Kur’an kendini açıklayan bir kitaptır. Bize düşen her tür beşerî literatür ve İsrailiyat’ın etkisinden kurtularak, sadece Kur’an’la Kur’an’ı anlamaktır.
Kur'an'i Hayat Dergisi
Allah’ın kullarına rahmet eli olan vahyin inzal ediliş maksadına yaklaşmak için, Kur’an terminolojisinin bir sistem dâhilinde çalışılması zaruridir. Semantik sistem usulüyle çalışmak, Kur’an’ı anlama yolculuğunda müktesebata mahkûm olmaktan kurtaracağı gibi, çalışılan konuyu Kur’an semantiğine uygun anlamayı da kolaylaştıracaktır.
Allah’ın kitabı bir beşerin onayına muhtaç olmaktan münezzehtir. Çünkü Kur’an, el Hakk olan Allah’tan inzal edilmiş, el Hakk olan Kitap’tır ve İslam’ın tek mutlak kaynağıdır. Kur’an’la uyum sorunu olan bir iddianın İslam muamelesi görmesi kesinlikle yanlıştır. Çünkü Allah’ın kitabı ile aramıza beşerî olan konulduğunda, ilahi olandan uzaklaşılmaktadır. Hâlbuki birinin doğru dediğine her zaman bir başkası yanlış diyebilir. Buna meal ve tefsirler ve hatta bu çalışma da dâhildir. Öte taraftan Allah Hud suresinin başında kitabın ayetlerinin kendisinden başkasına kulluk edilmemesi için tafsilatlandırılarak açıklandığını ve tahkim edildiğini haber verir. Bunu şöyle anlamak gerekir: Kur’an kendini açıklayan bir kitaptır. Bize düşen her tür beşerî literatür ve İsrailiyat’ın etkisinden kurtularak, sadece Kur’an’la Kur’an’ı anlamaktır. Kur’an terminolojisinin çok temel kavramlarından biri olan helak, böyle bir çalışmanın sonucunda hazırlanmıştır.
Helak konusu bilindiği üzere gelenekte kısaca şöyledir: Zalimlerin zulmü ayyuka çıkınca Allah, içlerinden bir peygamber görevlendirir. Allah’ın resulleri tebliğ yapar ve kavmini yaptıklarından vazgeçirmeye çalışır. Ama onlar risaleti ve resule tabi olmayı kabul etmezler. Allah’ın resulü çok sıkıştığı ve artık bittim noktasına geldiği (resullerin bir kısmı da süreçte öldürüldüğünü biliyoruz) esnada, Allah, resulüne bir mucize verir (mucize konusu için “Kur’an’dan Mucizeye Bakmak” isimli çalışmamıza bakılabilir). Buna rağmen iman etmezlerse -ki etmedikleri için- Allah isyankâr ve günahkâr kavmi, topluca helak! eder. Yani onlar itaat etmedikleri ve haram fiilleri işlemeye devam ettikleri sırada, bir öldürülme çeşidi ile cezalarının dünyadaki kısmı infaz edilir. Ahirette ise zaten ebedi olarak cehennem azabı ile cezalandırılırlar. Hâlbuki aynı gelenek, dinde zorlama olmadığına da inanır. Öyleyse mucize ve sonrasında gelen helak, zorlama değil de nedir, diye sormak lazım. Dinde zorlamanın olmadığı zaten Kur’an’ın çok önemli ve en temel mesajıdır -ki Allah isteyen iman eder, isteyen inkâr eder[1] derken bir başka ayette de Allah dileseydi hepinizin iman etmesini sağlardı ama yapmadı[2] der. Öyleyse hem klasik helaka inanmak hem de dinde zorlama olmadığını düşünmek bir çelişkidir.[3]
‘Helak’ Kavramı Lügavi Çerçeve
Kelime; işin sonuna gelerek, sahip olunan saltanatı, tüm güç ve imkânlar ile kudreti[4] kaybetmek manasında kullanılırken, bu kayıp sadece ölenler için değil, yaşayanların kaybı için de kullanılıyor.[5] Kelimenin aynı zamanda ölmek, can verip dünyadan yok olmak, bir kişiyi veya şeyi mahvetmek, cezalandırmak, yıkıma uğratmak, azab (elindekini kaybetme veya mahrumiyet), tehlike, elden çıkmak, israf ederek harcamak, başını belaya sokmak, öldürmek, ölümüne sebep olmak gibi bir çok anlama gelir ve bu anlamların çoğu da Kur’an’da kullanılır. Ekinden hedeflenen verimin alınamaması ya da bir felaketle yok olması, ekinin helakı şeklinde kullanılıyor.[6]
“Helak”ı Nasıl Anlamalıyız?
Helakı doğru anlamak için öncelikle ilgili ayetler (bulunduğu pasajlar)den yol almak gerekir. Helak; dünyada verilen nimetleri suç işleme aracı yaparak şükretmeyenlere, o nimetlerden mahrum edilerek, yapılan kötülüğün ve işlenen suçların bedelini ödetmektir. Pragmatist anlayışla sadece ihtiyaç zamanında (Kur’an bu anlayışa harf üzere kulluk der[7]) Allah’ı hatırlayanlar, samimi olmaları için uyarılıyorlar.[8] Zamanın sahibi olan Allah o ümmetlere resuller gönderdiğini (onlar resule tabi olmayı reddedince), tazarruda (d-r-a/tazarru kelimesi; çocuğun meme emeceği annesi ve sütü sağıp hazırlayıp yedirecek kimsesi de olmadığı için, açlığın etkisiyle ineğin memesini emmek zorunda kalmasıdır. Terim olarak da kibir ve gururu terk etmek zorunda kalmak manasına gelir) bulunarak tevbe etmeleri için kıtlık, darlık ve yoksulluk imtihanıyla[9] azab (Azab: nimetin şükrü eda edilmeyince ondan mahrum edilmektir. Böyle anlamamızın en önemli delillerden biri de bu ayetteki kullanımdır) edildiklerini bildiriyor. Ardından da “hiç olmazsa bundan sonra tevbe edip kendilerini düzeltselerdi ya” deniyor. Fakat böyle olmadı, onlar tevbe etmeyince de kalplerinin katılaştığı haber veriliyor. Şeytan (kötülüğe öncülük edenler veya nefisleri) da yaptıklarını kendilerine güzel gösterdi.[10] Bu ayet bağlamı ile beraber değerlendirildiğinde, helakı anlamak için esas alınması gereken karine olduğu görülecektir. Zor zamanların ardından hevasına uyanların yine nimetlerle buluşturuldukları halde, geçmişte yaşadıklarını unutup zulmettikleri bildiriliyor. Allah da onların ardını (getirdik) kestik, yani zulmetme imkânlarını elinden aldık diyor. Ayeti böyle anlamamızın sebebi; zalimlerin zulüm ile abad olamayıp, eninde sonunda mağlup olacakları hakikatinden dolayıdır. Onlarla mücadelede başarılı olan müminlerin (bunlar kimdir sorusuna, tüm çağların salihleri ve öncüleridir diyebiliriz) şu ifadeleri ise tezimizi doğruluyor “zulme son vererek bizi buraya, bu beldeye hâkim kılma nimetini lütfeden alemlerin Rabbine hamdolsun”[11]
Allah’ın lütfettiği nimetlerle şükretmeyenlerin elindeki imkânların varlığı da onlara azabını artıracaktır. Bu itibarla şükürsüzlük de helaktır. Nitekim bu halleri, kâfir olarak can vermelerine sebep olacaktır.[12] Görüldüğü üzere zalimler zulmüne karşı öldürülerek (geleneksel helak) cezalandırılmamıştır. Tüm helak kıssaları, bu anlayışla değerlendirildiğinde, helakın bundan başka bir şey olmadığı görülecektir.
Yukardaki ayetlerle benzer içerikte pek çok ayet var.[13] Onlara büyük azaptan önce yakın ya da dünya azabını! tattıracağız, belki (yaptıklarından vazgeçerler de hakka) dönerler diye.[14]
Yaşadıkları arzda/yerde her tür imkân ve iktidar (numekkin/mekkenneehum) verilen nice nesiller, nimeti verildiği amaç doğrultusunda kullanmadıkları gibi onunla şımararak nankör (betirat/b-t-r) davrandılar.[15] Dolayısıyla hem kendilerine hem de başkalarına zulmettiler. Esasen o imkânlar, zulmeden sahiplerine bir hayr getirmediği için helak oldular.[16] Çünkü Allah’ın verdiği nimetler onların küfrünü artırmıştı, hayrını değil.[17] Allah bu zalimlere elçilerini “beyyinat”la gönderdi ve kendilerini düzeltmelerini istedi. Onlar da elçileri küçümsediler.
NİMETİ KÖTÜYE KULLANMAK, HELAK OLMAKTIR:
Zulmetmeyi tercih ettikleri için helak olanlar, Allah’ın kendilerine verdiği imkânları kötüye kullananlardır. Ayette şöyle deniyor: “Allah’ın azabı! onlara geldi ve duvarları çökmüş, çatıları üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem sarayları onlara hiç fayda vermediği gibi, hiç kimse de kendilerine yardım edemedi”[18] ve ibreti âlem oldular.[19] Allah helak ettiklerinin yerine, orada müminleri varis ya da halife kılacaktır. [20] Böylece Allah, galip Müslümanların nasıl davrandığına ve ne yaptığına bakacak ve adil davranıp davranmadığıyla değerlendireceği için onların da devranının uzun olup olmaması tercihleriyle şekillenecektir.
ÖLMEK VEYA YOK OLMAK ANLAMINDA HELAK:
Helak, fiziki anlamda ölmek, bu dünyadan yok olmak anlamında da kullanılır.[21]
Yusuf (as) [22] ve Meryem (as) ile oğlu İsa (as)’nın ölümlü oldukları ifade edilirken helak kavramı kullanılıyor. [23] Bu iki kullanımdan hareketle Yusuf (as)’ın her tür şeytani ayartmaya karşı gösterdiği burhan odaklı, ‘muhlasin’ duruşlu performansından dolayı,[24] onu yücelterek ilahlaştıracak ve metafizik-ilahi güç isnad edecek küçük bilinçlilerin, önü alınmış oldu. İsa (as) ve Meryem (as) için de benzer bir durum söz konusu. Fakat ne yazık ki ehli kitap Meryem (as) ve İsa (as)’ı ilahlaştırarak kendi kendilerini infaz ederek helak olmuşlardır! Oysa bunu yapanların el’ân ne kadar çok oldukları ve klasik görüşe göre helak (yok) da olmadıkları hepimizin malumudur. Dolayısıyla helakla kast edilen, dünyada ceza vermek için bir çeşit ölümle cezalandırma olsaydı, söze konu edilenlerin hiçbirinin yaşamıyor olması gerekirdi. Benzer yaklaşımı gösteren Müslümanların ehli kitaplaşanları da aynı duruma düşmüşlerdir.
ALLAH ĞAFUR VE RAHMAN OLDUĞU İÇİN HELAK ETMEZ:
Kim kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldığında, ondan yüz çevirip unutandan daha zalim olabilir!? Şüphesiz kulaklarında ağırlık olduğu için ne kadar hidayete (fıtri/akli yetilerini kullanmaya) davet etsen de onu işitmezler (çünkü onlar vahye karşı böyle davranmayı tercih ettiler [25]) akli yetilerini/h-d-y (çalıştırmadıkları için, akıl kalp ilişkisini kuramazlar) kalbine raptederek asla/ebeden tefakkuh (fıkhedemezler) edemezler.[26] Yani kendilerini vahiyle güncelleyemezler. Buna rağmen Rabbin, çok bağışlayarak (ğafr: bağışlayan, örten, koruyan, düzelten) rahmeti (şefkat ve merhameti, -ki o da belki tevbe ederler diye hayatı her tür imkânla yaşamaya devam etmelerini sağlamaktır) ilke edinmiştir.[27] Eğer yaptıklarının (fıtrata ve vahye arka dönmelerinin) karşılığını hemen/ verseydi, azab (onların canını alarak yaşamaktan mahrum ederdi) ederdi. Hayır böyle yapmadı, çünkü onlar vaad edilmişlerdendir/mev’id (onlara eceli müsemmasını sonuna kadar yaşama sözü verilmiştir.) Onlar (ömrünün sonunda) aşağılık/d-v-n (ve zelil) olmaktan asla kurtulamayacaklardır.[28] Görüldüğü üzere suçluların işlediklerine karşılık dünyadayken bir ölüm çeşidiyle (rüzgâr, sel, deprem, fırtına vb.) cezalandırılması, insanların adalet ve suç konusundaki mevcut beşerî algısıyla, zalimlerden haber verilen kıssalara yüklediği anlamlardır. Rahmet ve mağfireti ilke edinen Allah, hem böyle bir şey yapmaktan münezzehtir, hem de sözünden asla dönmez.
ECEL-İ MÜSEMMA OLMASAYDI TÜM SUÇLULAR HELAK EDİLİRDİ?
Suçlular (klasik görüşteki gibi) dünyada öldürme çeşitlerinden biri ile cezalandırılarak yok edilmezler” şeklindeki tezimizi destekleyen ayet,[29] helak-suç-ceza konularını nasıl anlamamız gerektiği konusunda çok önemli mesajlar içerir. “Eğer Allah insanları kazandıkları/kesbettikleri yüzünden hemen (dünyadayken) cezalandırmak için enseleydi, yeryüzünde hiçbir suçlu/daabbe kalmazdı veya yaşayamazdı. Ama böyle yapmadı, onları cezalandırmak için canını almadı. Allah suçluların cezasını ecel-i müsemmasını tamamlamasından sonrasına erteliyor. Bu ertelemenin sebebi, belki tevbe eder kendilerini düzeltirler diyedir. (Zaten mutlak akıbet için sorgulama ve hesaba çekilme de, kıyamet sonrası olacaktır ve o gün kimsenin kimseye faydası olamayacaktır.[30]) Çünkü herkes (inanan-inanmayan) eşit olarak eceli müsemmasını yaşayacak şekilde, Allah’ın koyduğu yasaya tabidir. Nihayet bu cezalandırma (canını alma ya da ebedi hüsran) ancak eceli müsemmanın sonunda ve vakti gelince olacaktır. “Allah kullarının farkındadır/fe innallahe ka ne bi ibadihi basiran.” Dolayısıyla insanlar günahları yüzünden dünyada bir felaketle öldürülerek helak edilmezler çünkü Allah, yarattığı her insanın kendisine verilmiş hayat imkânını (ecel-i müsemmasını) sonuna kadar yaşamasını vadetmiştir. Allah vaadinde durandır ama günaha dalmak, zaten helakın kendisidir.
HELAK, ÖLDÜREREK YOK ETMEK DEĞİLDİR:
Şu kesin olarak anlaşılıyor ki, Allah kullarının yaptığı her şeyin farkındadır (b-s-r). Lakin O, nihai cezayı yukardaki ayette bildirdiği gibi, belli vakte kadar (ecel), tehir etmiştir.[31]
Helakın öldürerek yok etme olmadığı Araf suresi 164. ayet bağlamında da dikkatimize sunulur. Zira ayette kavmin helakı, öldürülmesi değil, kötü hal üzere olan topluluğa/kavme tebliğ ve davetin zaruretine ve sorumluluğuna dikkat çekiliyor. Yoksa Allah’ın yok ettiğine nasıl tebliğ yapılabilir ki? Kim ne yapabilir ki?
Bir başka misal de yeryüzünde fesat çıkarmak ile nesli ve hars/kazancın veya imkânın helak edilmesi şeklindeki kullanımdır. Ayetteki bu kullanım, dünyadaki azab veya helak için kullanıldığı yerlerin tamamını doğru anlamamızı kolaylaştıracaktır. Yeryüzünde tüm bunları yapmakta bile bile ısrar etmek, ifsat veya fesadın bir parçası olmak zaten helak olmaktır.
İMAN ETMEMEK, KENDİNİ ELİYLE HELAK ETMEKTİR:
Zalim müşrikler azabı görünce, şirk koştuklarını inkâr ederek çeşitli manevralarla kurtulmaya çalışacaklardır. Çünkü kendilerinin/nefislerinin aleyhine olacak şekilde Allah’a iftira ederek yalan söylemişlerdir. Rasulullah’ı duydukları halde duymuyormuş gibi yaparak vahye tabi olmayan, dolayısıyla akıl-kalp irtibatını koparan veya engelleyen, Rasulullah ile tartışarak vahye ‘eskilerin masalı’ demeleri yetmiyormuş gibi, başkalarının da iman etmesini engelleyenler, aslında şuurunda olmadan kendilerini helak etmişlerdir. Onlar ‘nâr’ (yaptıklarının acı bedeliyle) ile karşılaştıklarında pişmanlıkla şöyle diyecekler: “’Keşke daha önce Rabbimize güvenseydik, ayetlerini yalanlamasaydık ve iman etseydik’, ama artık iş işten geçmiştir. Çünkü Allah onların yalancılar olduğunu haber veriyor.”[32] Bu ayet gurubundan anlaşıldığına göre Rasulullah’ın beraberindeki müşriklerin kendi kendilerini helak etmişlerdir. Oysa biz Rasulullah zamanındaki müşriklerin klasik anlamda bir helak yaşamadıklarını biliyoruz. Zaten ferdi helakın anlatıldığı pasajda da kimsenin dünyadayken günahlarına karşılık cezalandırılmak için öldürüldüğünden bahsedilmiyor. Fıtrata uygun davranmayıp iman etmemek ve şirk koşmak, başkalarının da şirkine öncülük etmeye, helak olmak denildiğine göre, müşrikler böyle davranarak helak olmuşlardır.
Allah’ın ayetlerine sırt dönenlerin nasıl cezalandırılacaklarıyla ilgili bir diğer ayet de, Taha suresindeki pasajda dikkatimize sunulur: Allah’ın zikrinden yüz çevirenler, sığ veya dar bir anlayışla yaşamaya mahkûm edileceklerdir (Vahyi reddetmek helak olmaktır zaten. Böylelerinin kıyamet günü de kör olarak (ama) haşredilecekleri haber veriliyor. Çünkü onlar dünyada Allah’ın zikrine karşı kör davranmışlardı. Allah’ın şükretmeleri için verdiği hayatı ve imkânları israf ederek iman etmeyenlerin cezası, işte böyle bir helak olacak. Burada sadece gıda, para, mal, mülk,yani ekonomi değil elbette. Allah’tan yüz çeviren biri, ekonomik anlamda ne kadar zengin olursa olsun, manen derin bir huzursuzluk yaşar. Fıtratıyla, Allah’ın istediğini uygulamayıp hevası doğrultusunda hayat sürenler, (müminler batıla- şirke- yalana başkaldırırken) "a’ma" yani duyarsız davrandılar ve gerçeklere kör kaldılar. Ve bu yüzden onlar kıt görüşlülükle, darlık içinde haşr oldular. Müminler için böyle bir şey söz konusu değildir. Çünkü kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.[33]
Ahirette ise kalıcı bir mahrumiyet (azab,yani hüsran) yaşatılacaktır.[34] (Cezanın yaşarken ebedi olmamasının sebebi, belki yolu tevbeye çıkar diyedir)
Görüldüğü gibi resullerin tebliğine itibar etmeyenlerin nasıl cezalandırılacağı ayette açıkça beyan ediliyor. Sonraki ayette öncekilerin helak edildiği, helakın izlerine şahit olanların ders almaları[35] ve hidayete tabi olmaları tavsiye ediliyor. Ders alacakların da ancak, “ulul elbab”dan (derinlemesine çalışanlar) başkası olamayacağı bilgisi de verilir.
‘KİTABULLAH’A SIRT DÖNMEK, HELAK OLMAKTIR
Allah’ın kitabını dinledikleri halde, bildikleri ve her türlü ayetleri gördükleri halde kalpleri örtülüdür/kapalıdır ve fehmetmedikleri için de anlamazlar. Çünkü kulaklarında ağırlık vardır. Böyleleri ‘cedelci’dir ve Allah’ın kitabına ‘esetirul evvelin/eskilerin masalları’ derler. Bunlar hem kendileri Kur’an’dan uzak durur hem de başkalarının uzak kalması için mücadele ederler. Böyleleri şuursuzca kendilerini/nefislerini helak edenlerdir. Bu ayetten de anlaşılacağı üzere helak, Allah’ın kitabından bile isteye uzak kalmak ve batıla uymaktır.[36]
TEHLİKE MANASINA HELAK:
İnfak, sadece Allah yolunda olmalı. Onun dışında bir amaç uğruna imkânlarını (soyut-somut, maddi-manevi) harcamak, kendi eliyle kendini helak (tehluketi) etmektir. Dünyevi beklenti ve kaygılarla, Allah’ın ikramı olan hayat ve imkânlarla, bir boşluğu doldurmadan, ihtiyaç sahibi birinin ihtiyacını gidermeden ve seküler bir anlayışla yapılan her tür harcama, kendini tehlikeye atarak helak etmektir. Harcamaları ile övünenlerin nüzul sebebi olduğu ayette, helak kelimesinin kullanılmasının sebebi, yapılanların sahibine hiçbir hayr getirmemesi ve gösteriş yapmasından ve Allah’a güvenerek muhsince ihsanda bulunmamalarıdır.[37]
RESULLERE TABİ OLMAMAK, HELAK OLMAKTIR:
Resulleri yalanlamak ve hidayetin (bilme yetilerini aktif olarak kullanıp iman etmemek) gereğini yapmamak, helak olmaktır.[38] Çünkü Allah’ın vahiyle/beyyinatla gönderdiği resullere tabi olmadıkları için alçalıp rezil rüsva olmak ve bu halden de aşırı derecede ama faydası olmayan derin bir pişmanlıkla utanç duyacaklardır.[39] Ayette kullanılan iki kelime, helakın doğru anlaşılmasında belirleyicidir. “Z-l-l/zelele”: kelime kerim olan [40] insanın yaratılış amacı, Allah’a kulluk için resulün tebliğ ettiği dine tabi olmayanların, aşağılık biri olması anlamına gelir. Zillet kısaca; aslında güçlü ve kudretli olduğu halde, kendinden güçsüz olanın karşısında kişinin yüreğinin kolları(!) kırıldığı için yenilmesi veya yenik düşmesi halidir. Mesela patronun elemanına yenilmesi gibi. Firavunun ‘Rabb’lık iddiasına rağmen Musa(as) karşısında düştüğü durum, bu bağlamda zillete örnek verilebilir. Karun’un tüm imkân ve iddialarına rağmen helak edilmesi de örnek verilebilir. Çünkü Karun’un helakı, ‘benim’ dediği tüm imkânlarını kaybetmesidir.
ALLAH’IN LANETİNE UĞRAYANLAR HELAK OLMUŞLARDIR
Allah lanet ettiklerine gazab edeceğini bildiriyor. Müşrikler, inandıktan sonra inkâra dönenler, nankörler, dalaleti hakka tercih edenler, fasıklar, bir mü’mini ya da canı haksız yere öldürenler, haddi aşarak tuğyana sapanlar ve ölmüş gibi bir ümitsizlikle, Allah’ın rahmetinden umudu kesip, küfürde direnen iblis zihniyetliler [41] Allah’ın gazabına uğrayarak helak olmuşlardır.
ZALİMLER NASIL HELAK OLUR?
Zalimler helak edilecektir, zulmetmenin kendisi helak olmaktır.[42] Ama zalimler ebedi akıbette de hüsrana uğrayacaklardır.
İbrahim (as) ehli için dua ederken “Anama-babama ve müminlere mağfiret et” diyor. Allah İbrahim (as)’a cevap veriyor: sakın Allah’ı zalimlerin yaptığından habersiz sanma. Allah onları (cezalandırmayı) basiretlerinin dehşete kapılacağı güne tehir ediyor. Burada tehir edilen, öteden beridir inanılarak beklenen, zalimlerin bir afetle cezalandırılarak yok edilmeleridir. Ama inanıldığı gibi olmadı. Zalimlere gelecek olan ceza, “azab” kelimesi ile ifade ediliyor. Azabın mahrumiyet manasına geldiği dikkate alındığında, helak mağlubiyet sonucu sahip olduklarından mahrum kalmalarıdır. [43]
HELAK VE AZAB İLİŞKİSİ: ZALİM AD KAVMİNİN HELAKI
Helak edilenlere yaşatılacak azab, dünyadaki [44]mahrumiyetlerle rezil-rüsva olmalarıdır. Zira Ad kavminin zulmü ayyuka çıkınca, üzerlerine gönderilen “rih” ile darma duman ve tarumar edildikleri, bozguna uğratıldıkları ve tüm iddialarını ve güçlerini kaybettikleri haber verilirken, yaşadıklarının onların helakı olduğu haberi de veriliyor.[45] Ayette geçen “rih” kelimesinin ruh ile kökteş olması, “rih”in Hud (as)’a indirilen vahiy olduğunu düşündürüyor. Nitekim Allah’ın dediği helak gerçekleşmiş, müşrikler iddialarının altında kalmışlar ve her şeylerini kaybetmişlerdir.
Haddini aşan müstekbir (bi ğayri hakk’ın) Ad kavmi, bilindiği gibi Allah’ın elçisini reddederek tebliğ ettiği vahye/dine karşı çıktılar.[46] Ellerindeki imkânlarla kibirlendiler ve halkına zulmederek büyüklük tasladılar. Allah da onları hakikatten men ederek hidayetten uzaklaştırdı ve kalplerini mühürledi. Bundan sonra Ad kavmi (benzerleri de) enfusta -afakta veya kitapta ve kozmosta varlığa kodlanan ilahi ayetlerle ifade edilen ikram ve izzeti tadamayacakları kesinleşti. Böyleleri, hakikati görme yetilerini körelttikleri için, hakkı göremeyeceklerdir artık.[47] Suçlulara yaşatılacak olan bu dünyadaki helak, böyle gerçekleşmiştir. Haklarında kesinleşen bu hüküm, onların helakının ilanıdır.
Ad kavminin başına sardığı vahim durum, yaşadıkları sürece zulmü hayat tarzı edinmeleri ve inkâr hali üzere iken de ölüme yakalanmaları, helak değil de nedir? Helak: haddi aşmayı, küfrü, inkârı ve zulmü hayat tarzı edinmektir.
Helak pasajı, Allah’ın Rauf ve Rahim esmasıyla bitiyor! [48] Helak haberinin verilmesinin akabinde iki esmanın beraber gelmesi, aslında, Allah’ın suçluları işlediklerine karşılık dünyadayken cezalandırarak öldürmeyi değil, şefkat ve rahmeti, merhameti esas almak istediği anlamına gelir. Çünkü Allah; gözetleyici değil, rahmetiyle ve rahman olarak gözeten bir rabb’dır. Zira insanların kendi elleriyle kazandığından dolayı yaşadıkları ya da ödediği bedeller bile, belki hakka dönerler diyedir. Kur’an semantiğinde bu beklentinin gereğini yapmaya ve günahından doğmaya! “tezkiye” denir. Görüldüğü gibi uyarıları dikkate almayan suçluların bir felaketle yok edilerek, yani öldürülerek cezalandırılmalarından bahsedilmiyor. İmtihanlar (fetene) da tevbeye vesile olması içindir. Kaldı ki o imtihanların çoğu da insanların kendi elleriyle kazandıkları yüzündendir.
Ad kavminin helakının anlatıldığı ayette “dumur” kavramı da kullanılıyor.[49] Genelde, helak şeklinde tercüme edilen “d-m-r/dumur” kelimesi, aslında dumura uğramak veya tarumar olmak demektir.
Ad kavmi dondurucu ve şiddetli bir rüzgarla helak edildi, öldürüldü veya yok edildi şeklindeki tercümede geçen sarsar/s-r-r kelimesi de, bağrışmak, memnuniyetsizlik hali, çığlık atarak müstekbirce böbürlenmek, bir şeyi yapmakta ısrarlı olmak ve geri adım atmamak ve günahta ısrar etmek anlamlarına gelir. Kur’an’daki bu kullanımlarından[50] hareketle Ad kavminin helakını, afetle yok edilerek öldürülmeleri ve yok edilmek olarak değil de, cürümlerinde ısrarcı oldukları ve bu hal üzereyken ölmeleri olarak anlamalıyız. Ayetteki “A-t-v/ateve” kelimesi ise; haddi aşmak, hududu çiğnemek, itaatten çıkmak, başkaldırmak ve güçsüz düşmek ve tükenmişlik anlamlarından dolayı Ad’ın işlediği suçlarla kendilerini bitirdikleri anlamına gelir.[51]
AD KAVMİNİN KARA (HELAK) GÜNLERİ:
Helak zamanları için mutsuz ve “kara gün” diye tercüme edilen “yevmun nehisa”, aslında Ad kavminin sahip olduğu imkânlarla (kudret) zulmetmeleri sonucu, o nimetlerden mahrûm edildikleri günlerdir. Helak edilen kavim ‘yevmun nehisa/mahrum günleri’inde,, rezil rüsva (hizyi) edilip aşağılandılar. Bu hem hayattayken hem de şirk üzere öldüklerinde, azabı iliklerine kadar hissettikleri kara veya uğursuz diye adlandırdıkları günler olmalı. Çünkü ayette uhrevi ve dünyevi olmak üzere iki azaptan bahsediliyor.
FİRAVUN VE TEBASININ HELAK EDİLMESİ:
Firavunun saltanatı denilen arşının veya yönetiminin, Musa(as)’ın tebliğ ettiği vahiy karşısında mağlup olması, helak kavramı ile ifade ediliyor. [52]
Firavunun zulmü zirve yapınca, Musa (as) kavmine hakta direnerek (sabır) Allah için birbirinize destek olun/gücünüzü düşmana karşı birleştirin (istiane), yaşadığımız yer (el ard) Allah’ındır. Bulunduğunuz yere Allah’ın hükümleri hâkim olacak. Allah oraya kullarından rızasına uygun davrananları mirasçı /sahip kılacak. Akıbet muttakilerindir,[53] şeklinde tebliğ etti. Onlar da sen gelmeden de geldikten sonra da bize zulmedilmeye devam edildi (pragmatist oldukları için sadece kendini düşünenlerin tavrı), dediler! Musa cevap verdi: “Allah’tan umuyoruz ki onları helak edecek ve onların yerine sizi hâkim kılacak.” dedi. Tabi şunu da bilmelisiniz ki galip olmak da bir sınavdır. Musa (as)’ın bahsettiği helak, düşmanların mağlup olmasıdır. Zira güçlü iken mağlup olanlar her tür gücü ve imkânlarını kaybederek bir nevi mahvolmuşlardır. Zaten Araf 130. ayette de söz konusu helakın, onları öldürerek cezalandırmak şeklinde olmadığı anlaşılıyor. Çünkü ayette firavun ve tebaasını tezekkür etmesi (düşünerek ders alıp iman etmesi) için çok seneler (sene: zorlu yıllar demek) üretme yetilerini kıstık deniliyor. Dolayısıyla helak oldukları halde –zor şartlarda da olsa- yaşamaya devam etmelerinin haber verilmesi, klasik helak anlayışını reddeder. Musa ve ashabına yenilenler, daha önce düşmanlık ettikleri karşısında zelil duruma düşmüşler, her tür izzet ve şerefini! kaybetmişlerdir. Firavun ve tebaasının Musa ve ashabı karşısında düştükleri bu durum, helak olmaktır. Musa (vahye)’ya yenilip sahip oldukları hükümranlık ve zulüm sistemini kaybederek helak olmuşlardır. Firavunun suda boğularak helak edilmesini! bu ayetleri merkeze alarak anlamak gerekir. [54] Çünkü “bahr” kelimesinin İsrailoğulları’nın yaşadığı yer anlamındaki mecaz kullanımından dolayı, firavunun suda boğularak cezalandırılıp öldürülmesi değil, Allah’ın elçileri karşısındaki tüm iddialarını ve gücünü kaybetmeleridir.[55]
Karun’un Helak Edilmesi
Karunilik, helak olmaktır. Onun tüm sahip olduklarını ve iddialarını kaybetmesi ( firavunun taraftarı olan Karun, firavunun yenilmesi) ile düştüğü zillet, işe yaramayan pişmanlık ve keşkeler artık işe yaramayacaktır. Allah’ın verdiği tüm kredileri tüketerek Karunlaşanlar için de, ilkesel olarak helak devam etmektedir. Böyle bir helak şu veciz ifadede karşılık buluyor: “ Hayat, iman eden ve salih amel işleyenlerin dışında, kimsenin kazanamadığı bir oyundur.”[56] Helak olanlar, bu oyunu kaybedenlerdir.
Çocukları Yakub(As)’Un Helak Olmasından Korkuyor
Helakın toplumların işledikleri suçlardan dolayı bu dünyada bir şekilde öldürülerek yok edilmeleri anlamına gelmediğinin önemli delillerinden biri de, Yakub(as)’ın çocuklarının, onu oğlu Yusuf(as)’la ilgili üzüntü ile kederden dolayı helak olacağı korkusuyla uyarırken kullandıkları h-r-d/haradan ifadesidir. Bu kelime ölmeyi değil; zayıflayarak yataklara düşmeyi, akli melekelerini kaybetmeyi, halsiz, bitkin ve çökmüş vaziyette her şeyini kaybetmek anlamına kullanılmıştır. Yani helak olmak demek, insanın yaslandığı her tür insani dayanaktan yoksun kalması şeklinde anlaşılmalıdır. Yok eğer üzüntüden öleceksin demişlerse, o da Yakub (as)’ın hastalanıp sağlığını kaybederek öleceğini kastetmişlerdir.[57]
Lut (As)’In Kavminin Helak Edilmesi:
İbrahim (as)’e gelen resuller (bunlar Lut(as)’a yardım için gidecek salih kimseler olmalı) zalim Lut kavminin helak edileceğini söylerken, onların yeni yardımcı kuvvetle mücadeleyi kaybedecekleri ve yenilerek helak olacaklarını haber veriyorlar. [58]
ALLAH’IN AYETLERİNİ REDDEDENLERİN CEZALANDIRILMA ŞEKLİ:
Helak olanlar tekrar dirilmeyecek ve hesap vermeyecekmiş gibi yaşayanlardır denilirken, Allah’tan ümidini kesen ve günah bataklığında debelenenler kastediliyor. Örnek olarak Ad, Semud ve Ashab-ı ress veriliyor.[59]
Zulmü hayat tarzı edinmiş halde ölmek, akibeti ebedi hüsran olacağı için, helak olmaktır.
Münafıklar tavırlarında ısrar ettikçe kendilerini helake sürüklerler. Oysa münafıkların klasik görüşe göre bir yok oluş veya öldürülme yaşamadıklarını zaten herkes kabul eder. Maide suresinde de münafıkların nasıl helak olduklarının cevabı veriliyor: … münafıklar yaşarken/dünyada (ölüm ile cezalandırma değil) rezil-rüsva olmalarıdır. Ahirette ise azim bir azaba (Allah’ın kendilerini terketme mahrumiyeti) vardır.[60]
Helak olanlar, kendilerini israf etmiş müsriflerdir.[61] İsraf iki şekilde olur: Dünyada yaratılış amacı doğrultusunda yaşamamakta ısrar etmek ve bu hal üzere iken ölmektir.[62] Ayette müsriflerin öldürüldüğü değil, müsrifliğe karşı uyarıldıkları ve dinlemeyip müsriflikte ısrar etmelerinin helak olduğu haber veriliyor. [63]
FASIKLAR, FASIK KAVİM HELAK EDİLİR:
Ahkaf suresinde fasıkların helak edileceği haber veriliyor[64] ama Hucurat suresinde, “bir fasık haber getirdiğinde iyice araştırmadan gereğini yapmayın” deniliyor. Eğer fasıklar klasik anlayışa göre işlediği suçtan dolayı yok edilerek helak edilecekse, yalan haber yayacak fasık diye birilerinin yaşamaması gerekir. Dolayısıyla buradaki helak, fasıkların fasıklık yapmasıdır.
SEMUD KAVMİNİN HELAK EDİLMESİ NASIL OLMUŞTUR?
Semud kavminin, korkunç bir sarsıntı ile helak edildiği, öldürüldüğü veya yok edilerek cezalandırıldığı şeklindeki tercüme, metinde tağiye kelimesidir. Bu kelime, meşru sınırları ve ölçüyü aşarak hadsizlik-azgınlık-ahlaksızlık yaparak şirk inançsızlığında aşırı olmak anlamlarına geldiğinden, Semud kavminin yok edilme ile cezalandırılmalarını değil, işledikleri cürümleri anlatmaktadır. Dolayısıyla Semud kavminin bu hal üzere olmaları zaten helaktır.[65]
Helak, bilinecek ve anlaşılabilecek bir süreçtir. Bu hakikat Kur’an’da “kitaabun ma’lum” ve kitabı mestûr” da yazılıdır.[66] Bu da “fıtratallah”la, yani Allah’ın, varlığın fıtratına yerleştirdiği psiko-sosyal ve fiziki yasalarla anlaşılabilir. Azgınlaşanlar, işlediklerinin bedelini öderler. Bu dünyadaki helak; ya nimetler ellerinden alınır, başkaları onların yerine geçer, ya da hayatı onlara bir hayr getirmediği halde ölmeleridir.
(26/208) “Biz hiçbir toplumu/karyetin önceden uyarıcılarla(elçilerle) uyarmadan yok etmemişizdir/ehlekna.” Bu ayet “helak” bilinebilirdir. 15/4 ayetinin açıklaması niteliğindedir.
İsra suresinde, günahta ve iman etmemekte ısrar eden kavimlerin tamamının kıyametten önce helak edileceğinin levhi mahfuzda kayıtlı olduğu haber veriliyor. Oysa yaşadığımız çağda günahkârlar, her tür günahı işleme özgürlüğüne sahip oldukları halde, geleneksel kabuldeki gibi bir helak olduğunu kimse söyleyemez. Mesela, Lut kavminin anlatıldığı kıssanın tercümelerinde bu kavmin, eşcinsel ilişkiden dolayı aniden Lut Gölü’ne gömülerek yok edildiklerine/öldürüldüklerine inanılıyor. Günümüzde ise Lüksemburg başbakanı kendi cinsinden olan genç delikanlıyı eşi olarak uluslararası toplantılarda teşhir ettiği halde, böyle bir helak neden gerçekleşmiyor, sorusunun cevabını aynı gelenek ve tercümeler veremiyor. Çünkü böyle bir helak yok. Allah’ın haram kıldığı o ilişkiyi yaşamak, zaten helak olmaktır.[67]
MÜMİNLERİN BELA VE MUSİBETLERLE İMTİHANI HELAK MIDIR?
Müminler de inanmayanlara benzer musibetlere uğrayabilirler.[68] Çünkü onlar da hayatı tüm yönleriyle herkes gibi sünnetullah çerçevesinde yaşarlar, ama bir farkla: Teğabun suresinde, “imanda sebat edenlere bir musibet isabet ettiğinde, bu onların Allah’a güveninin artmasına sebep olur” deniliyor. Demek oluyor ki müminler, benzer durumlarda sosyo-psikoljik yasalar ile marufa ve Allah’ın belirlediği sınırlara uygun davranırlar ve karşılaştıkları (iyi-kötü) yeni durumlarla savrulmazlar.[69]
MÜ’MİNLER HELAK OLMAZ
Müminlerin helaktan kurtarılması (n-c-v: necceyna), yaşarken küfre ve şirke bulaşmamak ve Rahman’ın kulları için tercih ettiği din olan İslam’da sabitlenmek şeklinde anlaşılacağı gibi ahirette mutlak mahrumiyetten korunacakları anlamına da gelir. [70]
“Allah mü’minleri rahmeti ile kurtaracaktır” ibaresi, Hud (as) ve beraberindeki müminler gibi, Salih ve Şuayb (hepsine selam olsun) peygamberlerin helak olan kavminin akıbetinden kurtarıldıkları haber verilirken de kullanılıyor. Helaktan kurtarılanların bereketli yere ulaştırıldıklarının müjdelenmesi, zalimlere karşı hakkın savunuculuğunu yapan müminler için “ruh-ul kudüs” de denilen Allah’ın vaad ettiği yardımıdır.[71] Böyle anlamamızın sebebi, ayette geçen “bereket”le kastedilenin, Allah’ın helaktan kurtardıklarını rahmetine almasıdır. Bu; O’nun ilgi, alaka, şefkat, sevgi, merhamet ve maddi-manevi nimetleri ile mümin kullarını kuşatması ve “din-ul kayyim”de sabitlemesi şeklinde anlaşılmalıdır.
SONUÇ
Helak, Allah’ın, imansızlıkta ısrar eden ve küfrü kesinleşen zalimleri terk etmesi, bırakması ve telafisi mümkün olmayan gazabına uğratmasıdır ki Kur’an buna “lanet” diyor.[72] Bu geri dönüşsüz hüsran halini yaşadıktan sonra, artık ölümün şekli ve zamanı hiç de önemli değildir. Böyleleri en güzel yerde ve şekilde ya da Kâbe’nin yanında, yakınında dahi ölse, onlar için hiçbir şey değişmeyecektir. Çünkü helak edilenler, Allah’ın rahmetinden mahrum kalacaklardır.
İmanına hayatını şahit ettikleri halde kötü fiziki şartlarda; deprem, boğulma veya daha başka şekillerde, kötü bir ölüm şekliyle ölüme yakalananlar, Allah’ın rahmetine gark olacaklardır. Ölüm şeklinin onların hayırlı akıbetine bir zararı olmayacaktır. Nitekim bu bağlamda tarihte benzerine zor rastlanan bir ölümle, cesedi parçalanarak, ciğerleri dişlenerek şehid olan Hamza (ra) için, helakten hiç bahsedilmez. Çünkü mümin olarak ölen birinin ölüm şekli değil, imanıdır akıbetinde belirleyici olan.
Bu itibarla helak, mutlak kayıpsa -ki öyle- bu konuda, ölüm şekli ve şartları değil, hangi hal üzere (iman mı, küfür mü) öldüğü belirleyicidir.
Velhamdulillah.
[1]Kehf 18/29
[2]Yunus 10/99 vd.
[3]Bakara 2/256. ayette zorlama manasına tercüme edilen kelime, k-r-h kelimesidir. Bu kelime lügatta iğrenç, çirkin, havas-ı selime ile havas-ı zahirenin ve akl-ı selim ile nefs-i selimin hoşuna gitmeyen ve tiksinti uyandıran demektir. Hucurat suresinin 12. ayetinde gıybetin çok kötü bir şey olduğu da, kerih kelimesi ile dikkatimize sunulur. Ayette verilmek istenen, hem İslam’da kerihlik olmadığı hem de müntesiplerin dini kerih hale getirmemesinin istenmesidir. Fıtratallah denilen ve dış etkilerle kirletilmeyen ya da bozulmayan; yani fabrika ayarlarında kalabilmiş olanlara, kerih, iğrenç ve çirkin gelmeyeceği gibi rahatlıkla kabul edilecektir manasına gelir.
[4]Kendini ve imkânlarını yönetme kabiliyeti.
[5]Hakka 69/29.
[6] Bakara 2/255, Al-i İmran 3/117.
[7] Hacc 22/11
[8] Enam 6/40, 41
[9] Zumer 39/26
[10] Enam 6/742, 43
[11] Enam 6/41-45
[12] Tevbe 9/55 benzer: Hud 11/15,16; Şura 42/20
[13]Rad 13/34; İbrahim 14/3; Ahzab 33/57 vd.
[14] Secde 32/21; Kasas 28/42; Fussilet 41/16
[15] Kasas 28/58
[16] Al-i İmran 3/117
[17] Enam 6/6
[18] Fussilet 41/13
[19] Hac 22/45
[20] Benzer ayet: Nur 24/55
[21] Nisa 4/176, Maide 5/17,Enam 6/6, Enfal 8/42, Neml 27/49, Kasas 28/43,88, Casiye 45/34, Mümin 40/34
[22] Mü’min 40/34
[23] Maide 5/17
[24] Yusuf 12/24
[25] Fussilet 41/5,44; Lokman 31/7
[26] Kehf 18/57
[27] Enam 6/54
[28] Kehf 18/59
[29] Fatır 35/45
[30] Enam 6/30 vb
[31] Fatır 35/45
[32] Enam 6/21-28. Benzer ayetler için bak: Enbiya 21/1-6
[33] Rad 13/28
[34] Taha 20/124-127
[35] Fatır 35/44
[36] Enam 6/25,26
[37] Bakara 2/195, Beled 90/6
[38] Mü’minun 23/48, Şuara 26/139,
[39] Taha 20/134
[40] İsra 17/70
[41] Mü’minun 23/36
[42] İbrahim 14/13, Hud 11/117, Kasas 28/59, Ankebut 29/31, Enam 6/47 vd
[43] İbrahim 14/40-45
[44]Fussilet 41/16: Eyyemun nehisa
[45] Sarsar! ile
[46] Fussilet 41/15, Araf 7/146
[47] Bakara 2/18…
[48] Nahl 16/47
[49] İsra 17/16
[50] Casiye 45/58, Vakıa 56/46
[51] Hakka 69/6
[52] Araf 7/37,ayrıca Enbiya 21/11
[53] Benzer:Nur 24/55 vd.
[54] Araf7/127-131
[55] Enfal 8/54, Hakka 69/29 ve bağlamı.
[56] Aliya İzzetbegoviç.
[57] Yusuf 12/85
[58] Kasas 28/59, Ankebut 29/31
[59] Enbiya 21/40
[60] Maide 5/41
[61] Enbiya 21/9
[62] Hakka 69/25-39:Ashab-ı şimal helak olanlardır.
[63] Enbiya 21/9
[64] Ahkaf 46/35
[65] Hakka 69/5
[66]Hicr 15/4, Kehf 18/59,Enfal 8/42,İsra
[67] İsra 17/58
[68] Ali imran 3/165
[69] Teğabun 64/11, enbiya 21/35, yunus 10/ 62-64 vd.
[70] İbrahim 14/17, Fussilet 41/50, Lokman 31/24
[71] Nahl 16/102
[72] Araf 7/71
Yorumlar