Ümmete Musallat Olan Hastalık Akıllardaki Sapma

Vahye teslim olmuş bir aklın hakimiyeti ve basiretiyle duyguların-düşüncelerin sapmalarını gelmemiz lazım ki, sahih duyguların aleviyle de akılların ışıklarını yakalım.

Ümmete Musallat Olan Hastalık Akıllardaki Sapma

Vahye teslim olmuş bir aklın hakimiyeti ve basiretiyle duyguların-düşüncelerin sapmalarını gelmemiz lazım ki, sahih duyguların aleviyle de akılların ışıklarını yakalım.

Kur'an'i Hayat Dergisi

Kur’an’dan hareket edilerek akıl konusuna bakıldığında, aklın bir terim olarak insan zihninin ve manevi faaliyetinin merkezi odağına yerleştirdiği görülür. Kur’an üç bilgi aracından bahseder, göz, kulak, kalp. Akıl, Kur’ani tanıma göre kalbin bir türevidir. Bundan dolayı birçok İslam düşünürü aklı kalpte ve ruhta bulunan manevi bir ruh şeklinde tanımlamışlardır. Bu bilgi yolları hiyerarşik bir mertebeden çok hakikatin bilgisini elde etme çabalarından biri diğerini içine alan iç içe dairelere benzer, hepsi aklın alanında birleşiyor.

 Kur’an’da sık sık anılan akletmek, neden ile sonuç, eser ile eser sahibi arasındaki ilgiyi nedenselliği ifade eder. Yani akıl, hakikate ulaşma yeteneğine sahip olan en büyük araç. Eserden müessire gidilebileceği gibi aksine bir yolla müessirden esere veya iki eser arasındaki temel ilişkinin kavram manasına da gidilebilir. Sonuçta akıl duyulabilir, olandan duyulamaz olanının varlığını keşfeder.

İslam’da teklif akla bağlıdır. Bilincin ve idrakin esası zekadır. Din kusurlu bir akılla az bir zekâ ile tam olamaz. Akıl, Allah’ın insana bahşettiği en önemli nimettir. Önemli olan derin bir kavrayış sahibi, yani Ulül- elbab olan olabilmek… Ku’ran a göre insanların çoğu akletmezler yani verilen aklı kullanmazlar, statik halde, jelatini bozulmamış şekilde öylece durur… Ya da kiraya verilmiş bir başkası kullanır, yönlendirir. Akıl yerine duygular hakimdir. Örneğin, şeyh-mürid ilişkisinde duyguların hâkim olduğu gibi burada akıl devre dışıdır, akıl kapının önündedir. Derin düşünce sahipleri, akledenler her dönemde bir avuçtur yani damızlıktır.

Ulü’l-elbab Kur’an’da on altı yerde tekrar ediliyor. Ulü’l-elbab’ın ortak özelliği takva, hikmet sahibi olma, tezekkür, tedebbür, tefekkür, itibar, hak ile batılı ayırt etme yeteneği, doğruyu, güzeli, çirkini fark edip temyiz etmede derin anlayış sahibi olmalarıdır. Aynı zamanda tabiatı tanıyan, ondaki ayetleri bilip okuyanlar, geceleri döşeklerini terk edip ibadet edenler, tevbe edenler, Allah’a candan bağlılıklarını, ahitlerini yerine getirenlerdir. Bu özelliklere sahip Ulü’l-elbab, süzme akıllılar topluluğudur.

 “İsabetli hüküm verme yeteneğini (hak edene) vermeyi diler, ama kime isabetli hüküm verme yeteneği bahsedilmişse doğrusu ona tarifsiz büyüklükte bir servet bahşedilmiştir. Fakat derin kavrayış sahiplerinden başkası bunu düşünüp kavrayamaz”. (Bakara 2/ 269)

İslam ahlakının dinamikleri, hür bir akıl, diri bir kalp, sarsılmaz bir irade ve bunların sonucu Salih amellerdir. Akıl ile düşüncede eylem birliği şarttır. İslam düşünce sistemi sade bir ideoloji olarak algılanmaya başlandığı günden beri iki yakamız bir araya gelmedi.  Bunun sonucu, sabırsızlık, akılsızlık, ahlaksızlık, liyakatsizlik, ehliyetsizlik, hırçınlık, stres, bunalım, çözülme, buharlaşma, fikri kabızlık oluşmuştur.

Neticede hiçbir haz alınamayan bir din gibi algılanmaya başlandı. Ortaya adam yokluğu girdi, insan kıtlığı çekiyoruz. İnsanları akıldan arındırırsanız koyunlaşır, kuzulaşır. Ehil, akleden liyakatli insan bulamazsınız. Dini olup, aklı olmayanlar, aklı olup dini olmayanlar var adeta. Dindar görünen çok sayıda insanın, derin düşünceden, anlayış genişliğinden fakir olmalarını söylemekle üzülüyoruz. Oysa ulül- elbab olan dinini ciddiye alır, ufkunu geniş tutar, müttakilerden olmanın cehdi içinde olur. Akleden ihlas sahibidir. İhlas liyakattir, liyakat ise bilginin tezahürüdür ve başarısıdır.  Akletmeyen nefs muhasebesinde münafıklık yapar, bu münafıklık ise kişiyi tövbekâr yapmaz, hatasında, günahında ısrar eder. Akletmeyen hakikat merkezli bir bilgi elde etmez, faydasız ilimlerle bilgilerle zihnini meşgul eder.

Vahye teslim olmuş bir aklın hakimiyeti ve basiretiyle duyguların-düşüncelerin sapmalarını gemlememiz lazım ki, sahih duyguların aleviyle de akılların ışıklarını yakalım.

Ümmetin fikri gelişme tarihinin en hazin yönü vahiy ile aklın birbirine yabancılaşmasıdır. Vahiy ile akıl birbirinden ayrılmaz. Her şeyden önce akla hitabı esas alan, her konuyu akla uygunlukla ölçen, akla daha yatkını, daha orta yolu tercih eden Kur’ani usule aykırıdır ve İslam’ın ruhuna ters düşmektedir. İnsanın anlayışını bağlayan, akılsızlaştıran, vicdanını etkisiz kılan ve böylece onu akıldışıya, irrasyonel hatta saçma -absurd- olana yönlendiren bazı dinlerden farklı olarak İslam’ın çağrısı akletmekten ve eleştirmeden yanadır. Yani İslam, insanın aklını kullanmaya, her konuya eleştirici bir gözle yaklaşmaya, alternatifleri gözden geçirmeye, her zaman ikna edilmek ve tutarlı olmak istemeye, ancak yüzde yüz emin olduğu hakikatleri dile getirmeye, gerçeklerle daima temas kurmaya davet eder. Vahyin kabulü akla dayanmalıdır. Kişisel heveslere dayanan hiçbir dini tez, insanlığın önemli bir bölümünün uzun süreli kabulüne mazhar olamaz. Tarikat ve tasavvuf yapılanmalarında görüldüğü gibi, Müslümanların aklı feda etme pahasına ilhamı vurgulamaları inanç bozukluğuna akıllardaki sapmalara kapı açmıştır. Bakınız bir sürü uydurma rivayet kültürü, hikayeler, akıldan arındırılmış insanlara gerçekmiş gibi yutturuluyor.

Ümmetin düşünce hayatında cins kafalara ihtiyaç var. Sorunlar ve çözümler ancak bu şekilde ortaya konabilir. Siyasi liderler ve iktidar sahiplerinin bazı düşüncesizlikten ve Ulü’l-elbab ile istişareden uzak kalmak yüzünden bunalımlardan kurtulamamışlardır. Akıllı bireyler yönetimden soğumuşlardır. Liyakatsizlik, ehliyetsizlik, çapsızlık diz boyu.

“Allah katında hayvanların en şerlisi akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir”. (Enfal 8/22)

 “Sağır, dilsiz ve kördürler de akletmezler”. (Bakara 2/71)

“Hiç Rabbin katından sana indirilenin hakikat olduğunu bilen kimse (hakikate karşı) kör davranan kimseyle bir tutulur mu? Elbet ancak basiret sahipleri öğüt alırlar”. (Rad 13/19)

İnsanların sorunu akıllı olmamaları değil, yaratılışta kendilerine verilen en büyük nimet olan aklı, kullanmama sorunudur. Vahyin dilinde akıl isim olarak geçmez, o iştir, fiildir. “Akletmez misiniz? Düşünmez misiniz? Ne zaman düşünmeye başlayacaksınız yoksa kalpleriniz üzerinde mühürler mi var?” gibi uyarılar var. Eğer insan aklını kullanırsa o zaman Allah’ın kendisinden istediği tüm sorumlulukları yerine getirebilir.

 “De ki yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki orada olup biteni kalpleri akletsin, kulakları işitsin ne var ki onlarda kör olan gözler değil kör olan sinelerdeki kalplerdir”. (Hac 22/ 46)

 Evet Ulü’l-elbab olmak. Hak ve hakikate isabetli kavuşmaktır. İnsan akla, akılda İslam’a muhtaçtır. Akıl dosdoğru yola muhtaçtır, doğru yol ise İslam’dır.

Müslümanlar akletmeyi terk ettiklerinden beri her alanda çöküşe uğramışlardır. Siyasi, ekonomik, ilmi, askeri, eğitim tüm alanlarda varlık gösterememişlerdir.

İslam akıllıların -aklını kullananların- dinidir. Aklını iptal edenlerin dini değildir. Akıllı olmak İslam olmayı gerektirir.

Tevhid tuğlaları ile sabır duvarlarını örenler Ulu’l-elbab’tır.

Ulü’l-elbab, edindiği tevhidi bilgiyi, takva ahlakıyla bütünleştirendir. Bilgi ile bütünleşmiş takvanın müşavereye ihtiyacı vardır. Müşavere yapmak yalnızca görüş alışverişinde bulunmak değildir. Aynı zamanda sorumluluk alışverişinde bulunmaktır.

Ulü’l-ebab olan Müslümanlar sonsuz rahmet ikliminin bereketli toprağında durmadan çalışan bir irfan işçisidir.

Ulü’l-elbab olan Müslümanlar, bilginin kaynağını vahye dayandırır. Aklı, tevhidi varoluş görüşünün kavranması konusunda başvurulacak olan ilahi araçlardan biri olarak görür.

Ulü’l-elbab olan Müslüman, akılsız bir inanca sahip değildir. Derin düşünen mümin, aklına gem vurmaz, sürekli endişelidir. Vehimler ve endişeler aklın düşmanı gibi görünse de aslında aklı besleyen şeylerdir. Velhasıl İslam, akıllıların dinidir, aklını iptal edenlerin dini değildir. Ümmete musallat olan akıllardaki sapmanın önüne geçmemiz, onları derin düşünce sahiplerinin arasına katmamız, akletmelerini sağlamak için mücadeleye devam etmemiz gerekir.

Unutmayalım ki İslam’ı hayata döndürmenin yolu akletmekten geçer.

                                                                                                               

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar