Ahlakın En Önemli Dayanağı Fıtrat

Din binasının temelinde ahlak yatmaktadır. Zira ahlaki sorumluluk, akidenin zeminidir. İnsan bu sorumluluk sayesinde hakikati arar ve tevhide ulaşır. Kur’an’da, insanlığın ortak aklının kötü dediği ne kadar davranış varsa onlar da yerilir. Ahlaklı olmayı, insanileşme olarak görebiliriz.

Ahlakın En Önemli Dayanağı Fıtrat

Din binasının temelinde ahlak yatmaktadır. Zira ahlaki sorumluluk, akidenin zeminidir. İnsan bu sorumluluk sayesinde hakikati arar ve tevhide ulaşır. Kur’an’da, insanlığın ortak aklının kötü dediği ne kadar davranış varsa onlar da yerilir. Ahlaklı olmayı, insanileşme olarak görebiliriz.

Kur'an'i Hayat Dergisi

Ahlak, insanın iyi ve kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışların tamamına denir. (T.D.V İslam Ansiklopodisi C:2 S:1)

İslam nazarında ahlakın en önemli dayanağı fıtrat yani yaratılıştan gelen ilahi formattır.

“Böylece sen varlığını her tür sapmadan uzaklaşarak tümüyle doğru ve asıl dine, Allah’ın insanlığın özüne yaratılıştan nakşettiği fıtrata çevir (ta ki) Allah’ın yarattığında olumsuz bir değişme olmasın işte değer (odaklı) gerçek dinin (amacı) budur ve fakat insanların çoğu bunları bilmiyorlar.” (Rum 30/30)

Ahlak kelimesinin kökeni de yaratılışla yakından alakalı olup, insanın yaratılıştan gelen ahlaki alt yapısına işaret eder. Kur’an’da ahlak anlamına gelen ‘hulk’, yaratılış anlamına gelen ‘hılk’ ve yaratılmış anlamına gelen ‘halk’ hep aynı köke aittir. Bir ortak iyi veya evrensel ahlaki değerlerden bahsedebiliyorsak bunun kaynağı insanın ortak yaratılışı ve fıtratıdır.

Din, iman ve ahlak bizatihi insanın ontolojik formatıyla alakalıdır. Hepsi aynı soya mensuptur. Bundan dolayı dinden ve imandan bağımsız ahlaki şahsiyet mümkün olsa bile ahlaki sistem mümkün değildir.

Kur’an, muhataplarına en doğru, en doyurucu ve en iyi ahlaki ilkeleri bildirir. O ilkelerle ahlaki yapısını oluşturana ‘Kur’an insanı’, o ilkelerden oluşan topluma da ‘Kur’an toplumu’ denir. Kur’an muhataplarından, yaşayan Kur’an olmaları ve Kur’an-ı ahlak edinmeleri istenir. Onların zihinleri, neyin iyi ve kötü, neyin övülen ve yerilen amel olduğunu belirler. Bu davranışlarını ilahi vahye inşa ettiren ahlaki yapısında, yepyeni bir sözlüğe ve kavramlara kavuşur. Artık o, hem sergilediği davranışları o sözlüğün kavramlara yüklediği anlamlarla niteler, hem de vahyin gözüyle iyiyi ve güzeli tespit eder. Çirkin ve kötü olanı da yine o gözle tanımlar. Yani tabiata, olaylara, eşyaya, Allah’ın bak dediği yerden bakar.

İslam’da, tevhid/inanç sayesinde ahlaki değerlerin birbirine ve şahsi duygulara feda edilmediği bir denge kurulur. Örneğin Kur’an’da, kızgınlık ve öfkenin adaletsizliğe sebebiyet vermemesi (Maide 5/18) kendimizin, anne-babamızın, yakınlarımızın aleyhinde bile olsa, zengin-fakir ayrımı yapmadan doğru şahitlik yapmak, adaletten ayrılmamak emredilir. (Nisa 4/35) Müminlerin, yaptıkları iyilikleri karşılık bekleyerek değil, sadece Allah’ın rızasını gözeterek yaptıkları ve gerektiğinde değerleri uğruna malını, hatta en çok sevdiği şeyleri, vermeyi göze almadıkça iyiliğe ulaşamayacakları (Al-i İmran 3/92) üzerinde durulur.

Ahlaki ilkelerin kaynağının ilahi olması, insana birçok fayda sağlar. Bunların en başında şüphesiz muhatabında oluşturduğu vicdan gelir. Kur’an, temel ahlaki ilkeleri saydıktan sonra şöyle der; “Hayır da bellidir şer de, artık isteyen istediği yolu seçsin”. (Beled 90/10) Yani ilkeleri belirttikten sonra insanı seçimi için özgür bırakır. Bu kavramlarını vahye inşa ettiren, özgür kalsa dahi içerisinden gelen bir sesin kendini zorladığını fark edecektir. O ses, vahyin insanın içinde oluşturduğu vicdanın sesidir. Vicdanını içerisinde bir mahkeme gibi yaşatan, başka bir yargı merciine ihtiyaç duymayacak, yaptığı en küçük gayri ahlaki davranışta hemen kendini yargılayacak, vicdanının baskısına daha fazla dayanamayacaktır.

Vicdan, insanın içinde duyduğu ilahi sestir. Yani fıtridir. Allah’a dönmek, Allah’ı hatırlamaktır. Bu ise insanın şahsiyetini, kişiliğini koruması noktasında en önemli dayanağıdır.

Vicdan duygusu, insanı kötülük yapması halinde kınayan bir güç (nefsül-levvame) olabileceği gibi kaskatı kesilmiş kalp haline dönüşerek kötülük karşısında duyarlılığını kaybetmiş bir duruma da gelebilir. (Kıyame 75/21-Maide 5/13) Bu yüzdendir ki, İslam’da bütün ahlaki vazifeler uhrevi müeyyideye bağlanmış (Kasas 28/83-84), (Taha 20/15), (Casiye 25/17) iyiler için cennet vaat edilmiş, kötüler içinse cehennem…

Vicdanını İçerisinde Bir Mahkeme Gibi Yaşatan Rachel Corrie:

12 Aralık 1989’da Rachel Carrie’nin Dünya Çocuklarının durumu ile ilgili yaptığı basın konferansındaki şu sözlerini hatırlayalım:

“Ben diğer çocuklar için buradayım. Buradayım çünkü önemsiyorum. Buradayım çünkü her yerde çocuklar acı çekmekte, çünkü kırk bin insan her gün açlıktan ölmekte. Buradayım çünkü o insanların çoğu çocuklar. Anlamalıyız ki fakirler, her yanımızda ve biz onları görmezlikten geliyoruz. Anlamalıyız ki bu ölümler önlenebilir. Anlamalıyız ki üçüncü dünya ülkelerindeki insanlarda tıpkı bizim gibi düşünür, endişelenir, güler ve ağlar. Anlamalıyız ki onlar bizim rüyalarımızı görüyor, biz de onların rüyalarını… Anlamalıyız ki onlar biziz, bizde onlar…”

İşte size vicdanı koskoca dünya, müthiş insanlık dersi Rachel’den. Alçak siyonistlere, vahşi kapitalizmin kölelerine, firavunlara, Amerika’nın, Rusya’nın köleleri olan Arap şeyhlerine, finansal monarşinin efendilerine insanlık dersi, vicdan dersi… Görsel dinin egemenliği altındaki zavallılara ders. Küresel açlık pazarını kuranlara ibretlik konuşma…

Rachel, Filistin’de katliamlar sürerken, mazlumların yanında yer alır. Amerika’dan gelir, Gazze’nin kucağına atar kendini. Tankların palet sesleri arasında, bombaların altında Filistinlilerle dayanışmasını sürdürür. Onların direnişlerine, umutlarını yitirmemelerine hayran kalır.

Rachel Corrie, 2003 yılının mart ayının on altıncı gününde, Refah mülteci kampında, Samir Nasrallah adlı Filistinlinin evinin yıkılmasına engel olmak için canlı kalkan olurken işgalci Siyonistlerin buldozerinin altında kalır. Buldozer Rachel’in kemiklerini kırar. Elindeki megafonla protesto gösterisi yapan Rachel, birdenbire vicdani dünyanın gözünde büyümüş, dünyanın muhalif damarının en büyük ilham kaynaklarından biri olmuştur artık. Dünya onun sayesinde vicdan gününe sahip artık. Bu hareketi, insanlık onurunun ve izzetinin zirvesidir. O bir insanlık destanı yazdı Filistin’de.

Ahlak, dinin öbür halidir ya da İslam, varlığa ve olaylara etik bir yaklaşımın adıdır. Vahyi öğretinin ilk mesajlarının tevhid/inanç ile beraber ahlaki değer ve disiplinleri gündemleştirmesi dikkat çekicidir. Kur’an, ilk muhatabı olan Hz. Muhammed’e ahlaki davranış sistemi kazandırarak onun fıtratında mevcut olan muazzam ahlaki alt yapıyı daha muazzam bir üst seviyeye taşımıştır. Bundan dolayı Hz, peygamber “Ben sadece güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” (İbni Hanbel ||.s:38) demiştir.

Ahlak, insanın başta kendisiyle, içinde yaşadığı toplumla, doğayla ve Rabbi ile ilişkili davranışlarının tümünü kapsar. Allah, insanı ahlakın temellerini bilmesini sağlayacak şekilde ve ona göre davranacak kabiliyette yaratmıştır. Bu gerçeklikten hareketle, fıtratımızda yer alan güzellikleri ortaya çıkaracak en temel şey sahih bilgi, iman ve bunlardan neşet edecek olan salih amellerdir. Sadece güçlü bir ahiret inancının bile, ahlak sınavında başarılı olmamızda etkileyici bir imkan olduğu unutulmamalıdır.

Kur’an’ın inmeye başladığı zamanı ve mekanı düşündüğümüzde karşımıza çıkan manzaraya baktığımızda; Ebu Cehil ve etrafındaki eyyamcılardan oluşan müşrik bir çete yapısını görürüz. Menfaat eksenli her türlü ahlaksızlığın normalleştiği sosyal yapı, her türlü zulmün tavan yaptığı bir çevre… Herhangi bir haksızlığa karşı yaptırımı olmayan bir şirk dini anlayışı… Tüm bunların yaşandığı ortamda Allah, insanlara ahlakı, adaleti, paylaşmayı, ahde vefayı, diğergamlığı, haddini bilmeyi, fedakarlığı, elindekinden karşılıksız vermeyi, fakiri, yoksulu ve yetimi gözetmeyi, yetim malının haksız yere yenilmemesini istedi. Karşısındakini kendi nefsine tercih etmesini ve nefsi için ne düşünüyorsa karşıdaki içinde onu düşünmesini emretti.

Ahlakiliğin ve insaniliğin, başkasını hesaba katmak, onu korumak-gözetmek ve adil davranmaktan meydana geldiğini öğretti. Başta Resulullah olmak üzere, tüm insanlardan ahlakiliğin zirvesini yaşamalarını istedi.

En başta Kur’an’da ilahi ahlakın var olduğunu görüyoruz. Kur’an’da adı geçen kavramlardan Rahim, Ğafir, Kerim, Adil gibi kavramlarla ahlakın varlığının kesinliğini görüyoruz. Bu isim ve sıfatlar ile bereketin, merhametin, adaletin, hamiliğin, gözeticiliğin, Allah’tan insana doğru aktığını, yayıldığını görüyoruz. İnsanın Allah’ın fiiline olan ahlaki duyarlılığı, Kur’ani görüş açısından dinin kendisidir. Kur’an’daki ana kavramların hiçbiri Allah kavramından bağımsız olarak var olamaz. Ve insan ahlakı alanında, Kur’an’ın her bir anahtar kavramı ilahi vasıfların sadık bir yansımasından başka bir şey değildir. Yani Kur’ani anlayışa göre insan rahmetinin, ilahi rahmetin insan tarafından taklidinden başka bir şey olmadığını kolayca görebiliriz. Allah verendir, insan da vermeli, bağışlayandır, sözüne en sadık olandır, cömerttir, gözetir; insanın da bağışlaması, sözünde durması, adil ve cömert olması ve insanları gözetmesi gerekir. Bu durum, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanması olarak nitelendirilir.

Hz. Muhammed’e eminlik vasfını, peygamber olmadan önce onu tanıyanlar vermişti. Eminliğinin temeli olan büyük bir ahlak üzere oluşu, büyük kişiliğine ise Kalem suresi birinci ayetten, on beşinci ayete kadar olan ayetlerde bizzat yüce Allah şahitlik etti. Burada eminlik ile iman ve büyük kişilik arasındaki ilişki üzerinde durmak gerekir. Kişilikli ve güzel ahlaklı olmanın temeli, imana dayanan eminliktir. Hz. Aişe annemiz “Onun ahlakı Kur’an’dı” demiştir. Onun getirdiği mesaja düşman olanlar bile onun ahlakına hayrandılar. Müşrikler, kendi yandaşlarına güvenemedikleri için mallarını ve değerli eşyalarını, ahlak abidesi olan Muhammed’e teslim ediyorlardı.

Resulullah (r.a), merkezinde tevhidin yer aldığı ahlaki bir ıslah hareketinin öncüsüdür. Şüphesiz Hz. Peygamber; siyaseti, taşıdığı dini ahlaki misyonu, uygulamaya aktarmak için önemli ve lüzumlu bir vasıta olarak görüyordu. Uyguladığı siyasetin içine baktığımızda; ıslah, barış, dayanışma, ahde vefa, sosyal adalet, hakkın ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerlere vurgu yaptığını görürüz.

Ahlakın iki boyutundan bahsedebiliriz. Birincisi, Allah’ın yaratılış itibariyle insan fıtratına yerleştirdiği ahlaki yönelim… Bütün bir insanlığın üzerinde ittifak ettiği, buluştuğu, vicdan dünyası bu bağlama oturmakta. İkinci husus, akıl iman bütünlüğünde, afaki/enfüsi ayetlerin değerlendirilmesi sonucunda, hayatın bütün alanları karşısında sorumluluk bilinci neticesinde ortaya koyduğu hasıla da anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla bu boyuttaki ahlak, İslam’ın mantığında akıl, vahiy, fıtrat, irade ve özgürlükle birlikte yürünen bir olguya işaret etmektedir. İnsan çift kutuplu varlık, hem iyi, hem de kötü niteliklerle donatılmış.

Velhasıl, din binasının temelinde ahlak yatmaktadır. Zira ahlaki sorumluluk, akidenin zeminidir. İnsan bu sorumluluk sayesinde hakikati arar ve tevhide ulaşır. Kur’an’da, insanlığın ortak aklının kötü dediği ne kadar davranış varsa onlar da yerilir. Ahlaklı olmayı, insanileşme olarak görebiliriz.

İslam’ın kendisi, bir sosyal ahlaktır. İslam’ın yeryüzündeki başlıca hedeflerinden birisi, dinin diğer hali olan ahlak temeline dayalı, adil bir sosyal düzen kurulmasından başka bir şey değildir.

 

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar