Büyük çoğunluğu inançlı olduğunu ifade eden insanlardan oluşan bir toplumda yaşamamıza rağmen muhtemelen en bilgisiz olduğumuz konu dindir. Oysa din, başka hiçbir şeye benzemeyen, insanın hem bu dünyasını hem de ahiret hayatını imar edecek olan son derece hassas bir konudur.
Kur'an'i Hayat Dergisi
Müslümanlar olarak, Allah’ın âlemlere olan rahmeti sonucu bir müjde ve kılavuz olarak göndermiş olduğu son vahyi Kur’an ile garip bir ilişki içerisindeyiz. Elimizde Kur’an gibi eşsiz bir kaynak ve değer olmasına rağmen Kur’an ile indiriliş amacına uygun bir irtibat halinde değiliz. Bunun en öncelikli nedeni, ayetlerin doğrudan bizi muhatap aldığından ve dini inançlarımızın neye dayandığından haberimizin olmamasıdır. Birçok konuda olduğu gibi dini konuda da bilgiyi doğrudan edinmek yerine başkalarından öğrenip uygulamaya çalışıyoruz. Sonuç olarak her kafadan bir sesin çıktığı ve neyin ne olduğunun anlaşılmadığı bir karmaşa içerisinde neye inandığımızı ve inandığımız şeylerin neye dayandığını tam olarak bilmeden birtakım şeyleri uygulamaya çalışıyor ya da savunuyoruz. Belki de birçoğumuz, hayatımızda bir kez olsun Kur’an’ı okumadan Kur’an’da ne var ne yok hiç bilmeden dini birtakım şeylere inanıyor bu inancımıza uygun bir din yaşıyor ve Allah’ın vahyinden habersiz bir şekilde bu din üzerine ölüyoruz. Özellikle ülkemiz insanının çok iyi bildiğine inandığı üç şey vardır. Bunlar sırasıyla din, siyaset ve futboldur. Bu üç konuda neredeyse herkes bir şeyler söylemekte ve kendince yorumlar getirmektedir. Büyük çoğunluğu inançlı olduğunu ifade eden insanlardan oluşan bir toplumda yaşamamıza rağmen muhtemelen en bilgisiz olduğumuz konu dindir. Oysa din, başka hiçbir şeye benzemeyen, insanın hem bu dünyasını hem de ahiret hayatını imar edecek olan son derece hassas bir konudur. Bu konuda çoğunluğa, kulaktan dolma bilgilere ya da nereden geldiği bilinmeyen kabullere dayanılması mümkün değildir. Allah bize sadece yaşadığımız hayatın değil, inandığımız ve başkalarına anlattığımız dinin de hesabını soracaktır.
Hesap günü Allah’ın huzurunda “Rabbim sen bize bir Kitap gönderdin ama ben vakit bulup da o Kitab’ı okuyup öğrenemedim, birilerinin anlattıklarına inandım, doğru mu yalan mı bilemedim” diyemez ve bu konuda hiçbir bahanenin ardına gizlenemeyiz. Allah’ın dini, Peygamber’imizin Allah’tan aldığı ve bizzat uygulayarak örnek olduğu vahiydir. Vahiy, insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkartmak ve dosdoğru yolda kılavuzluk etmek için gönderilmiştir. Dolayısıyla Kur’an, biz öldükten sonra değil, yaşarken işimize yarayacak bir hayat kitabıdır. Hayat bulma kitabıdır. Allah’ın rahmeti ile karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir kılavuzdur: “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Hadid Suresi 9).
Peki, inananlar olarak biz, Kur’an ile nasıl bir ilişki içindeyiz? Açıkçası az önce de ifade edildiği gibi Kur’an’dan pek de haberdar değiliz. Oysa Kur’an ile ilişkimiz, Kur’an’ın ortaya koyduğu gibi olmalıdır. Ancak bunun için Kur’an’ı anlamak üzere okumamız ve ayetleri üzerine derin derin düşünerek Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu ve gönderiliş amacını bilmemiz gerekir. Ayetlerine baktığımızda, Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğuyla ilgili birçok tarif ile karşılaşırız. Kur’an doğruya ulaştıran rehberimiz (huda), yolumuzu aydınlatan ışığımız (nur), hayatımıza canlılık kazandıran (ruh), doğruyu yanlıştan ayıran ölçümüz (furkan), gerçeği getiren ve temsil eden (hakk), ayrılık ve anlaşmazlık içinde kalanlara bir delil (ilim), insanlığın tamamı için bir mucize (ayet), manevi hastalık ve aksaklıklarımızı gideren (şifa), Allah yolunda ve zorluklara karşı mücadele etmek için bir müjde (büşra), okunsun anlaşılsın diye kolaylaştırılmış, apaçık kılınmış kitap (mübin), din adına gerekli olan her şeyi detaylı bir şekilde açıklayan bir yasa (mufassal), apaçık ifadeler ile beyan eden kitap (tıbyan), düşünenler için bir bilgelik kaynağı (hikmet), gerçeği belirleyen bir kanıt (beyyine), insanlar arasında adaleti sağlayan evrensel bir yasa (hüküm), inananları, dosdoğru yol üzerinde birleştiren Allah’ın yeryüzündeki ipi (hablullah), insanlara kıyamete kadar yol gösterecek olan önder (imam), öğüt verici ve hatırlatıcı öğretmenimizdir (zikir). Toplumun genel uygulamasına baktığımızda ise, Kur’an evimizin en güzel köşesinde ya da en yüksek yerinde duran bir süs, çoğunlukla korumalı bir kap içinde el değmeden muhafaza edilen bir sembol, bazen kitap halinde bazen de kimi ayetleri çerçeve içinde tablo haline getirilerek duvara asılan bir eşya, bazen çok küçük boyutta arabamızın aynasına ya da çocuğumuzun boynuna astığımız bir koruma, nadide bir nüshası müzayedede satılabilen antika bir eser, gizemli, tılsımlı, yanı başımızda durmasına rağmen kendimizden uzak tuttuğumuz bir kitap haline gelmiştir.
Kur’an-ı Kerim Ziyafeti
Toplumun Kur’an ile ilgili genel yargılarına baktığımızda, onun en güzel şekilde seslendirilmesi gereken, genellikle ölülerin arkasından okunan, herkesin anlayamayacağı, anlaşılması için özel ilimler gerektiren bir kitap olduğu görülür. Örneğin sık sık “Kur’an Ziyafeti” başlığı ile güzel sesle Kur’an okuma yarışmaları yapılır. Oysa Kur’an’ın güzel seslendirilmesi kulağımız için, anlamı ise aklımız ve gönlümüz için ziyafettir. Ancak maalesef Kur’an, çoğu kişi için, güzel sesle seslendirilen ya da dinlenen ve bu şekilde sevap umulan bir kitap olmanın ötesine geçemez. Yine dini konularda akıl ile değil, geleneği ve çoğunluğu taklit ile hareket etmek gerektiğine, Kur’an’ın açıklamalarının yeterli olmadığına ve başka kaynaklara da ihtiyaç olduğuna inanır çoğu kimse.
Peki, şimdi soralım, hayatımızın merkezinde olması gereken değerlerimizden uzak olmamızın sebebi, Allah’ın âlemlere rahmet ve bereket kaynağı olarak indirmiş olduğu vahyinden bu kadar uzak olmamız olabilir mi? Kur’an’ın ruhumuzun şifası olduğunu unutup hangi ayetin hangi hastalık ya da derde iyi geldiğini söyleyerek onu üfürük kitabına çevirmeye çalışanlar, hesap günü Allah’ın huzurunda nasıl duracaklar?
Diri Olanı Uyarmak İçin Gönderilen Kitap: Kur’an
Kur’an’ın hayat kitabı olduğunun ve indiriliş amacının gerektiği gibi kavranamadığının önemli göstergelerinden biri de Kur’an’ın ölülerin arkasından -üstelik okunan bölümlerin ne söylediğinin anlaşılmasına gerek duyulmadan- okunacak bir kitap haline getirilmiş olmasıdır. Oysa Kur’an’ın ölülerin arkasından okunmasını gerektirecek tek bir ayet ya da dolaylı bir işaret yoktur. Bu olmadığı gibi çok net bir şekilde Kur’an’ın diri olanı uyarmak için gönderilmiş bir kitap olduğu ifade edilir: “Biz ona (Peygambere) şiir öğretmedik; (bu) ona yakışmaz da. O (kendisine indirilen Kitap), yalnızca bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanı uyarsın ve inkârcılar üzerine söz hak olsun diye indirilmiştir.” (Yasin Suresi 69-70). Bilindiği gibi genelde ölülerin arkasından Yasin suresi okunmaktadır. Örnek olarak verilen ayetin Yasin suresinin içinde geçiyor olması da son derece manidardır.
Kur’an’ın ölen kişiye bir faydası olmaz. Aynı şekilde ölmek üzere olan kişinin başında okunan Kur’an, o kişinin daha rahat ve kolay ölmesini sağlamaz. Kur’an’ın yaşayan kişiye faydası olur. Kur’an, gerçek anlamda yaşama, gerçek anlamda canlanıp hayat bulma kitabıdır. Ölmek üzere olan ya da ölmüş birisinin arkasından Kur’an okumak dini bir gereklilik olmasa da dini açıdan doğrudan buna karşı çıkmaya da gerek yoktur. Her ne kadar bu durumdaki kişilere bir faydası olmasa da şayet Kur’an herkesin anlayacağı bir dilde okunursa o kişilerin yakınlarına ya da orada toplanan insanlara, Allah’ın ayetlerini hatırlatma ve ölen ya da ölmek üzere olan kişinin durumundan ibret alma anlamında bir faydası olabilir. Çünkü Kur’an’ın diri olanı uyarmak için gönderildiğini ifade eden ayet, ölen kişinin ardında kalan diriler için de geçerlidir. Dolayısıyla Kur’an, indiriliş amacına uygun olarak mümkün olan her durum ve ortamda okunabilir. Ancak bunu bir tür kazanç kapısına çevirmek, okunan sureler ya da indirilen hatimler sonucunda insanlardan maddi beklenti içinde olmak, hatta daha önceden indirilmiş hatimleri ve yapılmış duaları satarak işi iyiden iyiye sulandırarak amacından saptırmak, başkalarının ruhuna hediye etmek ya da başkası için hatim siparişi vermek gibi uygulamalar Kur’an’ın ruhuna ve indiriliş amacına tam olarak aykırı uygulamalardır. Ölülerin arkasından Yasin suresi okuduğu için maddi beklenti içinde olanlar ya da daha önceden okuduğu Yasinleri para karşılığı insanlara satanlar maalesef okudukları Yasin suresinden habersiz yaşarlar. Aynen diri olanı uyarma ayetinin Yasin suresinin içinde olması gibi Allah’ın ayetlerini insanlara bildiren elçilerin bunun karşılığında hiçbir ücret ya da beklenti içinde olmadıkları vurgusunun birçok ayet ile birlikte Yasin suresinin içinde de yapılması son derece manidardır: “Sizden ücret/karşılık istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir.” (Yasin Suresi 21). Yasin suresini okuyup maddi bir beklenti içinde olanların ya bu ayeti okumayıp geçmeleri ya da tüm peygamberlerin en güzide örnekliklerinden biri olan yapılan tebliğ karşılığında maddi beklenti içinde olmama sünnetini göz ardı ettikleri için kendilerinden utanmaları gerekir.
Kur’an’a karşı gösterilecek saygıyı amacından saptırmak da doğru değildir. Genelde Kur’an’a olan saygımızı öpüp başımızın üzerine koymakla, onu olabilecek en yüksek yere asmakla, özel kaplar içine sarmakla, ona karşı ayaklarımızı uzatmamak ya da onun olduğu odada uzanmamak gibi davranışlar ile göstermeye çalışırız. Üstelik bu türden davranışları takva göstergesi sayarız. Bu türden uygulamalar gerçekte dinin kendisinden değil kültüründen kaynaklı uygulamalardır. Oysa Kur’an’a gösterilecek en büyük saygı, onunla indiriliş amacına uygun bir ilişki içinde olmak, onu en güzel şekilde okumak, anlamak, ayetleri üzerine düşünmek ve olabilecek en güzel şekilde hayatımıza taşımaktır. Bu gerçeği göz ardı ederek gösterilecek tüm saygılar, gösterilmesi gereken gerçek saygıdan uzak bir ilişki kurulduğu için saygısızlık olurlar.
Kulun Can Simidi: Kur’an
Hayatı anlamlı kılan şey Allah’ın varlığı, hayatı anlamamızın olmazsa olmaz yolu ise Allah’ın vahyidir. Bir düşünelim, vahiyden ne kadar uzak bir hayat yaşıyoruz. Amaç ve hedeflerimizi vahiy belirlemediği için hayatın anlamını, neden var olduğumuzu ve nasıl bir hayat yaşamamız gerektiğini bilmiyor ve bizi kim ne tarafa çekerse o yöne doğru savruluyoruz. Yüzme bilmeyen ve boğulmak üzere olan insan için o an can simidi ne ise hayatta var olmaya çalışan insan için de vahiy odur. İnsan yüzme bilmediği için boğulsa sadece bu dünyasından olur. Hayatı boyunca vahye sarılmadan yaşayan biri ise manevi anlamda defalarca ölüp dirilir ve sonunda belki de ahiretinden olur. Neden var olduğumuzu ve hayatın anlamını kavrayabilmek için Allah’ı ve dini doğru bilip anlamamız gerekir. Nasıl bir çelişki ki; gönderiliş amacı problemlerimizi çözmek olan din, özünden uzaklaştırılmış ve yüzlerce yıldır en büyük problemimiz haline getirilmiştir.
Allah’tan, ayetlerinden ve resulünün o ayetlere uygun şekilde yaşamış olduğu gerçek dinden yüz çevirerek fabrikasyon bir dine tabi olmuş inananlar haline gelmişiz. Allah bizi, vahyettiği kitaptan sorumlu tutacağını söylüyor. Çoğu inanan ise o kitaba aykırı onca şey yapıyor. İnsanlığın kurtuluşu Kur’an’dır. Çünkü Kur’an, hakla batılı ayırandır. Dünyanın en zalimi, bu gerçeği örterek Allah ve elçisi adına din uydurandır. Kur’an bu zalimliğe dikkat çekiyor: “…Kendi uydurduğu yalanı Allah’a isnat edenden daha zalim biri olabilir mi?” (Kehf Suresi 15).
Kur’an’a ve peygamberimize uymak iki ayrı şey değildir. Kur’an’a uyan, peygamberimize de uymuş olur. Çünkü Peygamber’imiz Kur’an’ı tebliğ etmek ve Kur’an’a göre yaşamakla emrolunmuştur. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş peygamberimizin dini konularda, yine âlemlere rahmet olarak indirilen vahiy dışında davranması söz konusu değildir. Peygamberimize gösterilecek gerçek saygı ve destek, Kur’an’ın rehberliğinde, din adına uydurulan şeyler ile mücadele ederek dini özüne döndürmektir. Allah’ın dini; Allah’ın dediğidir. O halde herkes din adına Kur’an’dan konuştuğu kadar doğru; Kur’an’a uyduğu kadar Müslümandır.
Vahyi Allah Bildirir, Allah Açıklar
Allah dini konularda bazı şeylerin açıklamasını yapıp bazı şeylerin açıklamasını başkalarına bırakmaz. Din Allah’ın dini ise o din için gerekli olan her şeyi açıklamak da başkasının değil Allah’ın işidir. Rabbimiz ayetleri için peygamberimize: “Onu aceleye getiresin diye dilini onunla hareketlendirme! Onu toplamak ve okumak bize düşer. O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacaktır.” diyor (Kıyamet Suresi 16-19). Dikkat edilirse
ayette onu açıklamak senin işin denilmiyor, bizim işimiz deniliyor. Rabbimiz, peygamberimize insanlar arasında nasıl hükmedeceğini kendisine göndermiş olduğu vahiy ile öğrettiğini söylüyor: “Şüphesiz, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmetmen için biz sana Kitab’ı hak olarak indirdik. Hainlerin savunucusu olma.” (Nisa Suresi 105).
Ayetler açık bir şekilde din adına gerekli olan açıklamayı sadece Allah’ın yaptığına ve peygamberimizin de kendisine gelen vahiy tamamlanmadan önce Allah’ın hükmü konusunda acele etmemesi gerektiğine vurgu yapıyor: “Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan önce onu anlamak (hakkında görüş sahibi olmak) için acele etme; ‘Rabbim, ilmimi artır!’ de.” (Taha Suresi 114). “…İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar ki akıl erdiresiniz.” (Bakara
Suresi 242). “…Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz.” (Hadid Suresi 17). “…İşte biz aklını kullanan bir toplum için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (Rum Suresi 28). “…Ayetlerimizi kavrayabilmeleri için nasıl da inceden
inceye açıklıyoruz.” (En’am Suresi 65). İnsanların peygamberimize sordukları bazı soruların Kur’an’da açıklandıklarını görüyoruz. Demek ki Allah bu soruların açıklığa kavuşturulmasını dilemiş ve peygamberimize gönderdiği ayetler ile bu sorulara açıklık getirmiştir. “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki…” (Bakara Suresi 215). “Sana nelerin helal kılındığını soruyorlar. De ki…” (Maide Suresi 4). “Sana saatin (kıyametin) zamanını soruyorlar. De ki…” (A’raf Suresi 187). Bu türden ayetler açık bir şekilde peygamberimize sorulan sorulardan cevaplanması gerekenlerin peygamberimiz tarafından değil bizzat Allah tarafından açıklanıp cevaplandığını göstermektedir. Ayetlerde “Sana şunu soruyorlar. Sen onlara açıkla” denilmiyor. “De ki:” denilerek açıklama yapılıyor. Yine başka bir ayette bu durum çok açık bir şekilde ifade ediliyor: “İşte biz, ayetlerimizi böyle inceden inceye açıklıyoruz ki sana: ‘Sen gerçekten ders almışsın (bunları bir yerden okumuş, öğrenmişsin)’ desinler ve biz de bilen bir topluluğa onu iyice açıklamış olalım.” (En’am Suresi 105). Bununla birlikte “Sana… soruyorlar” kalıbı dışında da birçok ayette “De:” ile başlayan ve insanların muhtemel sorularına ya da sorunlarına cevap veren ayetlerin varlığı da tüm bunların Allah tarafından açıklığa kavuşturulduklarını göstermektedir. Rabbimiz ayetlerini yine ayetleri ile açıklıyor.
Kur’an kendi kendisinin tefsiridir. Kur’an’ı anlamanın yegâne yolu Kur’an’ı kendisi ile anlamaktır. Bir şey ayetler yolu ile açıklanmamışsa demek ki o şey dinen gerekli değildir ve bizim şahsi tercihimize, görüşümüze bırakılmıştır: “Ey iman sahipleri! Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Kur’an indirilmekteyken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok yumuşak davranandır.” (Maide Suresi 101). Dinen gerekli olmayan bir şeyi Allah açıklamadığı için, peygamberimiz bu konularda bir açıklama yapamaz. Bu türden konular helal dairesi içinde insanların kişisel tercihlerine bırakılmıştır. Buna rağmen Allah’ın gerek görmediği için açıklamadığı birçok şey örneğin insanların hangi renkleri ve ne türden kumaşları giymeyi tercih edeceklerinden, nasıl yemek yiyeceklerine ve hangi metalleri takı olarak kullanabileceklerine kadar dinde olmayan, insanların kişisel tercihleri ve toplumlarının kültürleri ile alakalı olan birçok detay peygamberimizden sonra peygamberimiz üzerinden açıklanmaya ve dinselleştirilmeye çalışılmıştır. Böylece evrensel kuralları olan bir din, uydurulan rivayetler sebebiyle yöresel örf ve adetlere boğularak evrenselliğinden saptırılmıştır.
Yorumlar