Kur’an’da “Değişim” Toplumun İradesine Bağlı Tutulmuştur

Dine birçok hurafe ve bidatler sokulmuş yanlış kader anlayışları, keramet kültürü yaygınlaşmış uydurma hadislerle din asıl kaynakları olan Kur’an ve sahih sünnetten uzaklaştırılmıştır.

Kur’an’da “Değişim” Toplumun İradesine Bağlı Tutulmuştur

Dine birçok hurafe ve bidatler sokulmuş yanlış kader anlayışları, keramet kültürü yaygınlaşmış uydurma hadislerle din asıl kaynakları olan Kur’an ve sahih sünnetten uzaklaştırılmıştır.

Kur'an'i Hayat Dergisi

Birey ya da toplumun inançlarına musallat olan teslimiyetçiliği hurafeleri, bidatleri, atalar dininin kalıntılarını, ölçüsüzlüğü gidermek ve onları ıslah etmenin yolu, hakka şahitlik ederek Allah’a karşı sorumluluk bilinci içerisinde Kur’an’ın ilkeleriyle yüzleşmektir. Kur’an’ın terbiyesinden geçmektir.

Kur’an, bir ümmet meydana getirip, bir toplumsal dönüşüm gerçekleştirmek, ruh, ahlak ve akılları eğitmek için Hz. Peygamberin kalbine inmiştir. Toplumsal değişimin yasasını Allah şöyle bildiriyor: “Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez.” (Rad 96/11)

İslam’ın tevhide ve tek bir Allah’a çağrısı hiçbir zaman bir kelam/felsefe davası şeklinde olmamıştır veya kutsal bir akide şeklinde olmamıştır. Çünkü İslam davası oldum olası Rad 11. ayetinde bildirildiği gibi toplumsal bir inkılaba çağrı biçiminde gerçekleşmiştir. Tevhidi çağrı başlar başlamaz ilahlık makamının iddiasında bulunup çeşitli hile ve oyunlarıyla, despotizmle insanları köleleştiren kimselerin kökünü kazımak onları tarih sahnesinden silmek istemiştir. Kıssalarda da belirtildiği gibi firavunlar, nemrutlar, müstekbirler ve daha kimler, eskinin kahin ve put bakıcıları, krallık ve yönetimi ellerinde tutarak insanların boynuna binenler, onları ezen ve sömürenler, servetin kaynaklarını ve yeryüzü zenginliklerini tekellerinde bulunduran böylece insanları karın tokluğuna ve bir lokma ekmeğe muhtaç bir şekilde köleleştiren kimseler… İşte İslam, tüm bunları ortadan kaldırıp köklerini kurutmak istemektedir. Bunların amaçları, atalarından miras aldıkları birtakım haklara dayanarak etraflarındaki insanlara tahakküm etmek emirlerine boyun eğdirmek ve zorbaca yönetmektedir. Şu ayet-i kerimeler son derece dikkat çekici,

“Sizin için kendimden başka bir ilah tanımıyorum.” (Kasas 28/38)

“Sizin en yüce Rabbiniz benim!” (Naziat 79/24)

“Bende yaşatır ve öldürürüm.” (Bakara 2/258)

“Bizden daha güçlüsü var mı?” (Fussilet 41/15) gibi benzeri sözler söyleyen müstekbirler, yeryüzünde Rableşmiş kimselerdir.

İslam’ın tevhid davası, bir tek Allah’ın ubudiyetine çağrısı, küfrü ve Allah’a şirk koşmayı reddetmesi, put ve tağutlardan sakındırması evet tüm bunlar, kurulu düzenlerle, bu düzen yöneticileriyle hedeflerine varma ve ihtiyaçlarını giderme bu düzenlerden yardım ve destek gören kimselerle temelinden çelişip çatışmaktadır.

Ne zaman bir peygamber gelip, insanları açıkça davet etmiş ve kendilerine; “Ey kavmim sadece Allah’a ibadet edin sizini için ondan başka bir ilah yoktur.” davetini yapmışsa bu söz konusu kimselerin ona karşı kesin bir cephe olmalarının nedeni işte buydu. Yani en başta o çağların egemen iktidarlarıyla, ülkenin servet kaynaklarını kemirenlerdi. Bu servetleri zulmen ve haksız yere ceplerine atanlardı davaya karşı koyanlar. İlk dönemlerdeki tavırlar nasılsa bugünde yeryüzünde aynı karşı duruşları, tavırları görüyoruz.

Evet, İslam, birey ve toplumun ıslahı ve dönüşümü açısından bir çağrıdır. Evrensel ve toplumsal bir inkılabın çağrısı. Bu çağrı hayatı anlamlandıran bir çağrı, yani Allah’lı bir hayat sürmemizi isteyen, Rabbani bir hayattır. İttekullah nakışlı bir hayat.

İslam ümmeti, hayat ve hareket tarzını tüm insanlara ilişkin tavır ve bakışını Kur’an-ı Kerim’in direktif ve emirlerine göre belirlemek zorundadır.  Kur’an’ı bu maksatla okumak zorundadır. Kur’an bu ümmetin hareket kaynağı ve yön verenidir. Bundan dolayı bu ümmetin hayatı anlamlıdır. Kur’an’ın direktif ve beyanlarını uygulayarak, Kur’an kendileriyle konuşuyormuş gibi emir ve nehiylerini hayata taşıyarak, hayatı yaşanılır ve güzel kılmaktır.

Allah, insanlar için çıkardığı bu hayırlı ümmeti, büyük ve muazzam bir iş için hazırlamıştır. Gönderdiği hayat sistemini yeryüzünde uygulama emanetini yüklemek üzere hazırlamıştır. Bundan dolayı bu ümmeti oluşturan bireylerin Kur’an’ın terbiyesinden geçirilip, tüm cahili tortu ve izlerden arındırılması gerekir. Bu sadece ruh ve vicdan eğitimi değildir. Bu ümmetin dünyadaki hayat ve geçimini ilgilendiren bir eğitimdir aynı zamanda…

Kur’an’ın ilkeleri doğrultusunda bir eğitim ve hayat, Kur’an’ın aydınlığında ki hayat, zorluk, mücadele ve görev dolu bir hayata atılmamız demektir. Yani tüm yeryüzüne yayılmış cahiliyeye karşı koyarak kalbiyle aklı ve hareketiyle Kur’an’ı yaşamak demektir. Kişinin İslam’ı hem kendi nefsinde hem de insanların nefsinde, hem kendi hayatında hem de insanların hayatında yaşatması demektir.

Kur’an, hayatın bütün alanlarını kuşatan talimatları verirken bunun yanında, insanın aklını kullanmasını şuurumuzun daima uyanık olmasını ister. Yani tevhid dini bir uyanıştır. Tevhidi din insanoğlunun içerisinde yer aldığı var oluşun, evrenin, hayatın insan için ne anlama geldiğine dair ilahi bir cevaptır. Tevhidi din, insana varoluş evren, insanlık, tabiat, toplum ve tarih konusunda bir anlam haritası sunar. Böyle bir dine mensup olan mümin, yeryüzünde ezilenlerin çığlığı olur, yeryüzündeki her türlü kötülüğe, haksızlığa ve zulme karşı bir isyan ahlakına sahiptir. Tevhidi dine inanmış mümin artık bir imana sahip olarak hayatını anlamlı kılmış demektir… Öyle bir hayat ki, haksızlığın barınamayacağı fikir ve inançların tamamen özgür olacağı adalet ve eşitliği egemen olacağı, insanları Allah’ın, hakikatin ve değerlerin birliğine sürekli davet edileceği bir dünya kurma çabası ile dolu.

Kur’an teoride kalan bir fıkıh veya güzel bir okuyuş ve zihinsel dinlenmeye yarayan soyutlanmış bir fikir olmak için değil, bölüm bölüm uygulanacak bir hayat metodu olmak için gelmiştir. Sahabe nesli de bu anlamıyla Kur’an’dan yararlanmış ve günlük hayatlarına uygulamak için öğrenmişlerdir. Kendilerine gelen emir ve yasakları, adap veya farzları derhal uygulamak için öğrenmişlerdir. Kur’an’ı efsane veya masal dinler gibi bir eğlence ve teselli aracı olarak da görmediler ve öğrenmediler. Tam aksine onlar, günlük hayatlarını, varoluş gayelerini Kur’an’a göre biçimlendirdiler. Onu his ve ruhlarında, faaliyet ve davranışlarında ev ve hayatlarında yaşadılar, Kur’an onların biricik rehberiydi. Kur’an’la tanışmadan önce bildikleri tüm gelenek ve alışkanlıklarını bir kenara atan kimselerdi. O ilk nesil… İbn-i Mes’ud (r.a ) diyor ki: “Bizden biri öğrendiği on ayeti, manalarını öğrenip onlarla amel etmediği sürece atlayıp başka ayetlere geçmezdi.” İşte hayatın anlamı budur.

Kur’an oluşturduğu ahlaki prensipleri birey ve toplum noktasında iki yönüyle işlemiştir, kendi ahlak düşüncesinin sosyalleşmesini de bu toplumu oluşturacak bireylerin Kur’ani ölçüler çerçevesinde ahlaklanmasına bağlamıştır. Kur’an’ın üslubundan anlaşılan odur ki, söz konusu durum ister bir toplumu değiştirmeye aday, isterse dönüşmüş bir toplumun içinde yaşayan insanları kapsasın değişmeyecektir. “Siz başkalarına iyiliği emrederken kendinizi unutuyor musunuz?” Bu şekliyle bireyin ahlaklanması, Kur’an’ın nihai olarak hedeflediği ahlakın toplumsal bazda hayat bulmasının ön koşuludur. Böylece Kur’ani ahlakı özümsemiş olan Müslüman İslam düşünce ve pratiğin en temel güvencesini temsil eden kişi olacaktır. Kur’an’ın ana ilkelerinin başında yeryüzünde ahlaki bir toplumun oluşmasının geldiğini söyleyebiliriz.

Yeryüzünün ifsat edildiği zulüm ve şirkin alabildiğine azgınlaşıp cahili kültür ve uygulamaların yaygınlaştığı ve vahiy ölçülerden uzaklaşıldığı her dönemde, ıslahat çabalarının gerçekleştirilmesi müminlerden beklenilen temel farizalardır. Rabbimizin müjdelediği sonucunda, ancak bu konularda göstereceğimiz Salih amellerimizle ulaşabiliriz. Zaten müminlerden beklenilen, zorbalara uymaları veya boyun eğmeleri değil ıslah edicilerden olmalarıdır. (28/29)

İçinde yaşadığımız toplumsal dokunun hali pür melal. Şöyle bir bakalım, Müslüman halklar sahih bir inanç ve amelden uzak, vehm, korkaklık, tembellik ve cehalet içinde bulunmaktadır. İnsanlarda akıl etmek vasfı yok olmuş ruhi hissiyat çökmüştür. İslam kardeşliği yok olmuş, her türlü zulüm ve baskılara sessiz kalmakta, uyuşmuş beyinler, körleşmiş gözler.

Dine birçok hurafe ve bidatler sokulmuş yanlış kader anlayışları, keramet kültürü yaygınlaşmış uydurma hadislerle din asıl kaynakları olan Kur’an ve sahih sünnetten uzaklaştırılmıştır. İnsanlar Kur’an’ı okuyan ama anlamayan dinleyen fakat idrak etmeyenler durumuna getirilmiş. Bu bozulma ve kötülük hali tarihi süreç içinde toplumların bünyesinde tezahür etmiş ve etmeye devam ediyor.

İslam ümmetinin bugün yaşadığı hastalıklı ve cahili durum buna şahitlik etmektedir. Müslümanlar tevhidi bilinçlerini yozlaştırmışlar ve kaybetmeye başlamışlardır. Hz. Muhammed’den bu yana ıslahat çabalarını ve tevhidi mücadelelerini sürdüren Müslümanların gayretlerine rağmen iş başına geçtiklerinde bozgunculuk yapanlar (2/ 205), Allah’ın indirdiği apaçık belgeleri ve kitapta açıkladığı hidayeti gizleyenler (2/159), İslam ümmetinin bilincini ifsat etmişler ve Müslüman kitlelerin halini bozup değiştirmişlerdir ve İslam ümmeti rablerinin kendilerine verdiği arza varis olma nimetini ellerinden kaçırmıştır. “Bu böyledir çünkü, bir millet kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez Allah işitendir bilendir.” ( Enfal 8/53). Fakat Allah yeryüzünü Salih kullarına varis kılmak (Enbiya 21/105) insanları kurtuluş ve mutluluk yoluna eriştirmek istemektedir. (Tevbe 9/20) Bununla birlikte değişim yine bizim beraber olduğumuz toplumun iradesine bağlı tutulmuştur. Bireysel ve toplumsal alanında başarılı oluşun yolu gene ıslahat çabalarıyla oluşacaktır.

“Bir toplum kendi nefislerindekini değiştirmedikçe kuşkusuz Allah da o toplumun bulunduğu durumu değiştirmeyecektir.” (Rad 13/11)

Velhasıl, emperyalizmin, modernizmin ve muharref geleneğin karşısında tevhidi bilincimizi ıslahatçı ve inkılapçı tavır ve yöntemlerimizle yaygınlaştırmaya çalışmalıyız. Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar mücadeleyi azim ve kararlılıkla sürdürmeliyiz.

İslam adına insanların Allah adıyla aldatıldığı ve zulmün sömürünün şirkin insanların hayatını kararttığı bir ortamda, bizler her zamanki gibi Rabbimizin hidayetine, desteğine yardımına muhtaç durumdayız.

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar