Çamur

Bizden beni ayıramamayı, ilkesizliği, kişiliksizliği hepimiz eleştirmeliydik. Çamurlaşmayı görüyorsak, razı olmamalıydık. Hem korkuyoruz hem bizcilik bizim de işimize geliyor. Bizcilik bir konfor getiriyor, itiraf edelim. Tekil ve özgün bir sahihlik emek istiyor ve biz tembeliz. Önce kendi tembelliğimizle yüzleşmeliydik. İhlassızlığa aynada bakmalıydık. Yapmadık, yapmıyoruz.

Çamur

Bizden beni ayıramamayı, ilkesizliği, kişiliksizliği hepimiz eleştirmeliydik. Çamurlaşmayı görüyorsak, razı olmamalıydık. Hem korkuyoruz hem bizcilik bizim de işimize geliyor. Bizcilik bir konfor getiriyor, itiraf edelim. Tekil ve özgün bir sahihlik emek istiyor ve biz tembeliz. Önce kendi tembelliğimizle yüzleşmeliydik. İhlassızlığa aynada bakmalıydık. Yapmadık, yapmıyoruz.

Kur'an'i Hayat Dergisi

‘’Bizden olsun da çamurdan olsun’’. Yok, haşa! Ben öyle bir şey söylemem. Peki ya siz? Siz de söylemezsiniz elbette. Kim söylüyor, kim yapıyor bunu o halde? Ehliyet ve liyakat ilkesi bir toplumun selameti için olmazsa olmaz ilkedir. En küçüğünden en büyüğüne seçimlerin hakkıyla, seçilenin layığıyla olması; sonucun doğru olması ehliyet ve liyakat ilkesine bağlıdır. Bu yüzden ana yasalarda bile kariyer ve liyakat maddeleri yer alır.

Anladık ve bildik ki; Allah bizden ehliyet ve liyakati ilke edinmemizi istiyor. Devlet bireyden, halk devletten, insanlar birbirlerinden ehliyet ve liyakat ilkesine bağlı kalmasını istiyor. Oh ne güzel! Görünen o ki istemeyen yok. Mevcut tablomuz neyin nesi o zaman? Herkes iman ediyor, herkes kabul ediyor, herkes görüyor ve istiyor… Peki, niye öyle yaşamıyoruz? Engel ne? Bize engel olan ne? Ben yazımda bu soruya cevap arıyorum.

-Bize engel olan ne?

-Biz!

(Lütfen hemen şimdi aklınıza gelen kendi biz tasavvurunuzu zihninizden geçirin ve yazı boyunca aklınızda tutun!)

Biz, ‘’bize’’ iman ediyoruz. Bizin getirdiği güce iman ediyoruz. Biz imajına sadakatimiz, hakikatten ve benden öncelikli geliyor.  Bizden hakikati ayırmıyoruz. Bize aidiyeti hakikate kestirme ve garantili erişim sanıyoruz. Bizi hakikatle eşleştirmiş gibi bir halimiz var. Biri çıkıp itiraz edecek olsa, tahkiki hatırlatsa, dolmuşa binmemeyi salık verse, insafsızca onu ‘bize düşmanlıkla’ suçluyoruz. Hakikat ile biz eşitlemesi bir sanrı ve dehşet bir hata amma velakin ‘’biz müminleri’’ bu bizden kopmayı hakikatten kopmak zannediyoruz.

 Gustave Le Bon’un Kitleler Psikolojisi kitabında sosyal genetikten bahsedilir. ‘İçinde yaşadığımız toplumun sosyal kodlamalarının şahsiyetimiz üstünde belirleyici etkisi vardır’ der Le Bon. Şahsiyetlerimiz toplumdan, toplumun örf, adet, kültür ve inancından etkileniyor. Bahsettiğim ‘biz’ potası bu işte. Bu pota iyi de olsa, birey ben idrakinde ve bilinçli olarak iyi olmalıdır. Biz kötüyse, birey hepten iyi olmak ve kalmak için direnmelidir.

