Her kelime, önce onu aklederek idrak etmemiz sonra özümseyerek hissetmemiz ve nihayetinde onu yaşamamız içindir. Onun için kamusumuz namusumuzdur diyoruz. Lakin vahyin kamusunun hassaten bu ümmetin namusu olduğunu da unutmamalıyız.
Kur'an'i Hayat Dergisi
“..İşleri/yönetimleri, aralarında bir şûradır..” (Şura:42: 38)
Cemil Meriç, kelimelerin ve kavramların ehemmiyetine atıf yaparak “Kamusa uzanan el namusa uzanan eldir” der. Unutmamak gerekir ki algımız aklımızı, aklımız duygumuzu, duygumuz davranışımızı ve davranışlarımız ise hayatımızı doğrudan etkiler. Öyleyse meselenin özünde idrak vardır. Doğru algılamak, doğru yaşamayı netice verir. İşte bu durumda kelimenin ehemmiyeti kaçınılmazdır. Bu yazımda meşveret, hürriyet, meclis ve mebus gibi kavramların etimolojisinden yola çıkarak tefekkürümü paylaşacağım. Umarım böylelikle Kur’an’ın bir emri olan şura kavramı daha net anlaşılır.
Meşveret – İstişare
İstişare, kavram ş-w-r kökünden gelir ve anlamı istişārat “danışma, görüş sorma” demektir. Arapça sözcük Arapça şāra “gösterdi, işaret etti” fiilinin isim haline gelmiş halidir. Kur’an Şûra suresinin 38. ayetinde Ve emrühüm şura beyneküm/ Onların işleri aralarında var olan istişare iledir diyerek istişarenin ehemmiyetine atıf yapar. İslamoğlu, bu konuyu Şûra suresini işlerken şöyle anlatır: Şûra kelimesi çok ilginçtir kök olarak bal yapma, bal toplama, bal çıkartma ile ilgili bir kelimedir.
Buna göre bir arının çiçeklerden bal özü ve polen toplaması adeta Şûra’nın nasıl yapılması gerektiğine bir işarettir. Tıpkı arı, bal yapmak için birçok çiçeğe muhtaçsa, çiçeklerin özlerini topluyorsa, Ey liderler! Siz de yönetiminizi bal gibi tatlı kılmak istiyorsanız, topluma tatlı bir hayat yaşatmak istiyorsanız, o halde siz de en doğruyu bulmak için birer bal özü taşıyan, akıllı insanların görüşlerine başvurun. Toplumun görüşlerini alın. İnsanların görüşlerine değer verin. “Evet, istişare polen toplayan arı gibi davranmaktır.
Şayet varlıkta aslololan farklılıksa, İslami düşüncede dahi çeşitliliği korumak esas olmalıdır. Zira her renk, nasıl ayrı güzelse, temel değerlerden taviz verilmemek kaydıyla her fikrin ayrı bir güzelliği vardır. Aslında Kur’an, “Onlar sözün tamamını dinlerler ve en güzeline uyarlar…”(Zümer: 39:18) diyerek bu meseleyi özetlemiştir.
Zira üst anlatıcı totaliter bir anlatım beraberinde din diktasını getirir. Böyle bir şey, eşyanın tabiatına aykırı olduğundan fitneye ve tefrikaya sebep olur. Heyhat, tarihte mezhep çatışmaları, din çatışmalarından daha kanlı olmuştur. Erich Fromn, “Şiddet” isimli eserinde birbirine benzer türlerin farklı türlerden daha çok çatışma eğilimi gösterdikleri tespitini yapar.
Tabiatta ki bitkileri, dağları, ovaları, tepeleri, inişleri, çıkışları veya yokuşları yok etmek nasıl uygun değilse toplumdaki çeşitliliği de yok etmek ve toplumu tek-tipçi hale getirmek öyle uygun olamaz. Dolayısıyla tıpkı alemde olduğu gibi toplumda da kesret muhafaza edilmesi gereken bir zenginliktir.
Dinin elbette sabiteleri ve temel değerleri vardır ve onlar elbette asla değişmez. Mesela adalet gerçeğini zaman ve mekân eskitmez ve Allah her daim adaleti ve güzelliği emreder. Hırsızlık hiçbir zaman meşru olmaz, masumların kanını dökmek her zaman zulümdür ve yoksula yardım Allah katında en makbul olan bir değerdir, ancak bu temel değerlerden yola çıkarak her yoruma açık olmak ve hatta o pergel metaforunda olduğu gibi pergelin bir ucunu evrensel olan bu değerler üzerine koyarak diğeriyle alemi dolaşmalı ve her fikirden vahiy mihengine vurarak tashih ederek istifade edilmeye çalışılmalıdır.
Meclis- Mebus
“Meclis” genel halk oylaması ile seçilmiş milletvekillerinin devletin yasama yetkisini kullandığı kurullardır. Meclis kelimesi Arap dilinde c-l-s kökünden gelip oturulan yer anlamındadır. Arapça calasa “oturdu” fiilinin mastarıdır. “Cülus” ise oturma, özellikle bir makamda ve tahtta oturma anlamındadır. Dolayısıyla “meclis” cülus edilecek yani oturulacak yer anlamındadır.
“Parlamento” ise İtalyanca kökenli konuşmak anlamına gelen “parlare” kelimesinden türetilmiştir. Parlamento daha genel bir kavram olup yasama gücüne ve yetkisine sahip meclis veya meclislerdir. Bazı parlamentolar tek meclisli iken bazıları örneğin İngiltere ve Amerika gibi çift meclislidir. İngiltere’de Avam kamarası ve Lordlar kamarası, Amerika’da Senato ve Temsilciler meclisi gibi veya Almanya’da Federal Meclis ve Federal Konsey gibi çift meclisli parlamentolar vardır. Türkiye’de ise 1876 Kanun-i Esasi ile iki meclisli, 1921 ve 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunları tek meclisli, 1961 Anayasası iki meclisli ve en son 1982 Anayasası tek meclisli parlamento usulü kabul edilmiştir.
“Kabine” kelimesi ise Fransızca kökenli bir kelime olup küçük oda veya depo anlamında; daha öncesinden Latince kökenine inersek “cave” yani mağara veya “cage” yani kafes gibi daha dar alanı ifade etmektedir. Kabine parlamento içinde başbakanın ve tüm bakanların bir araya gelerek hükûmetin siyasi anlamda hareket tarzına karar verdikleri ve genel politikalarını belirledikleri kuruldur.
“Mebus” kelimesi ise Arap dilinde gönderilen kişi anlamına gelir. Arapça “ba’asa” gönderdi demektir. Yine diriliş anlamında “vel ba’su badel mevt” yani ölümden sonra dirilmek şeklinde de kullanılır. “Baas” bir siyasi partinin adı olup diriliş anlamına gelir. Mebuslar âdeta milletin atıl olan iradesini diriltmek yani canlandırmak için halkın meclise gönderdiği kimselerdir.
Hürriyet – Freedom
Her türlü etkiden bağımsızlaşarak insanın kendi tercihlerini kendisinin yapabilmesine hürriyet denir. Arap dilinde h-r-r kökünden gelen bu kavram azad edilmiş, özgür olan anlamına gelir. Arap dili gibi Semitik dil ailesinden biri olan Aramice’de “hör” azad edilmiş köle ve beyaz giysili kimse demektir. Zira beyaz giyisili olmak, Roma imparatorluğu döneminde kölelikten azad edilmiş olmayı sembolize ediyordu.
Dolayısıyla “hürriyet” Aramice kadim dönemlere ait hukuki bir terimdir. Nasıl ki bugün mavi yakalı ve beyaz yakalı işçi dediğimiz zaman, sosyal bir statüden bahsediyorsak, kadim Roma imparatorluğu döneminde de beyaz renk, özgürlüğü sembolize ediyordu. İşte hürriyet, özgürlük hakkını kazanmış kimseye denir.
Kur’an’da h-r-r kökünden gelen kelimeler 15 yerde geçer ve azad etmek, sıcaklık, ipek ve özgürlük gibi anlamlara gelir. Arapça sıcaklık demeye gelen hararet kelimesi ile hürriyet aynı kökten gelir. Sıcaklık çoğu kez maddenin bulunduğu halden çıkıp başka hale geçebilmesini sağlar. Mesela su hararet olunca buharlaşır. Demir dahi sıcaklıkla farklı şekillere girebilir. Yediğimiz yemekler için dahi bu yasa geçerlidir. Aynen onun gibi hürriyet ile insanlar değişebilme şansına sahip olur. Hararetin maddeyi değiştirip dönüştürdüğü gibi hürriyet de insan iradesini değiştirip dönüştürür.
İngilizce “freedom” bir şeyden bağımsız olmak anlamına gelir. Hava alanlarında görmüşsünüzdür. Mesela “Free smoking” ifadesi “Sigarasız alan” demektir. Özgürlük anlamına gelen “Freedom” ise kelime kökü olarak “Free-domination” dan gelir. Dolayısıyla tıpkı free-smoking yani sigarasız alan der gibi freedom, free- domination yani hükümranlığın, baskının olmadığı otonom bir alan demektir.
Hürriyeti ifade eden bir diğer kavram ise liberalizmdir. Latince “liberalis” aynı zamanda cömert demektir. Zira cömertlik bir şekilde özgürlük nişanesidir. Zira İslamoğlu’nun da dediği gibi kişi ancak verebiliyorsa onun sahibi olur. Şayet veremiyorsa artık o şey onun sahibi olmuştur. Parasını, malını, ekmeğini paylaşabilen cömert insan aynı zamanda özgür insandır. Zira maddi kaygılardan azad olabilmiştir.
Bununla beraber İngilizce kütüphane anlamına gelen “library” kelimesi de liberal kelimesi ile ilişkilidir. Zira Latince “liber” hem hürriyet hem de ağaç kabuğu anlamına gelmektedir. Kadim dönemlerde olduğu gibi bugün dahi sayfaların hammaddesi ağaçtır. İnsanın okudukça düşünmesi ve düşündükçe özgürleşmesi anlamında bu etimolojik ilişki manidardır.
Bununla beraber yazarlık eski dilimizde muharrir olarak ifade edilir. Muharrir de kelime olarak hürriyet ile aynı kökten gelir. Zira muharrir fikri hür, vicdanı hür olan kimseye denir. Vicdanını ve aklını bir partiye, cemaate, cemiyete veya tarikata ya da ideolojiye ipotek edenler hakiki yazar olamazlar.
Yazar fikri ve vicdanı hür biri olarak sadece düşündüklerini ve hissettiklerini kaleme döker. İdeolojik baskılardan azade olan kimseye muharrir denir. Özgür olmak, yazar olmanın ilk şartıdır. Kalemşörlükten ve trollükten farkı budur.
Netice-i kelam: Her kelime, önce onu aklederek idrak etmemiz sonra özümseyerek hissetmemiz ve nihayetinde onu yaşamamız içindir. Onun için kamusumuz namusumuzdur diyoruz. Lakin vahyin kamusunun hassaten bu ümmetin namusu olduğunu da unutmamalıyız. Evet, yazımızda da belirttiğimiz gibi şura, arı gibi davranmaktır. Arı gibi davranmak ise arı gibi olmak ile mümkündür. Vahyin şura ilkesini hayata taşımak anlamlı bir hayat yaşamaya azmedebilmekle olur.
Yorumlar