Kur’an’sız Bir Eğitim Öğretimle Buraya Kadar!

Müslüman olduğunu söyleyen bir kişinin o dinin temel kaynağı kitapta ne yazdığını bilmemesi kadar hayret verici bir şey olamaz. Elbette meal o ilahi kaynağı mutlak anlamda anlamak için yeterli olmasa da içerik konusunda bir fikir vereceği de muhakkaktır.

Kur’an’sız Bir Eğitim Öğretimle Buraya Kadar!

Müslüman olduğunu söyleyen bir kişinin o dinin temel kaynağı kitapta ne yazdığını bilmemesi kadar hayret verici bir şey olamaz. Elbette meal o ilahi kaynağı mutlak anlamda anlamak için yeterli olmasa da içerik konusunda bir fikir vereceği de muhakkaktır.

Kur'an'i Hayat Dergisi

Gerek yüzyıllardır kimliğini, idealizmini, gücünü, hukukunu ve ahlakını aldığı İslam’dan halkı uzaklaştırmak ve dejenere bir topluma dönüştürmek için yürütülen bir proje olarak, gerekse özgür düşüncenin ve bilimin önünde ayak bağı olarak propaganda edilen dinden kurtulmak, böylece çağdaş uygarlık düzeyine yükselmek için tolumda İslam’ı etkisiz kılmak amacıyla yapılan dinden arındırma olarak yüzyıldır uygulanan pozitivist, seküler, laik eğitim felsefesiyle toplumda İslami kimlik kaybı ve değerler erozyonu artık her kesimin gördüğü, yaşadığı ve yakındığı bir noktaya gelmiştir. Bunu görmek için MAK Araştırma Değerlendirme Danışmanlık A.Ş. şirketinin 23 il ve 154 ilçede kadın-erkek 5400 kişi ile yüz yüze görüşmelerle 12-18 Haziran 2017 tarihlerinde yaptığı araştırmanın sonuçlarından bazılarını vermek istiyoruz.

“Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?” şeklindeki sorumuza yıllardır %99’u Müslüman diye ifade ettiğimiz toplumun %86’sı; “Evet, Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyorum.” derken aynı soruya; “Evet, Allah’ın sadece varlığına, bizi yarattığına inanıyorum ama her şeye karıştığını karışacağını düşünmüyorum.” diyen literal anlamda DEİST diye ifade edilebileceklerin oranı % 6, “Hayır, Allah’a inanmıyorum.” diyerek ATEİST olduğunu ifade edebileceklerimizin oranı % 4, farklı çekincelerle bu soruya cevap yok/kararsız diyenlerin oranı %4 olarak değerlendirilmiştir.

Deist ve ateistlerin ağırlıklı olarak büyükşehirlerde yoğunlaştığı, taşrada bu oranın %1’lerin altına indiği görülmektedir. Ortaya çıkan sonuç; toplumun inanç erozyonuna karşı ivedilikle bir manevi kalkınma seferberliğine ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

“Meleklere inanıyor musunuz?” sorusuna araştırmamıza katılanların % 75’i; “Evet, meleklere inanıyorum.” derken, “Hayır, gözümle görmediğim varlıklara inanmam.” diyenlerin oranı % 15. Cevap yok/kararsız oranı ise % 10.

Gözüyle görmediğine inanmama hastalığı materyalizmin insanımızın inanç dünyasını nasıl törpülediğini göstermesi bakımından çok önemlidir. Kaldı ki dine ait değerlerin pek çoğu beş duyu ile algılanamayan aşkın alana ait değerlerdir.

Gayba ve uhrevi aleme inanma Müslümanlığın temelini teşkil eder. Bu anlamda dinin pek çok değeri, melekler, cinler, ruh, cennet, cehennem vd. kavramlar imani değer itibarıyla çok önemlidir. Toplumun bu değerlerle teçhiz edilmesi, kimsenin görmediği yerde dahi bir gören var şuurunun kalp ve kafalara nakşedilmesi toplumsal ahlaki motivasyon içinde önemlidir.

“Kur'an-ı Kerim ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanıyor musunuz?” sorusuna katılımcıların %76’sı; “Evet, inanıyorum.” derken, “Hayır, inanmıyorum.” diyenlerin oranı %14, cevap vermeyen veya kararsız oranı ise %10.

“Evinizde Kur'an-ı Kerim var mı ve düzenli aralıklarla okuyor musunuz?” sorusuna toplumun %25’i; “Evet, evimizde Kur'an-ı Kerim var ve düzenli aralıklarla Kur'an-ı Kerim okuyoruz.” cevabını verirken, “Evet, evimizde Kur'an-ı Kerim var ama pek okuduğumuz söylenemez.” diyenlerin oranı %32, “Hayır, evimizde Kur'an-ı Kerim yok.” diyenler %33 iken, katılımcıların %10’u bu soruya; cevap yok/kararsız şeklinde yaklaşmış...

Evinde inanç kaynağı kitabı bulundurmayan ya da var olanı okumayan ya da okuduğunu anlamayan bir toplumun onu anlaması, doğru anlaması ve yaşamasını beklemek zaten sağlıklı bir beklenti olmaz.

“Peygamberlere inanıyor musunuz? Hz. Muhammed sizin için her anlamda örnek alınacak rol model/örnek insan mıdır?” sorusuna katılımcıların %63'ü; “Evet, peygamberlere inanıyorum ve ama benim için her anlamda rol modeldir.” derken, %20’si; “Evet, peygamberlere inanıyorum ama bazı konularda örnek alsam da her konuda Hz. Muhammed örnek alınacak rol model/örnek değildir.” cevabını veriyor. “Hayır, peygamberlere inanmıyorum.” diyenlerin oranı % 9. Cevap yok/kararsız oranı ise % 8. Sonuçlara bakıldığında cevap vermeyenlerin, kararsızların ve rol model almayanların toplamının % 37 olduğu görülür ki, peygamber inancının ne kadar büyük erozyona uğradığı görülür.

“Kadere (hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine) inanıyor musunuz?” sorusuna araştırmaya katılanların %55’i; “Evet, kadere (hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine) inanıyorum.” derken, %15’i; “Evet, kadere inanıyorum ama insan kendi kaderini kendi yapar.” diyerek aslında ehl-i sünnet çizgisinin ötesinde cebriye mezhebi gibi bir anlayışa kaymış, “Evet, kadere inanıyorum çünkü insanın zaten hiçbir iradesi yok.” diyen %15’ide mutezile diye tarihte bilinen başka bir itikadi alana savrulmuş görülmektedir. İmanın 6 şartından biri olan kadere imanı ret eden; “Hayır, kadere (hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine) inanmıyorum.” diyenlerin oranı %10. %5 ise Cevap yok/kararsız demiş.

“Öldükten sonra dirileceğinize ve bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinize inanıyor musunuz?” şeklinde AHİRET İNANCI konusunda toplumsal algıyı anlamaya yönelik sorumuza araştırmamıza katılanların %73’ü; “Evet, öldükten sonra dirileceğime ve hesaba çekileceğime inanıyorum.” diyerek inandıklarını ifade ederken, aynı soruya katılımcıların %10’u; “Evet, öldükten sonra dirileceğime inanıyorum ama hesaba çekilmeye inanmıyorum.” derken, “Hayır, öldükten sonra dirileceğime ve bu dünyada yaptıklarımdan hesaba çekileceğime inanmıyorum.” diyenlerin oranı %9, cevap yok/kararsız diyenlerin oranı da % 8.

“Kur'an-ı Kerim'i Arapça hattından okuyabiliyor musunuz?” sorusuna katılımcıların %32’si; “Evet.”, %54’ü; “Hayır.” derken %14’ü bu soruya kararsız/görüş yok demektedir.

Son birkaç yıldır okullarda seçmeli ders haline getirilen Kur'an-ı Kerim dersi Kur'an-ı Kerim'i orijinal hattıyla okumada artış sağlasa bile araştırmamıza katılanların yaş grafiği itibarıyla okuma oranı halen düşük görülmektedir.

“Kur’an-ı Kerim'in Türkçe mealini hiç okudunuz mu?” sorusuna katılımcıların %17’si; “Evet.” %60’ı “Hayır., %23’ü ise kararsız/görüş yok şeklinde yaklaşım sergiliyor.

Müslüman olduğunu söyleyen bir kişinin o dinin temel kaynağı kitapta ne yazdığını bilmemesi kadar hayret verici bir şey olamaz. Elbette meal o ilahi kaynağı mutlak anlamda anlamak için yeterli olmasa da içerik konusunda bir fikir vereceği de muhakkaktır.

“Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hayatını hiç okudunuz mu?” sorusuna katılımcıların %23’ü “Evet.”, %65’i “Hayır.” derken, kararsız/görüş yok oranı %12.

İslam inancına göre O'na imanın Allah'a iman, O'na uymanın Allah'a uymak olduğu Hz. Peygamber’in hayatını ve mesajını bilmek şüphesiz çok önemlidir.

“Camiye/mescide hangi sıklıkta gidiyorsunuz?” sorusuna; “bayramdan bayrama” diyenlerin oranı %12 iken, “cuma namazları ve bayram namazları birde kandil günlerinde” diyenlerin oranı %32, “Zaman zaman vakit namazları dahil camiye gidiyorum.” diyenlerin oranı %13, “Hiç gitmiyorum.” diyenlerin oranı %30, “kararsız/görüş yok” diyenlerin oranı %13.

“Ramazan ayında oruç tutuyor musunuz?” sorusuna “Evet, tüm ramazan boyunca oruç tutarım.” diyenlerin oranı %45, “Evet ama tüm ramazan boyunca değil ramazanın bir kısmında oruç tutarım.” diyenlerin oranı %25, “Hayır, hiç tutmam.” diyenlerin oranı %20, “cevap yok/kararsız” oranı %10.

“Hangi sıklıkta namaz kılıyorsunuz?” sorusuna katılımcıların %22’si; “5 vakit namaz kılıyorum.” derken, %26’sı; “Arada vakit namazları kılarım ama cumaları ve teravihleri ve bayram namazlarını tam kılarım.” %24’de; “Arada cuma namazlarını, teravihleri ve bayram namazlarını kılıyorum.” derken, “Hiç namaz kılmıyorum.” diyenlerin oranı %22, “kararsız/görüş yok” diyenlerin oranı ise %6.

“Gusül abdesti alır mısınız?” sorusuna katılımcılardan “Evet, asla gusül abdestim olmaksızın dışarı çıkmam.” diyenlerin oranı %65 iken, “Ara sıra gusül abdesti alırım.” diyenlerin oranı %17, “gusül abdestini bilmiyorum/almam” diyenlerin oranı ise %13, “kararsız/görüş yok” diyenler ise %10”[2].

Bildiğimiz gibi ezilenleri korumak ve Allah’tan başkasına kulluk yapmaktan kurtarmak için gelmiş olan dini ezenleri uyuşturmak için afyon gibi kullanan Kilise’nin temsil ettiği o günkü din için Karl Marks kitleleri uyuşturan afyon diyordu. Batılılaşmayı ve Batıya benzemeyi ideal hedef olarak benimseyen resmi statüko dinin reformun ve bilimin önünde engel oluşturduğu anlayışından hareketle İslam’ın da bilimin ve kalkınmanın önünde engel olduğu düşüncesiyle toplum üzerindeki etkisinin kırılması ve toplumdan uzaklaştırılması için uzun zaman din eğitim ve öğretimini kaldırmış, Kur’an’ın basımını, dağıtımını, okutulmasını bile yasaklamıştır. Nitekim o dönemin bakanlarından birinin son günlerde basında Allah, Kur’an, peygamber kelimelerinin kullanılmasından rahatsız olduğunu belirterek yayınladığı genelge ile derhal bunun önüne geçilmesini emrettiği anlatılır. Nitekim İslam’ın sembolü olan ezanın anadilde okunması da uzun süre yasaklanmıştır. Din eğitim ve öğretimi yasağının bir devamı olarak imam hatip lisesinden mezun olan öğrencilerin sağcı milliyetçi rektör merhum Kemal Bıyıkoğlu’nun başında bulunduğu Atatürk Üniversitesi dışında bir üniversiteye girmesi ve okuması seksenlere kadar mümkün değildi.

Son zamanlarda din eğitim ve öğretiminin önündeki engellerin kaldırılmış olmasına, Kur’an kurslarının, imam hatip okullarının ve İlahiyat-İslami İlimler Fakültelerinin hızla çoğalmasına, geçmişte yapıldığı gibi basında ve yayında dini karalayan ve dindarı aşağılayan propagandaların azalmasına karşın, anılan o dönemden günümüze geldiğimizde İslamlaşma açısından toplumun gidişatının olumsuz olduğunu ve karamsar bir tablonun ortaya çıktığını görüyoruz. Özellikle yaşanan terör olayları, kadın cinayetleri, tecavüz, ahlaksızlık, hırsızlık, alkol ve uyuşturucu kullanımı, deizm, ateizm ve nihilizm gibi pozitivist ve inkarcı akımların orta okul öğrencilerine kadar yayılmış bulunması, çokça seslendirilmesi, İslami inanç ve ahlakla bağdaşmayan sınırsız tüketim ve bencillik, İslam’ın yasakladığı faiz,  erotizm, ahlak dışı ilişkilerin yaygınlaşması, aile kurumunun dejenere olması, gibi durumların hemen herkes tarafından yoğun bir şekilde seslendirildiği ve şikayet edildiği görülmektedir. Avrupa ülkeleri tarafından hazırlanan ve neredeyse kadını erkek, erkeği de kadın yapan İstanbul Sözleşmesi olarak anılan sözleşmenin yakında kabul edilmesi bu erozyonun bütün hızıyla devam ettiğini göstermektedir. Kadın cinayetlerinin adeta katliama dönüşmesi, 2019 yılının ilk 7 ayında 285 ve toplamda 500 kadar kadının öldürülmesi karşısında halk “Şiddeti Durdur, İnsanı Kurtar” diyecek duruma gelmiştir. (Bkz. Yeni Şafak, 26 Ağustos 2019).

Bu sürecin sonunda bugün geldiğimiz yeri, “Türk, İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen, İtalya Ceza Hukuku’na göre yargılanan, Fransa İdare Hukuku’na göre idare edilen/yönetilen, Almanya Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre muhakeme edilen, Alman Kara ve Deniz Ticaret Hukuku’na göre ticaretini yapan, öldüğünde İslam Hukuku’na göre gömülen kişidir.”[3] diyerek bizi tanımlayan gazeteci Uğur Mumcu abartmış mıdır dersiniz?!

Bunu hemen her kesimden ve özellikle mevcut iktidarı desteklediği bilinen çevrelerin ve kişilerin seslendirdiğini görüyoruz. Bunu göstermek açısından biraz da uzun olan birkaç alıntı yapmak istiyorum.

“Sosyal ve kültürel yozlaşmanın had safhada yaşandığı çağımızda, son dönemlerde artış gösteren toplumsal şiddet, aile içinde yaşanan cinnet ve cinayetler, taciz ve istismar gibi üzücü ve ahlakdışı birçok olay canımızı yakıyor, sinirlerimizi bozuyor. Tüm bu olumsuz olayların sebep ve sonuçları irdelendiğinde temelinde bizi biz yapan değerlerden uzaklaşma ve manevi tahribat olduğunu söyleyebiliriz.” (Ecevit Öksüz, TİMAV Başkanı, Turşudan Mesele, Takdim yazısı, s, 7 Timav, Konya 2019).

Bir vatandaşın, “Kavganın kimseye faydası yok, bu filmleri çok seyrettik, 80 öncesi bir nesli kaybettik, 15 Temmuz öncesi bir nesli kaybettik, artık çağdaş, birbirini seven ileri düzeydeki ülkeleri yakalayacak bir nesil yetiştirmeliyiz, biz buharlı makinayı, matbaayı ıskaladık, şimdi bir şansımız var, dünya üç boyutlu eğitime geçiyor, biz de eğitimimizi yenilemeliyiz ki, çağdaş ülkelerle birlikte yarışalım, yoksa sömürü çemberinin içinde kalacağız, sonuçta birbirimizi boğazlayarak acımız dinmeyecek…” dilek ve temennisine ilişkin değerlendirme yapan Hayrettin Karaman hocamız yapılan yanlışı göstererek şöyle demektedir:

“Yukarıdaki paragrafı bir WhatsApp grubundaki mesajdan kaydetmiştim. Benzeri mesajlar ve yazılarda eksik gördüğüm husus “insanımızı kucaklaştıracak ve çağı yakalayıp aşacak bir nesli” yetiştirmek için bence şart olan manevi kılavuzun ve harcın eksikliğidir. “İleri düzeydeki ülkeleri yakalayıp orada kalacak bir nesil” bu ülkelerin içine düştüğü çağdaş krizi çözemeyecek, insanlığın ıztırabını dindiremeyecektir. Doğru anlaşılmış ve özümsenmiş bir İslam’ın kılavuzluğu olmadıkça çağdaş bilim ve teknolojinin insanlığa getireceği şey, erdemin ve adaletin değil, gücün hakim olmasından ibarettir. Bugün en güçlü devletler, zayıfları sömürme bakımından en zalim devletlerdir.

Şu halde bize lazım olan çağdaş bilimlerin ve teknolojinin yanında İslam imanı, hayat yolu ve ahlakıdır. Milli eğitim ve kültür politikamız “çağdaş insan yetiştirmeyi” değil, “çağı yakalayıp kendi değerleriyle aşan insan” yetiştirmeyi hedeflemelidir. Okullardaki seçmeli dini derslere ve imam hatip okullarına bile tahammül edemeyen bir zihniyet ile bu kutsal amaca ulaşmak mümkün değildir. Evet, eksiğimiz iyi yetişmiş insandır ve bu eksiklik bir asır öncesinden beri hissedilmiş, zamanın resmi kurumlarından ümit kesen hamiyyet sahibi ve iyi yetişmiş bir avuç insan ortaya bir örnek olarak Islah-ı Medârisi koymuştur….”(Hayrettin Karaman, Eksiğimiz İyi Yetişmiş İnsandır, Yeni Şafak, 29 Eylül 2019).

Biz Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (Allah onlardan razı olsun.), Selçuklu, Osmanlı… devirlerinde değiliz. Ümmet coğrafyası parçalanmış, ümmeti birbirine düşürerek zayıflatan sömürgeciler maddi ve manevi varlığımızı büyük ölçüde tüketmişler. Ülkemizin üzerinden dev bir silindir geçmiş, her şeyi çağdaşlaştırma adıyla Batılılaştırma manasında dümdüz etmiş. Kendi düzenimize, kültür ve medeniyetimize dönüşü zorlaştırmak üzere uluslararası antlaşmalara imza atılmış, bağlayıcı ve bir kısmı değiştirilemez kanunlar vazedilmiş, insanımız değişmiş, Müslüman aileden gelen birçok kişi din ile alakasını ya tamamen kesmiş veya çok zayıflatmış, yönünü maddeye ve Batı’ya çevirmiş, dinine daha bağlı görünen kesimde de (Müstesnalar kaideyi bozmaz.) bazı zaafalar oluşmuş ve daha önemlisi teorik olmasa da fiilen ılımlı (şeriatsız) Müslümanlar haline gelmişler…”(Hayrettin Karaman, Beklentilerde Ölçülü Olmak, Yeni Şafak, 25 Ekim 2019)

Laiklik ve demokrasi uğruna birbirine düşmanca muamele yapan partici vatandaş türettik. Yetmedi, bir liralık bir ürünü, on liraya satmaktan çekinmeyen ve utanmayan bir esnaf ucubesi kazanıp çoğalttık. Kadına şiddeti kınayıp eşiyle vahşice boğuşan insanlar türettik. Bunlar yetmezmiş gibi televizyonlarda kadına şiddet ve ihaneti çılgınca sergileyen ar, namus ve onur katilleri, destekleriyle keyiflendiren türedi seyirciler yetiştirdik. Kirli ekran köleleri oldular.”

Bütün bunlarla beraber aklınıza kötülük adına ne gelirse hepsi birbirini kovalayarak gelişme halindedir. Şirk, isyan, terör, cinayet, hırsızlık, gasp, faiz, içki, kumar, israf, ihmal, adam kayırma birbirlerini kovalıyorlar. Mafya ayaklarıyla nice haksızlık yapmak ve bunu devlet garantisi altında fütursuzca icra etmek, “geçer akçe” oldu. Haksız yere cana kıymak, “keyfe keder” halini aldı. İşine gitmediği halde devletten maaş almak, gitse bile hiçbir iş yapmamak üzere keyiflenen zalim vahşiler, at oynatır oldular. Gıda terörü önlenemez boyutlara ulaştı. Daha kötüsü bunlara göz yumma normalleşti. Masum milleti cehalet ve nifaka sürüklemek için medyayı kötüye kullanmak onurlandırma vesilesi oldu. Bugün resmen ve alenen zina yayılıyor ve destekleniyor. DNA testleri kapkara bulutlar halinde üstümüzde dolaşıyor.

Milleti bu hale getiren, aslında laik sistemdir. Eğitimde kopya çekmeyi engelleyebilecek bir gücü olmayan sistemin, aklı erenlerce kendini sorgulaması gerekir. Yoksa bunca zaman öğrencilere “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım.” dedirtmelerinin hesabını veremezler. “Devletsiz din topal, dinsiz devlet kördür.” derler. Milletimizi değerlerinden soyutlamaya ve geleceğimizi yok etmeye kalkışan dış ve iç şer güçler, ebediyen gelecek ışığınızı karartmayın! Rabbimiz! Gençlerimizi başarılı eyle.”(İlhan Oral, Trajedik Eğitim, Yeni Akit, 6 Ekim 2019)

“İki kız öğrencisini sigara içerken gören bir lise öğretmeni, öğrencileri yanına çağırarak; ‘Bu yaşta sigara içmeye utanmıyor musunuz? Sizi disipline vereceğim. Artık derdinizi ailenize anlatırsınız.’ dedi.”

Öğrenciler durumun aileleri tarafından öğrenilmesinden çok korktular. Bir senaryo yazdılar ve uygulamaya koydular. İkisi de akşam evlerinde öğretmenlerinin kendilerini taciz ettiğini söyledi. Aileler öğretmen hakkında suç duyurusunda bulundu. Öğretmeni gece evinden aldılar. İfadeler, soruşturmalar, incelemeler, savcı iddianamesi derken tam 9 ay (yazıyla; dokuz ay) tutuklu olarak yargılandı.

Dokuz ay içinde; Eşi kendisinden boşandı… Çocukları ‘tacizci babalarını’ görmek istemedi, ziyaretine gitmediler… Hapishane şartlarında öğretmende agorafobi panik bozukluğu ortaya çıktı; Tansiyon hastası oldu… Şeker hastalığı nüksetti…Psikolojisi iyiden iyiye bozuldu…Ağlama nöbetleri geçirmeye başladı…

Dokuz ay sonunda mahkemeye çıkarılırken de ağlıyordu…Hâkimden ağlamaması için fırça yedi. Mahkeme çok kısa sürdü hâkim ‘sekiz yıl’ dedi. Öğretmen daha yüksek sesle ağlamaya başladı.

Öğretmenini bu halde gören kız öğrencilerden birisi hâkime sordu; “Kaç yıl hapis yatacak?” “Sekiz yıl” Bu sefer de öğrenciler ağlamaya başladı; “Biz ailelerimiz sigara içtiğimizi öğrenmesin diye böyle bir yalana başvurduk. Hocamızın suçu yoktur. Salın onu…” demeye başladılar.

Bu itiraftan sonra hâkim hükmü yeniden kurdu. Öğretmene ‘Pardon.’ dedi. Çocuklara uzun bir nasihat çekti, bir fırça da onlara attı ve “Yıkılın karşımdan gözüm görmesin sizi.” dedi.

Mahkeme boşluğunda bir avukat hâkime yaklaşarak, “Sayın hâkimim, ne olacak bu öğretmenin hali şimdi?”

“Valla, bu kanunlar karşısında benim yapabileceğim hiçbir şey yok ki.”

Hâkim, 6284 sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine dair kanundan, CEDAW; Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’nden, İstanbul Sözleşmesi’nden, 743 sayılı medeni kanunda 1988’de yapılan değişiklikle süresiz haline getirilen eski eşe ödenen nafakadan bahsediyor.

2012 yılında, 6284 sayılı kanun çıkmadan önceki yıl, aile içi şiddet sonucu öldürülen kadın sayısı 121 olarak tespit edilmişti.

Yasa çıktıktan sonraki yıllarda ölüm oranları hızlı bir şekilde yükselerek 2019 yılında yüzde 400’lük bir artışla 490’a çıktı.

6284 sayılı kanunla çatırdatılan ve 3444 ile 4721 sayılı kanunlarla yıkılması sağlanan aile kurumuna bitirici darbe TMK’nın 336. maddesiyle vuruluyor.

TMK 336, ayrılan çiftlerin çocuklarının velayet hakkını tek tarafa veriyor. Bu uygulamayla çocuğunun velayet hakkını alamayan tarafa çocuğu gösterilmediği zaman ticari bir malmış gibi icra yoluyla ve para ödeyerek görebiliyor.

Maddi gücü olmayan taraf yavrusuna hasret bırakılıyor. Tek taraflı velayet hakkı bir intikam aracı olarak kullanılıyor. Mahkemeler çocuğun velayetini %99 oranında anneye veriyor. Baba çocuğunu her ay 2 kez görebiliyor. Ayda 8 ila 24 saat çocuğunu görme süresi tanınıyor. Çocuğu vaktinden sonra anneye teslim etmeyen baba hakkında ‘çocuğu kaçırmak’ suçundan dava açılıyor…Evet, BU KANUNLARLA OLACAĞI BUDUR!” (Recep Yazgan, Bu Kanunlarla Olacağı Budur!, Diriliş Postası, 25 Ağustos 2019).(Bu konuda mevzuatın içler acısı halini görmek için hakim ve noter olarak çalışan  Mehmet Yaman’ın WhatsApp’taki uzun makalesine bakınız.)

Eğitim sisteminin uygulayıcısı olarak bilimin ahlakla yıkanması gerektiğini belirten Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk kendisi, bu gidişattan yakınarak bilimi içselleştirmenin yeterli olmadığını, aynı zamanda ahlakla yıkanması gerektiğini, bilimin etik bir mesuliyeti olmadığı taktirde sermayenin güdümünde sadece sermaye ve iflas sektörüne yönelik birtakım çabaların aracı haline geleceğini, hizmetkarı olan bir bilimin ortaya çıkacağını, bugün dünyaya baktığımızda dünyanın en iyi eğitim veren üniversitelerinde yetişmiş olan insanların dünyaya en çok zarar veren insanlar olarak görüldüğünü söylemektedir. (Ziya Selçuk, Yeni Şafak,  10 Ekim 2019).

On yedi yıllık iktidarı boyunca hep nitelikli ve kaliteli ama dindar bir neslin/toplumun oluşturulmasının özlemini seslendiren ve bunun için İslami eğitim öğretimin önündeki bütün yasakları kaldırıp imam hatip okullarının ve İlahiyat/İslami İlimler Fakültelerinin hızla yaygınlaşmasını sağlayan ve “İstikbalimiz avucumuzdan kayıp gitmesin.” diyen sayın Cumhurbaşkanı kendisi bu olumsuz tabloyu en yüksek sesle şöyle ifade etmektedir:

“Eğitimin fiziki altyapısını geliştirmenin yanında, önceki dönemlerin o yasakçı baskıcı zihniyetlerinin izlerini silmek için de çok çaba harcadık. Meslek liselerine adeta ikinci sınıf, üvey evlat muamelesi yapan katsayı sistemine son verdik.

Bunların hepsi çok değerli ve önemli. Asıl önemli işimiz bundan sonra başlıyor. Artık hep birlikte eğitimde kalite artışı gibi daha fazla emek ve zaman isteyen meselelere yoğunlaşmamız gerekiyor. Eğitimde niteliği yakalamanın günübirlik bir konu olmadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz.

Eğitimde Cumhuriyet tarihimiz boyunca bize özgü bir gelenek oluşturamadık. Böyle bir sistemi maalesef kuramadık. Kayıp nesiller yetiştirdik. Hukukta, idari düzende, bürokraside olduğu gibi eğitimde de Batı’yı kopyalamayı tercih ettik. Açıkçası ne kendi kadim değerlerimizi ne Batı kültürünü öğrencilerimize layıkıyla aktarabildik. Sonuçta kendi değerlerine bigâne/yabancı kalan; aslını inkâr eden, Batı kültürüne hayranlık duymanın ötesinde katkısı olmayan kayıp nesiller yetiştirdik.” (2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı Açış Konuşmasından).

Rüzgar Eken Fırtına Biçer:

Yukarıda tasvir edilen bu sonucun ortaya çıkması çok doğaldır. Çünkü tabiat boşluk kabul etmez.  Bu sonuç, yüzyıldan fazla zamandır uygulanan pozitivist laik eğitim felsefesinin ortaya çıkardığı boşluğu taklit edilen Batılı düşünce ve yaşam tarzının doldurmasıdır. Halkın “Rüzgar eken fırtına biçer.” dediği gibi, bu eğitim felsefesinin vereceği sonuç bundan başkası olamaz. Gençliğin ve aydınların önünde hayat nizamı olarak İslam’ın alternatif olmadığı yüzyıldan fazla zamandır Batı’nın alternatif olan kapitalizm, liberalizm, Marksizm, sosyalizm, komünizm, pragmatizm, nihilizm, faşizm, Darvinizm, Freudizm, vd. izimler boşluğu doldurmuş ve bugünkü sonuç ortaya çıkmıştır. Bu süreçte gençlerin ve okumuşların zaten bundan başka gideceği bir yer ve yol da yoktu, bugün de yoktur. Evet, rüzgâr ekenler fırtına biçmişlerdir!

Tasarlanmış bir proje olarak yahut çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma çabası olarak Batı’yı taklit ederek ona benzemeyi hedefleyen pozitivist seküler eğitim sistemi en yetkili ağızlardan dile getirildiği gibi İslam’a ve değerlerine yabancı nesiller üretti ve üretmeye devam etmektedir. Yüce Allah’ın “Verimli toprakta Rabbinin izniyle çok güzel bitki yeşerip büyür. Ama çorak topraktan hayırsız bitkiden başka bir şey çıkmaz….”(Araf 7/58) dediği gibi dikenli ve zehirli bitkiler bitirdi. Bu da artık topluma batmakta ve zehirlemeye devam etmektedir. Süreç böyle devam ederse toplumun geleceğini de bu nesiller oluşturacak ve belirleyecektir.

Potansiyel Var Ama Çözüm Yok:

Yazılarda ve konuşmalarda gördüğümüz gibi çoktandır en yetkili ağızlardan bu kötü gidişe dur deme çağrıları yapılmaktadır. Genel olarak kaliteli ama aynı zamanda imanlı bireylerin yetiştirilmesi önerilir. Ama bunun nasıl yapılacağı ve kimlerin yapacağı pek ortaya konulmaz ve uygulaması yapılmaz. Dindarlar ya geleneği korumakla ya da ekmek teknelerini kaybetmemekle meşguldurlar. Potansiyel açısından bakarsak, şu anda Türkiye’de 100’den fazla İlahiyat-İslami İlimler Fakültesi ve hepsinde toplam binlerce öğretim elemanı ve yine öğrendiğimize göre 661 tane İlahiyat profesörü, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında yüzbinlerce personel bulunmasına karşın, ne okullarımızda, ne camilerimizde ve ne de toplumda ağırlıklı olarak imanlı kaliteli nesiller yetiştiremediğimiz, aksine toplumun her gün daha çok bozulduğu, erozyona uğradığı, yozlaştığı ve İslam’ın öngördüğü hayattan uzaklaştığı, cahiliye inançlarının ve haramların yaşam tarzı haline geldiği, gençlerin seküler, pozitivist, eyyamcı, deist, nihilist, vb. yetiştiği de ortadadır. Bu sonuca götüren eğitim öğretim uygulaması bugün de bütün hızıyla işlemektedir. Bu da gösteriyor ki bu anlayışla ve bu eğitim yöntemiyle bunu gerçekleştirmek ufukta görünmemektedir.

Bunu görmek için orta öğretimde okuyan öğrenci potansiyeline bakalım. Verilere göre bugün orta öğretimde okuyan öğrenci toplamı içinde orta ve lisesiyle imam hatip okulunda okuyanların oranı yüzde 15-16 kadardır. Bu oranın dışında kalan %85’lik öğrenci kitlesinin -Okul, aile, arkadaş ve çevre gibi etkenlerle dini bir bilgiye ve yaşantıya sahip olanlar dışında-ki genelleme yapmak istemiyoruz ama bunların oranı da iki elin parmak sayısını geçmez.- İslam’ın öngördüğü iman ve İslam öğretilerinden ve yaşantısından ne yazık ki yoksun olarak modern cahiliyenin bütün tonlarını yansıtan deizm, ateizm, nihilizm, feminizm, modernizm, vd. anlayışlara ve davranışlara sahip olarak mezun olmaktadır. Bunların inanç ve yaşantısının nasıl olduğunu internet kafelerin yoğun olduğu çarşı ve sokak aralarında, okulların arka bahçelerinde görebiliriz.

Birkaç gün önce yaşadığım şehrin teknik liselerinden birinde son sınıfta okuyan bir öğrenci ile konuşma fırsatım oldu. Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin olup olmadığını ve kendisinin namaz kılıp kılmadığını sorduğumda aldığım cevap tüyler ürperticiydi. Okulda 15 saatlik din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin müdür yardımcısı bir coğrafya öğretmeni üzerinde göründüğünü ama derslere gelmeyip oturduğu yerden öğrencilere bol not vererek herkesi geçirdiğini, sınıfta bulunan otuz öğrenciden hiçbirinin namaz kılmadığını söylediğinde şaşkına döndüm. Başka okullarda bu derste başarının durumunu ve seçmeli diğer derslerin de Türkiye genelinde ancak yüzde 4-5 öğrenci tarafından seçildiğini yine verilen bilgilerden öğreniyoruz. Bu kadar ders çeşidi ve yoğunluğu arasında ve öğrencilerin üniversiteye girebilmek için yarıştığı bir sistemde zorunlu din dersinde ve seçmeli diğer derslerde başarı oranının ne olduğunu ilgililer çok iyi bilmektedir. 

Çare, Dinli İmanlı Modern Eğitimdir:

Dinli imanlı modern eğitimin ufukta görünen bir proje olarak imam hatip okulu örneğiyle ancak sağlanabileceğini görüyoruz. Bildiğimiz gibi ilkokulu/birinci dört yılı bitiren çocuklardan bazıları imam hatip ortaokuluna gitmekte ve dört yıl öğrenim görmektedir. Burada diğer orta okullarda okutulan derslerden farklı olarak sadece üç tane ders görmektedir. Ancak buradaki manevi atmosfer, öğretmen topluluğu, arkadaş ortamı ve aile gibi etkenlerle, genel olarak çocukların Allah, peygamber, Kur’an, ahiret, cennet ve cehennem, helal ve haram, edep ve ahlak, kısaca Allaha kulluk bilgisi ve ruhu ile yetiştiği görülmektedir. Bunun sonucu olarak, istisnalar dışında, önceden bu bilgilere sahip olmadan gelenlerin sahip olduğu, namaz kılmayanların namaz kıldığı, başını örtmeyen kız öğrencilerin örtündüğü gibi İslam’ın öngördüğü bir kimlik, kişilik, davranış ve ahlak sahibi olduğu görülmektedir. Bu da gösteriyor ki bütün eksikliklerine, birçok öğretmenin okuduğu veya dinlediği yanlışları ve hurafeleri din olarak anlatmasına, hatta anlatımı ve öğrencilere karşı tavrı nedeniyle dinden soğutmasına, aile veya arkadaş çevresinin olumsuz telkin ve engellemelerine karşın çocukların burada dini bir hava teneffüs ettiği, dini bir kişilik ve davranış kazandığı görülmektedir.

(İmam hatip okullarının, bunun devamı olarak İlahiyat-İslami İlimler Fakültelerinin müfredat, kitap, eğitimci ve diğer konulardaki durumu ayrı bir araştırma ve değerlendirme konusudur.)

 Onun için maddeci, seküler, pozitivist, nihilist ve taklitçi eğitimle yapılan bu tahribatın ve İslam’a yabancılaştırmanın önüne geçmek için çare olarak önümüzde bütün ortaokulları, imam hatip ortaokulu kıvamına getirmekten başka bir çözüm veya bir proje bulunmamaktadır. Bunu ülkenin bütün çocukları için yapmak devletin görevi ve sorumluluğudur. Hiçbir kimse yolu imam hatip okuluna düşen çocukların bu yönden şanslı, ama başka okullara gidenlerin şanssız olduğunu söyleyerek ülke çocuklarının çok büyük kısmının iman, ibadet ve ahlaktan, kısaca İslam’dan nasipsiz yetişmesine göz yummaya hakkı yoktur.

Evet, olumsuz üretimin önüne geçmek için en azından bütün ortaokulların/ikinci dört yıllık eğitim öğretimin imam hatip ortaokulu kıvamına getirilmesinden geçtiğini düşünüyoruz. Bu okulların adının imam hatip olması şart değildir. Bize göre geleceğimizi şekillendirecek olan ülkenin bütün çocuklarını bu erozyon, bu çürüme, bu sekülerleşme, bu inkar ve bu cahiliye hayatından kurtarmanın yolu buradan geçmektedir. Çünkü bunun dışında hepimiz için aynı değerde olan bütün çocuklarımızı Batının bu modern cahiliyesinden kurtarmanın ve bin yıldır yaşadığı ve temsil ettiği İslami kişiliğe ve kimliğe sahip yapmanın şu anda ufukta başka bir yolu görünmemektedir. Bu projeye karşı çıkabilmek için Allah, o şeytana lânet etti, o da, ‘Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım.’ dedi. ‘Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler’. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir kayıp içindedir.” (Nisa 4/118-119) ayetlerinde ve benzerlerinde belirtilen şeytana yandaşlık ve yoldaşlık yapacak nitelikte olmak gerekir. Bunu da aklı başında ve Allaha karşı kulluk görevini yapan, Kur’an’ı okuyup anlayan hiçbir insanın yapmasını istemiyoruz.

 

 

[1] * Prof. Dr. İbrahim Sarmış, Necmettin Erbakan Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

 

[2] - Bu çalışma 12-18 HAZİRAN 2017 tarihleri arasında TÜRKİYE'DE TOPLUMUN DİNE VE DİNİ DEĞERLERE BAKIŞI ARAŞTIRMASI üst başlığı 30 BÜYÜKŞEHİR ve (AĞRI, AKSARAY, ARTVİN, BAYBURT, BİTLİS, BOLU, DÜZCE, ELAZIĞ, GİRESUN, GÜMÜŞHANE, KARAMAN, KARABÜK, KARS, KASTAMONU, KIRIKKALE, KIRKLARELİ, KÜTAHYA, NEVŞEHİR, OSMANİYE, SİNOP, BİLECİK, YOZGAT, UŞAK) 23 il, 154 ilçe de 5400 kişi (Türkiye'deki seçmen sayısının on binde biri) ile YÜZYÜZE görüşmelerle yapılmıştır. (SÜMER 2 SK. ANGORA İŞ MERKEZİ 31 / 14 KIZILAY ANKARA TEL / FAX: 0 312 231 00 14

www.makdanismanlik.org [email protected]

[3]-Uğur Mumcu, YouTube. Diyanet İşleri Başkanlığının birkaç bin genç üzerinde yaptırdığı bir araştırmada gençler kendilerini sağcı, solcu, milliyetçi, Atatürkçü, laik, vd şucu bucu olarak tanımlarken, dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde yirminin altında olmuştur.

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar