İslam dünyasının içinde bulunduğu krizi İslam kültürüne etki eden bilgi otoriteleriyle değerlendirerek günümüze bu konuda ışık tutmaya çalışan Cabiri...
Kur'an'i Hayat Dergisi
Eserin konusu, tedvin asrında sözlü kültürden yazılı kültüre geçişte İslami ilimlerin ortaya çıkmasıyla temel zemini teşkil eden üç aklın tasnifine dayanır. Beyani, irfani ve burhani akıl olarak ele alınan bu tasnifle İslam kültürüne etki eden bilgi sistemleri açıklanır. Genel itibariyle beyan sahasında; edebiyat, usul-i fıkıh ve kelamcıların metodolojileri, irfan sahasında; şiilerin ve sufilerin dayandıkları metodolojiler, burhan sahasında ise Aristo mantığına dayanan felsefecilerin metodolojileri incelenir. Cabiri, bu üç epistemolojinin kullandıkları kavramları, bilgi kaynaklarını, varlık ve Allah tasavvurlarını detaylı bir analize tabi tutarak, bu sistemlerin İslam medeniyetine nasıl yön verdiklerini irdeler ve sistemler arası etkileşimler sonucu İslam medeniyet tarihinde iki temel akımın ortaya çıktığını savunur; birincisi irfanı beyan temeli üzerinde yükselten doğuda ortaya çıkan akım, ikincisi ise Endülüs’te ortaya çıkan beyanı burhan temeli üzerine kuran batı İslam’ı akımıdır.
Kitabın en detaylı kısmını ‘’Beyan’’ başlığı oluşturur. Kur’an’ın Arapça yazıya geçirilişi ve ilk İslami kültürel faaliyetlerin Arap coğrafyasında başlaması gibi nedenlerden dolayı beyan sisteminin önemine dikkat çekilir. Cabiri’nin ifadesiyle; beyan, Arap-İslam kültürüne damgasını vuran karakteriyle sürekli varlığını korumuştur. Beyan sahasıyla ilgilenen alimler; dilciler, nahivciler, belagatçılar, usul-i fıkıhçılar ve kelam alimleri olmuşlardır. Beyan yöntem olarak ayırma, açığa çıkarma anlamına gelmektedir. Lafız-mana, asıl-fer, haber-kıyas, cevher-araz şeklindeki kavram çiftleri beyan alanında öne çıkan kavram çiftleridir. Eserde beyani bilgi sisteminin en önemli probleminin lafız-mana ikilisi problemi ile başladığı belirtilir. Dil, gramer, fıkıh, kelam, belagat sahalarındaki çalışmalarda lafız ve mananın birbirinden koparılması ile anlama problemi de kaçınılmaz olmuştur. Beyan alimleri lafız ve mananın koparılması sorunu ile nassların ne demek istediği yönüyle değil daha çok ne dediği yönüyle ilgilenmişlerdir. Lafız-mana ayrımındaki anlama sorunu Şafi’nin usul-i fıkhı beyan sahası üzerine kurmasıyla fıkıh alanına da taşınmıştır. Şafi’nin fıkıh yöntemindeki icma ve kıyas meselelerinde ilk alimlerin icma ettiği konularla ve kıyas üzerinden din budur denilerek sonradan gelen nesillerin düşünce çalışmalarına engel olunmuş ve içtihat kapısı kapatılmıştır. İslam dünyasındaki bu yöntem krizi günümüzdeki Müslümanların sorunlarına çözüm üretimini engelleyerek, aklın ve düşünce gelişiminin dondurulmasına neden olmuştur.
Cabiri bu bölümde beyan bilgi sistemine hâkim olan düşünce yapısı ile yaşanılan coğrafya arasında bir ilişki kurar. Beyan epistemolojisi çöl yaşantısından etkilenen bir akıldır ve bu akla yön veren iki dünya görüşü hakimdir. Süreksizlik (infisal) ve imkân (tecviz) prensipleri çöl coğrafyasındaki belirsizlik ve bölünmüşlüğe dayanır ve dolayısıyla beyani aklı oluşturan tasavvurda sebeplilik ve kanun fikri yer almaz. Bu prensipler kelam alanında cevher-i fert teorisine dayanır. Allah’ın mutlak kudretinin savunulması için başvurulan bu yöntem Allah’ın yaratma kanunlarındaki düzenin ve devamlılığın göz ardı edilmesine neden olmuş ve dahası irfani yöntemin savunduğu kerametlere ve akıl dışı mucizelere de kapı aralamıştır. Cabiri bu bölümün sonunda beyan alanındaki eleştirisini şu cümleler ile tamamlamaktadır: ‘Kur’an’ın cahiliye Arabı diliyle indiği doğrudur. Ancak Kur’an, içeriği bu dilin beraberinde taşıdığı bedevi dünyasının tutsağı olsun diye mi Arapların diliyle indirilmiştir yoksa durum bunun tam tersi midir? Yani onların bu cahiliye alemini aşıp başka bir aleme geçebilmelerini temin için mi, yani ‘’onları karanlıklardan aydınlığa’’ çıkarmak için mi Arapça indirilmiştir?
Beyani epistemolojide Arapça’nın dil kurallarına önem verilirken, irfani epistemolojide Batıniliğin önemsendiği tersi bir durum söz konusudur. İrfani akılda doğru bilgiye ulaşma yolu kalbe keşif ve ilham yoluyla gerçekleşir. Allah’ın ihlaslı dostları Allah’ı kalpleriyle müşahede ederler ve diğer insanlar tarafından ulaşılamayan bilgiler marifet ehli kimseler tarafından keşfedilir. Böyle bir bilgi edinimi duyu ve akılla elde edilen rasyonel bilgiden üstün görülür. İrfani bilgi sisteminin temelleri Hermetizme dayandırılır. İrfan kelimesinin batı dillerindeki karşılığı ‘gnose’dir ve Yunanca’da bu kelime marifet (bilgi) anlamına gelmektedir. Gnostisizim yani ‘irfanilik’ İslam’dan önce var olan bir inanç sistemidir. İslam kültürüne girişi ise Suriye, Filistin, Irak, Mısır’da egemen olan gnostik kültür ile gerçekleşmiştir. Gnostik akımlar tarih boyunca kendilerini yeni bir din olarak sunmamışlar, her zaman mevcut dinlerin içinde o dinlerin batıni yorumu olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir, bu bağlamda geçmişte ve günümüzde putperest dinlerin yanında İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi dinlerin içine yayılmış bir fenomen olarak görülmektedirler.
Cabiri irfani tavrın psikolojik boyutlarına değinir. İrfani tavır aslında arif kişinin dünyadaki kötülük problemi karşısında takındığı bunalımlı bir tavırdır. Arifin ruhunda içinde bulunduğu bunalımlı durum neticesinde topluma ve dünyaya yabancılaşma hissi hakim olur. Ruhun beden ile hapsedilmesi ve ruhun dünyaya düşüşü felsefesi böyle bir psikolojinin gerçeklikten koparak ‘kayıtsız akıl’ (el-aklü’l-mustakil) alemine kaçışını yansıtmaktadır.
Düşünürümüz İslam kültüründe üç temel batıni yönelim olduğundan bahsetmektedir: ‘Bununla birlikte büyük gnostik eğilimler üçü geçmez. Birincisi, irfani tavrı bir gayret ve çile olarak benimseyen yönelimdir. Bu eğilimi, İslam toplumunda özellikle hal ve ‘’şatah’’ ehli/sahibü’l-hal olan mutasavvıflar temsil eder. İkincisi, felsefi özelliği ağır basan yönelimdir. Bunu, İslam’da ‘’akli tasavvuf’’ temsil etmektedir. Bu akli tasavvufu, Farabi’nin saadet/mutluluk teorisinde veya daha açık ve geniş bir şekilde İbn Sina’nın meşrıki felsefesinde görebiliriz. Üçüncü akıma ise mitolojik üslup hakimdir. Bu akımın İslam’daki temsilcileri, İsmaili filozoflar ve batıni mutasavvıflardır.’
Beyani bilgi sistemindeki lafız-mana çiftine benzer şekilde, irfani bilgi sisteminde zahir-batın kavram çiftleri yer alır. İrfani anlama yönteminde hakikat lafzın ötesinde gizlidir. İbn Arabi ile zirveye ulaşan batıni anlayışta, Cabiri’nin en tehlikeli bulduğu durum Kur’an’ın ve nebevi haberlerin lafızlarına hiç itimat edilmeden ariflerin lafızlara keyfi manalar giydirmeleridir. Bu keyfi manalar arif ile Allah arasındaki perdelerin kalkmasıyla ariflerin aracısız elde ettikleri, sorgulanamayan sır bilgileri ve hakikatler olarak görülür.
İrfani epistemolojinin kullandığı bir diğer kavram çifti ise nübüvvet-velayet kavramlarıdır. Peygamberlerin nübüvvetleri dinin zahiriyle ilgiliyken, peygamberlerden sonra gelen veliler dinin batıni boyutuyla ilgilidirler. Velayet müessesesi Şiilikte masum imamlar tarafından devam ettirilirken, ehli sünnet kapsamındaki sufizimde veliler tarafından devam ettirilir.
Cabiri’ye göre irfani düşünce ariflerin egolarına dayanan, hayali ve sihirsel bir tutumdur. Bu tutumlarıyla zamanlar ve mekanlar arasında dilediği gibi tasarrufta bulunabilen arifler istedikleri her şeyi yapabilmekte, istedikleri zaman sınırsız yemek getirebilmekte, vakitsiz yağmur yağdırabilmekte, hatta su üzerinde yürüyüp, havada uçabilmektedirler. Kendilerini reel dünyadan soyutlayarak zaman ve mekan kurallarını tanımayan ariflerin bu tutumlarını ilahi kudretten rol çalmak olarak tabir eden düşünürümüz, irfani sistemi aklı ortadan kaldıran ve İslam dünyasının bilimsel gelişmelerde geri kalmasına neden olan bir sistem olarak eleştirmektedir.
Eserde yer alan üçüncü bilgi sistemi ‘burhani’ bilgi sistemidir. Burhan; Arapçada açık ve kesin delil anlamına gelmektedir. Daha genel anlamıyla burhan, herhangi bir önermenin doğruluğunu belirleyen her zihni faaliyete verilen isimdir. Mantıki çıkarım yolunu kullanan burhan bilgi sistemi Aristoteles’e dayandırılır bu nedenle bu bölümde Aristo’nun evren anlayışı detaylı bir şekilde açıklanır. Aristo’nun felsefesi tabiatı düzenli ve sistemli bir yapı olarak algılayan ve evrendeki hareket konusuna odaklanan bir anlayıştır. Beyan ve irfan sistemleri kendilerini Kur’an’a ve hadislere dayandırdıkları için müstakil bir sistem olarak ön plana çıkabilmişlerdir. Fakat burhan sistemi için durum daha farklıdır. Burhani epistemolojinin İslam kültürünün dışından bir metot ile ortaya çıkışı bu sistemin müstakil bir sistem olarak görülmesinden ziyade beyan ve irfan yöntemlerini desteklemek amacıyla kullanılan bir metot olarak görülmesine yol açmıştır. Burhani sisteme ilk olarak irfan karşısında beyanı desteklemek amacıyla başvurulmuştur fakat ilk çatışma da beyan ve burhan arasında gerçekleşmiştir.
Cabiri burhani epistemolojinin daha iyi anlaşılabilmesi için üç bilgi sistemi arasında şöyle bir değerlendirme yapar: ‘Bu bilgi sisteminin, diğer iki bilgi sistemi olan beyani ve irfani sistemlerle karşılaştırmalı olarak başlangıç düzeyinde bir tanımını vermek istersek şöyle diyebiliriz: Beyani sistem, İslam inancına veya daha doğrusu bu akidenin belli bir şekilde anlaşılan şekline hizmet eden bir alem tasavvuru oluşturmak hedefiyle nass, icma ve içtihadı temel kaynak otoriteler kabul ederken, irfan, velayeti ve genel anlamda ‘’keşf’’i irfani bilginin biricik yolu olarak kabul edip Allah ile bir çeşit birliğe gitmeyi –ki bilginin konusu mutasavvıflara göre aslında budur-hedefler. Burhan ise sadece duyular, deney ve akli muhakeme gibi insan aklının tabii bilgi kaynaklarına dayanarak, kainatın bütününün ve parçalarının bilgisini elde etmeye çalışır. Bu güçleri ayrıca, farklı fenomenlere bir birlik ve nizam getirmek ve yakıni bilgiye ulaşmak için ısrarla gayret eden aklın arzularını tatmin edecek bir insicam ve tutarlılığı temin eden bir dünya görüşü inşa etmek için kullanır.’
Düşünürümüz İslam dünyasındaki en büyük krizin Gazzali dönemiyle başladığını belirtir. Gazali’nin üç bilgi sistemini harmanlaması neticesinde özellikle doğu İslam dünyasındaki gerileme ve çöküş hızlanmıştır. Konuyla ilgili Cabiri’nin ifadelerine yer verecek olursak: ‘ Şu halde Gazzali, tasavvufun ameli ve nazari kısımlarını, geniş sünnet, yani fıkıh kapısından sünnet dairesine sokmuştur. Artık tasavvuf, sünni düşüncenin temel ürünlerinden, hatta bizzat beyani aklın ürünlerinden birisi haline gelmiştir.’
Doğu İslam kültüründe Gazzali ile baş gösteren kriz, çağdaşları olan İbn Sina’nın irfanı burhana dayandırması, Kuşeyri’nin tasavvufa Sünni-Eş’ari meşruiyet kazandırması ve Abdülkahir Cürcani’nin Arapça’nın dil üstünlüğü ve belagat sırlarına yönelik çalışmalarıyla daha da derinleşmiştir. İslam dünyasındaki baş gösteren bu kriz karşısındaki tek umut ise Endülüs’te başlayan beyanın burhan ile yeniden yapılandırılması çabaları olmuştur. Endülüs sahasında İbn-Hazm’ın fıkıh alanında beyanı burhan üzerine inşa etme faaliyetleri ve İbn Rüşt’ün akide alanında burhanı Eşarilik karşısında merkeze alan çabaları İslam kültüründe yeniden yapılandırma projeleri olarak görülmüştür. Cabiri’ye göre İbn-Rüşt felsefe alanında Arap aklının zirvesini, İbn Haldun Arap İslam kültür tarihinin sosyal-siyasal alandaki zirvesini, Şatıbi ise Arap aklının usul-i fıkıh alanındaki zirvesini temsil etmektedirler. Akılcı eleştiriyi önemseyen bu akım İslam tarihinde ne yazık ki baskınlığını koruyamamış ve irfani epistemoloji beyan ve burhan alanı üzerindeki hakimiyetini her zaman korumuştur.
Geçmişten günümüze kadar gelen İslam kültür tarihini ve bu kültürün oluşumuna kaynaklık eden bilgi sistemlerini doğru anlayamadan günümüzdeki İslam dünyasının sorunlarına kalıcı ve doğru çözümler üretilemeyeceği aşikardır. İslam dünyasının içinde bulunduğu krizi İslam kültürüne etki eden bilgi otoriteleriyle değerlendirerek günümüze bu konuda ışık tutmaya çalışan Cabiri’yi rahmetle anıyor ve Müslümanların sorunlarına sunduğu çözüm reçetesini kendi söyleminden aktararak noktalıyoruz.
‘Arap düşüncesinin beşinci hicri asrın başları ile sekizinci asrın sonları arasında yaşadığı iki eş zamanlı dönemin muhtevaları arasında, yani bir tarafta Gazzali, Razi ve İci’nin dönemi; diğer tarafta da İbn Hazm, İbn Rüşt, Şatıbi ve İbn Haldun’un dönemleri arasında bir mukayeseye gerek var mıdır? Şunu söylemekle yetinelim: Birinci dönem, sürekli olarak gerileme ve çöküşte kalmıştır. İkincisi ise ortadan kalkmış ve unutulup gitmiştir. Bunun için bu dönem, kendisini ihya edecek kimseleri beklemektedir.’
Yorumlar