lBeyânî’l-Meânî’dir. Aynı şekilde Suriye’nin son dönemde yetiştirdiği en önemli âlimlerden birisi olan Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydânî (1927-2004) de Meâricü’t-Tefekkür ve Dekâiku’t-Tedebbür ismini taşıyan ve sûrelerin nüzûl sırasına göre tertibinin yapıldığı bir tefsir yazmıştır. Ülkemizde sûrelerin nüzûl sırasına göre tertibini esas alan ilk tefsir, birinci baskısı 2006 yılında yayımlanan Mehmet Zeki Duman’a ait “Beyânu’lHak: Kur’ân’ı Kerîm’in Nüzûl Sırasına Göre Tefsiri” isimli çalışmadır. Son olarak Fas’lı düşünür Muhammed Âbid el-Câbirî de tefsirini, Kur’ân’ın nüzul sürecini göz önünde bulundurarak yazmıştır.[3]
Çağdaş tefsir ekolleri de birbirinden çok ince çizgilerle ayrılmış olmadığının altını çizmek gerekir. Nüzûl sırasına göre tefsir çalışmalarının Kur’ân’ın bütünlüğüne dikkat etme hususunda konulu tefsiri de etkilediği söylenebilir. Çünkü konulu tefsir yönteminde konuyla ilgili ayetlerin mümkün mertebe nüzûl sırasına göre değerlendirilmesi vurgulanmaktadır. Bu açıdan iki yöntem arasında bir bağ kurmak mümkündür. Esasen nüzûl sırasının siretle iç içe geçirilmesi hadislerin de Kur’ân tefsirinde daha içkin olmasını intaç eder. Siret bilgisi bir yandan ayetlerin daha somut biçimde anlaşılmasına yardımcı olurken; diğer yandan Kur’ânî perspektif de tarihî verilerin eleştirel okunmasına katkıda bulunur. Böylece gerçekçi bir tarih algısı inşa edilebilir. Nüzûl ortamının tahlili Kur’ân dilinin daha iyi anlaşılmasına katkı sunar. Çünkü dil kültürün taşıyıcısıdır. Kur’ân’ın indiği kültür havzasını Kur’ân paralelinde okuduğumuzda birçok muğlâk gözüken ifade kendisini ifşa edecektir.[4]
Kur’an okumaya başlayan biri konuların serpiştirilerek anlatıldığını görür. Bir yerde konu başlarken diğer bir yerde ayrıntıya girilir, bir başka yerde konu daha da derinleştirilebilir. Kur’an’dan bir konu araştırılacağı zaman indiriliş sırası ile mushaf sırası aynı sırayı izlemediği göz önünde tutularak okuma yapmak gerekir. Bu bağlamda Kur’an’ın tamamında bir inceleme yapmak zorunluluğu olduğu açıktır. Kavramlardan bahsetmeden önce kavramın geçtiği pasajın Mekke’de mi yoksa Medine’de mi indiğini bilmek önemlidir. Toplumu yavaş yavaş inşa eden bu hitapta kullanılan kavramların zamanla bağlamlarının değişmesi metnin ne kadar diri olduğunun adeta bir kanıtıdır. Kavramların indiği yer ve zamana göre değişikliğine birkaç ayet üzerinden bakarsak; Ankebut 29/69. ayette[5] cihat kelimesi fedakarlık vurgusu taşırken, En’am 6/109.ayette[6]; var gücüyle anlamına gelmektedir. Ankebut 29/8. ayette[7] ise cihatta, zorlamak manası vardır. Medine’de inen Bakara 2/190. ayetinde[8] ise cihatın savaş anlamı kazandığı görülür. Bu örnekten de görüldüğü üzere kavramlara doğru anlamlara yüklemek, surenin Mekki mi Medeni mi olmayı bilmekle dolayısıyla da nüzul sırasını bilmekle doğrudan ilgilidir.
Şunu unutmamak gerekir ki Kur’an, 23 yıllık zaman zarfında peyderpey (tenzilen, müneccimen) indirilmiştir. Rabbimizin bildirdiği[9] üzere bunun pek çok sebebi vardır. Ayetler; kimi zaman vuku bulan olaylar üzerine inerek hadiselerin gerçek yüzünü ortaya çıkarır, yapılan yanlışları düzeltir, muhataplarına meydan okur, münafıkları deşifre eder; kimi zaman müminleri teskin ve teselli eder, Peygamberimizi kalben sağlamlaştırır; kimi zaman da tedricen getirdiği hükümlerle bireyden başlayarak toplumu ahlaken inşa eder. Pek çok yerinde hakkı haykırmak ve batılı hükümsüz kılmak için geldiğini tekrarlar. Kur’an bir seferde toplu bir şekilde indirilmemesiyle, ve zaman zaman Peygamberin hayatında bahsetmek istemeyeceği konulara değinerek bu hitabı kendisinin kaleme almadığını, uydurmadığını adeta ispatlar.
Nüzul sırası ile yapılan tefsirin de aynı dirayet tefsirinin gereksizliği ve yöntemin yanlışlığı konularında yapılan eleştirilere maruz kaldığını söyleyebiliriz. Bugün bile bazı çevrelerce nüzul sırasına göre yapılan çalışmaların faydasız ve yeni bir arayışın mahsulü olduğu düşünülmektedir. Genellikle eleştirinin merkezinde, “eğer Allah murad etseydi mesaj nüzul sırasına göre sıralanmış bir şekilde indirirdi” vurgusu vardır. Mushaf sırasının -ki bu sıranın tevkifi olduğu ön kabulü ile- bir hikmeti olduğu ve bunun değiştirilmesinin kimseye bir fayda sağlamayacağı gibi zararının çok olacağı savunulur.
Buna mukabil nüzul tertibini baz alarak ürün ortaya koyanlar, çağın getirmiş olduğu ihtiyaçların bu ve buna benzer çağdaş -klasik olmayan- tefsir yöntemlerin kullanılması gerektirdiğine inanır. Kur’an’ın mesajının anlaşılması, hatta Kur’an’la yeni tanışan birinin Kur’an’ın ayetlerini birbirinden kopuk ya da çelişkili bulmaması ve okumaya devam etmesi için yapılan bu çalışmalar birer zorunluluktur. Nüzul sırasına göre yapılan okumaların hitaba muhatap olan kişi üzerindeki dönüştürücü etkisinin büyük olacağı düşünülür. Kısacası İslam’ı yeniden anlama ve tanıtma ihtiyacı bu tefsir yönteminin gelişmesine neden olmuştur denilebilir. Nüzul sırasına göre yapılan tefsirlerde ana gaye, ayetlerin, indiği zaman ve zemin içinde değerlendirilerek toplum hakkında daha sağlıklı sosyal ve psikolojik analizler yapılmasını sağlamak ve bu sayede mesajı çağa taşımaktır.
Sonuç olarak nüzul sırasına göre yapılan tefsirin Kur’an’ı yaşamak üzere yola çıkmış bir talebe üzerinde bıraktığı tesiri bu çalışmaların başarısı olarak düşünmek gerekir. Geçmişte yapılmış olan geleneksel tefsir anlayışına göre yapılan çalışmaları görmezden gelmek ne denli yanlış ise eserlerini ve yöntemlerini kutsamanın da o denli yanlış olduğunu bilmek gerekir.
[1] Tirmizî, “Tefsîr”, 1
[2] Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
2013/1, c. 12, sayı: 23, ss. 183-201.
[3] http://bilimname.erciyes.edu.tr/sayilar/201101/20110103.pdf
MUHAMMED ÂBİD EL-CÂBİRÎ VE FEHMÜ’L-KUR’ÂNİ’L-HAKÎM
İSİMLİ TEFSİRİNDEKİ METODU, Şahin Güven
[4] https://dergipark.org.tr/download/article-file/85689
Kur’ân’ın Nüzûl Sırasına Göre Tefsir Edilmesi, Hikmet Koçyiğit
[5] “Ama dâvâmız uğrunda var gücünü (cihat) harcayanları, elbette kendi yollarımıza yönelteceğiz: ve şüphesiz Allah iyi ve erdemli olanların yanındadır.”
[6] “Şimdi kendilerine bir kudret delili gösterilmesi hâlinde bu vahye iman edeceklerine dair var güçleriyle (cihat) yeminler ediyorlar. De ki: “Tüm kudret delilleri Allah katındadır!” Ve farkında değil misiniz ki, onlara bir kudret delili gelmiş olsaydı dahi yine de inanmazlardı”
[7] . “Ve zaten insanoğluna anne-babasına iyi davranmasını biz tavsiye etmiştik. Fakat, eğer hakkında bir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi Bana ortak koşman için seninle mücadele (cihat) ederlerse, asla o ikisine itaat etme: dönüşünüz sadece Banadır; işte o zaman Ben, yapıp ettiklerinizi size bir bir haber vereceğim”
[8] “Size karşı savaş açanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat saldırganlık yapmayın! Allah saldırganlık yapanları sevmez.”
[9]“… onu hep okunan bir Kur’an kılmak için bölüm bölüm açıkladık (ki), üzerinde dura dura onu insanlara okuyasın; çünkü Biz de onu, (hayata geçirsinler) diye dura dura, parça parça indirmiştik.” İsra 17/106
“Bir de inkârda ısrar edenler dediler ki: “Kur’an ona topyekûn olarak tek bir seferde indirilseydi ya!” İşte Biz, bütünü oluşturan parçaları ait oldukları yere biri diğerini açıklayacak şekilde yerleştirerek, onunla senin iç dünyanı inşâ edip pekiştirelim diye böyle yaptık.” Furkan 25/32
Yorumlar