Şûrayı önemli kılan sebeplerden bir diğeri de liyakattir. İşi ehline verme manasına gelen liyakatin gerçekleşmesi, yapılan işin özünün pozitif manada gelişmesine neden olur. İstişare ile kullanılan ortak akıl sayesinde insan, yeni kazanımlar elde etmiş olur. Bu kazanımların başında ise tecrübe ve bilgi gelir. Nitekim bu bilgilerle insan, bakış açısını tevsi edebilir.
Kur'an'i Hayat Dergisi
İstişare, İslam’ın gerektirdiği en mühim ilkelerden biridir. Şûranın bu kadar önemli olmasının sebeplerinden bazıları; insandaki kibri sökmek, işi ehline verebilmek ve insanın kendi paradigmasını genişletebilmesini sağlamak denilebilir.
Nitekim şeytanın mirası sayılan kibir, insanoğlunda zuhur ettiği vakit, insan yapacağı işi sadece kendi bildiği yöntemlerle ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederek yapar. Bu durum neticesinde toplumda adaletsizlik oluşur. Ayrıca oluşan bu adaletsizlik sonucunda kendisi gibi düşünmeyene/olmayana karşı zulmetme ihtimali de artar ki bir Müslümanın zalim olması söz konusu dahi olamaz.
Şûrayı önemli kılan sebeplerden bir diğeri de liyakattir. İşi ehline verme manasına gelen liyakatin gerçekleşmesi, yapılan işin özünün pozitif manada gelişmesine neden olur. İstişare ile kullanılan ortak akıl sayesinde insan, yeni kazanımlar elde etmiş olur. Bu kazanımların başında ise tecrübe ve bilgi gelir. Nitekim bu bilgilerle insan, bakış açısını tevsi edebilir.
Bilhassa da Müslümanlar için büyük bir öneme sahip olan istişare ilkesi, teorik anlamda kavransa da pratiğe dökülme konusunda bir örnekliğe ihtiyaç duyulabilir. Bu örnekliği ise en belirgin halde Hz. Muhammed’in hayatında görebiliriz. Çünkü Müslümanlar için birincil örneklik vasfı olan Hz. Peygamber, gerek risaleti boyunca gerekse özel hayatı dâhilinde bu konu üzerinde durmuş ve ziyadesiyle uygulamaya dökmüştür.
İstişare kavramı siyasi bağlamda değerlendirilecek olursa, muhakkak ki örnek olarak Bedir(624), Uhud(625) ve Hendek(627) savaşları zikredilebilir. Uhud’da savunma ya da meydan savaşı yapılma hususunda anlaşmazlık yaşanmış ve istişarenin sonucunda peygamber gönülsüz de olsa, meydan savaşı olmasına karar kılmıştır. Hendek’te ise daha liyakatli olmasından ötürü Selman-ı Farisi’nin şehrin savunması için hendek kazılması fikrini onaylamıştır. Bu iki savaşta da istişareye başvurulmuşken başlangıcından sonucuna istişare ile ilerleyen Bedir Savaşı’nı daha detaylı bir şekilde açmakta fayda var.
Bedir’de müşriklerle savaşılıp savaşılmaması konusunda ihtilaflar yaşanmış ve konunun istişare edilmesi için şura kurulmuştur. Ömer ve Ebu Bekir bu mecliste, muhacirleri temsilen Kureyş ordusunun üzerine gidilmesi ve Ebu Sufyan’ın kervanının takipten çıkarılması gerektiğini savunmuştur. Aynı şekilde ensardan olan Sad b. Ubade de peygamberin isteği doğrultusunda hareket edeceklerini beyan etmiştir. Ensar ve muhacirlerin ortak kararının neticesinde Bedir’e doğru yola koyulmuşlardır.[1]
Yine Bedir’de savaş stratejisi olarak Hubab b. El- Münzir, peygambere mevzilenme ile alakalı tavsiyede bulunmuş ve bunu şu şekilde aktarmıştır: “Hz. Peygamber ile Bedir günü savaşa ben de katıldım. Hz. Peygamber Bedir kuyusunun yanına geldi ve kuyunun arkasına mevzilenmeye karar verdi.
Ben de:
“Ey Allah Elçisi! Burası Allah’ın seni yerleştirdiği bir yer mi yoksa harp, rey ve hile gereği takdiriniz mi?” diye sordum. Hz. Peygamber buyurdu ki:
“Elbette ki o harp, rey ve hile sonucudur.”
Ben de:
“Ya Rasûlallah! Burası konaklama yeri için uygun değildir. İnsanları kaldır ve bizimle müşriklerin en yakınındaki suya gel. Sonra o suyun ötesindeki kuyuların sularını bozalım. Orada bir havuz yapalım ve su ile dolduralım ki Kureyş ile savaştığımızda biz içelim onlar ise içmesinler.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Hakikaten re’yle iyi yol gösterdin.”[2]
Görüldüğü üzere başlangıcında ve gidişatında istişareye ihtiyaç duyulan Bedir Savaşı’nın sonucunda da bir istişare gerekmiştir. Bu müzakerenin konusu ise savaş esirleriyle ne yapılması gerektiğidir. Bu ihtilaflı süreçte Ömer, onların hepsinin öldürülmesini teklif ederken Ebu Bekir, bu esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmaları gerektiğini öne sürmüştür. Nihayetinde Ebu Bekir’in re’yi kabul edilmiştir.[3]
Bahsi geçen tüm örneklerde de görülmektedir ki; istişare, İslam’ın en önemli esaslarından biridir. Hz. Muhammed de Müslümanlar için dönüm noktaları olacak kadar kritik sayılan olaylarda bu esası yerine getirmiş, peygamber olduğu için herhangi bir kibre kapılmadan liyakatli kimselere danışmış, fikirlerini almıştır. Kimi zaman kendi ashabı ile aynı fikri paylaşmamış olsa da, onlarla istişarelerini yoğunluklu olarak sürdürmüş ve bu istişareler sonucunda genellikle büyük başarılar elde edilmiştir. Kısacası, Hz. Peygamber, hayatı boyunca karşılaştığı sorunlar için kolektif aklı ön plana çıkarmış, herkesin problemine ortak bir çözüm bulmaya çalışmış ve Kur’an’ın bizlere emrettiği istişare kavramını özenli bir şekilde pratik hayata taşımıştır.
..........................................................................................................................................................
[1] Müslim, Ebu’l-Hüseyn b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahîh, (Thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), Beyrut, 1955, Cihâd ve’s-Sîyer, 83; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., III, 219-220; 257-258.
[2][2] (Aslan, 2014)
[3] Ahmed b. Hanbel, a.g.e., I, 30-31, 49; III, 243; Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), İrfan Yayıncılık, İstanbul, 1990, II, 893; Akbulut, a.g.e., s. 72
Yorumlar