Toplum, “biz” dediği bütün zarar görmesin diye, nice “ben”ler kurban eder, nice hakikatleri örtüp gizler. ‘’Bizden olsun çamurdan olsun’’, ‘’kol kırılır yen içinde kalır’’ gibi atasözlerimiz var malumunuz. Elçiler de aslında bizden beni ve hakikati ayırmayı öğretmiştir. ‘’Bizden beni ayırma’’ dediğimiz, bizi yok etmez, bizi bitirmez aksine niteliğini artırır. Onu şahsiyetsiz benler birliği olmaktan çıkarır, değerler birliği ve şahsiyetler birliğine dönüştür. Ortada bir güç, bir görev, bir makam ve sorumluluk varsa, bilinci de vardır. Yapılacak iş, yönetilecek makam, üstlenilecek görev varsa ahlakı da vardır. Dolayısı ile ilkeler ve değerler birliğinin şahsiyetli bireyleri, ehil oldukları işi üstlenmek, ehil olmadıklarını üstlenmemek konusunda cesurdur.  Ehliyet ve liyakat ilkesinden taviz vermez, ehil ve layık olana yardım ve destek konusunda kompleksli veya kibirli davranmazlar. Çünkü onlar ben ve bizin iyiliğinin hakikate sadakatte olduğunun bilincindedirler.

Şu da önemli bir soru: Madem şahsiyetli benler bir toplumun nitelik ve beka sorunu, niye ben hep kötülenmiş? Niye bizin içinde eriyip gidiyor çoğu? Kendi olmaktan kaçıyor muyuz? Bizden biri sıfatı daha mı makbul? ‘Bizden biri olma’nın dünyada ve ahirette bize getirileri var mı? Neyden korkuyoruz? O getiriden mahrum olmaktan mı, hakikate ihanetten mi korkuyoruz? Kendimizi kaybetmekten mi korkuyoruz, aramaktan mı?

Tarifeli uçuşların, toplu taşımanın bizi cennete götürebilme vaadi işimize geliyor mu? Bizi ve bize hazır verili ezberleri ilkeler üzerinden sorgulamayı zor buluyor muyuz? ‘İlke ehliyet ve liyakat, tamam ama…ama… ‘diye devam eden ve bizi aklarken vicdanı karartmaya yarayan cümleler kuruyor muyuz? Öğrendiğimiz klasik şablonun dışına çıkmış bizden birini dinlemeye tahammül ediyor muyuz? Anlamaya çalışıyor muyuz? Kimliklerin ayrıştırıcılığından kurtulup, hakikatin birliğine alın teri ile varmaya içimizde bir mecal ve istek buluyor muyuz?

Bir zamanlar soru çalanlar vardı hatırladınız mı? Sorular şimdi bize verilse, ‘onlardan biri geleceğine sen gel’ denip ezberletilse; kuzu kuzu bunu yapacak ve birincilik kupasını kaldırıp sırıta sırıta poz verecek, sonra koşa koşa koltuğa geçecek bir ruh ikliminde miyiz acaba bazılarımız?

Görüyorum ki; birey, toplum, devlet, hepimiz söylemde ehliyet ve liyakatin esas alındığı bir düzen talep ediyoruz. Hepimiz nepotizme, adam kayırmacılığa, torpile, rüşvete, hemşehriciliğe, adamını bulmaya, bizden olsunculuğa şiddetle karşıyız. Ama sorun şu: ses çıkarmıyoruz. Ses çıkaranları susturuyoruz. Eleştiriye tahammülümüz yok. Eleştiremiyoruz zaten. Eleştirenleri hain sayıyoruz. Bizim bizi kötülemek olarak anladığımız, hepimizin muzdarip olduğu bizciliğin eleştirisi, görmüyoruz.

Bizden beni ayıramamayı, ilkesizliği, kişiliksizliği hepimiz eleştirmeliydik. Çamurlaşmayı görüyorsak, razı olmamalıydık. Hem korkuyoruz hem bizcilik bizim de işimize geliyor. Bizcilik bir konfor getiriyor, itiraf edelim. Tekil ve özgün bir sahihlik emek istiyor ve biz tembeliz. Önce kendi tembelliğimizle yüzleşmeliydik. İhlassızlığa aynada bakmalıydık. Yapmadık, yapmıyoruz.

Hakikat penceresinden bakmayan, aidiyet penceresinden bakıp yorum yapıyor. ‘’Siyaset yapma’’ dendi mi hiç size? ‘’Bilmem necilik yapma!’’ azarı yediniz mi hiç? Yemediyseniz, hiç biz eleştirmemişsiniz demektir.

Biz güçlüdür, sesi gür çıkar, baskındır. Bizin aidiyet pencereleri genellikle dar bir kimlik olur, söyledikleriniz siyasete yorulur. Çünkü ‘’biz’’ muhafazakardır, gelenekçidir, statükocudur, asabiyetçidir, içine kapanıktır. Sizin uyarı ve eleştiri cümleleriniz, onların şimdiye kadar varlıkları adına öğrendikleri, inanıp yaptıklarını tehdit ediyorsa, o zaman siz bittiniz! Düşmanlığı yamandır bizin.

Bizcilik yapmak bana göre şahsiyetsizlik fakat onların gözüyle bizci olmamayı telkin ederseniz, siz onları bir nevi uçurumdan aşağı itiyorsunuz. Ve çoğu kendini kanatsız hissediyor. Örneğin "İslamcı" kimliği bir kanattı, onları cennete uçuruyordu. /(uçuracaktı). İçinde var olduğu alt kimliği, o etiketi ellerinden alınca, o muhayyilede siz onları çıplak, kimliksiz, ‘’değersiz’’ bırakmış oluyorsunuz. Halbuki siz o ismi/sıfatı elinden çekmeden önce, o/onlar ‘’fırka-i naciyedendi, şefaat adayıydı, locada yeri hazırdı, cennet rezervasyonluydu, seçilmiş, kurtulmuş, övülmüştü; iktidar olmuş, çoğunluk olmuş, muzaffer olmuş, Fatih'in nesli olmuş; (Protestan ahlakıyla) haklı taraftı…’’ ‘’Ki, öyle olmasa Tanrı tarafından böyle konumlandırılmaz, ödüllendirilmez, palazlandırılmazdı.’’

 Diyelim ki şimdi çıkıp ‘’İslamcılık yapma!’’ dediniz; en yakınlarınızdan bile:

-"kanadımı kırma";

-"beni itme"… paniği duyarsınız.

Yavrusunu yuvasından uçuran anne kuş merhametlidir. Buradaki merhameti belki göremiyorlar. Şahsiyet kazandırmak kat kat merhamettir.

Şu’culuk, bu’culuk, hatta Kur'an talebeliği dahil, her kimlik hazır bir algoritma sunuyor insana. "Kim olma"yı biliyoruz, bizden biri olabiliyoruz kolaylıkla lakin ne'liği, ne kadarlığı, niçin’liği hiç öğretmemişler. Kim olmaktan, ne yapmaya/olmaya dair ağır bir sorgulama gerek. Sorgulamaya iznin olmadığı yerde biz beni yok eder. Özgürlüğü, özgünlüğü, failliği, bilinci, vicdani aktifliği, pratik eminliği zorlayan bizimiz olmalı. Bizden beni ayıran, değerler ve şahsiyetler birliğini hedef alan biz şöyle demeli:

-Sadece Allah'a teslim ol, O’nun ilkelerine bağlı ol. O’nun dışında herkesten/her şeyden özgür ve bağımsız ol.

Çünkü aslında yalnızca Allah gerçekten özgür bırakır insanı. O’nun dışında kime kendimizi bağlı ve bağımlı, muhtaç, mecbur ve hatta mahkûm hissetmişsek, onlar bize bir şeyler dayatır. Sonra bazı şeylerden ödün verir, bazı baskılara boyun eğer, bazı ilkelerden taviz verir hale geliriz. Korkulara ve kaygılara yeniliriz. Kendiliğimizden böyle vazgeçeriz.

Kim'liğin taraftarlığında var olmayı, ‘’bizden biri’’ sıfatını seçiyoruz, kolaya kaçmak da deniyor buna. ‘’Ben’’ şahsiyetsiz,’’biz’’ baskınsa, işte iki uçlu değnek. Çünkü birbirini doğrudan etkiliyor bunlar. İkisi de değer odaklı olabilir ve birbirlerini bu yönde besleyip büyütebilir fakat ‘’biz’’ kutsamaları gittikçe daha sinir bozucu oluyor. Biz dokunulmazlıkları gittikçe daha âmâlaştırıyor insanlığı her açıdan. Biz savunmaları gittikçe daha haçlı zihniyetine, kutsal şiddet jargonuna bürünüyor. Biz ırkçılığı ve ayrımcılığı yerel ve küresel ölçekte hepimizin başını ağrıtıyor.

Yolun başı da sonu da toprak değil mi? Eşitlikle geliyor, eşitlenerek gidiyoruz dünyadan. İki eşitlik arası bir fark olacaksa bu bilgi, bilinç, değer yüklenerek olacak, içine düştüğü biz havuzundan değil, kendi çabasından…

Şimdilerde her coğrafyada; her "DiniDar’’, her ‘’AklıDar’’, her ‘’VicdanıDar’’ sığındığı ’biz’ himayelerinde ve erittiği ‘’sessiz ve suskun ‘benler’ eşliğinde sahici insanlığı ve kulluğu ıskalıyor. Çamurlaşıyor ve dahi çamurlaştırıyor.

Son sözüm; çamurdan insana ruh üflendiğini hatırlatmak olsun.

 

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar