Bir Yazar, İki Kitap Jordan B. PETERSON İle Tanışmak

Yazarımız liberalizm, marksizm ve sosyal adaletsizlikler konusunda münakaşalar oluşturmaya, ihtilaflar ortaya atmaya, hatta kışkırtmaya dahi hazır, cesur bir düşünürdür.

Bir Yazar, İki Kitap Jordan B. PETERSON İle Tanışmak

Yazarımız liberalizm, marksizm ve sosyal adaletsizlikler konusunda münakaşalar oluşturmaya, ihtilaflar ortaya atmaya, hatta kışkırtmaya dahi hazır, cesur bir düşünürdür.

Kur'an'i Hayat Dergisi

Evlenip Amerika’ya taşındığımda yıl 2000 idi. Türk arkadaşlarım vardı ama İslami Merkez’de tanıştığım Sarah, derin bir gönül bağı kurduğum nadir insanlardan biri oldu. Kendisi Şii idi ve onu anlamam biraz zaman aldı. Şiilik konusunda bilgisizdim, önyargılarım konuşurdu. Bu güzel insana sözle saldırdığımı bile hatırlıyorum. Onun soğukkanlılığı ve insancıl yapısı, reaksiyon vermek yerine beni anlayış ile karşılaması kendisine daha çok yakın olmama vesile oldu. Yıllar sonra hayatın zorluklarına karşı birbirimizi desteklemek için bir grup oluşturduk ve adını SOS koymuştuk. SOS yani (Sisters Offering Support) Birbirlerine Desteklerini Adayan Kız Kardeşler. Özellikle derin düşünen insanlar için hayat daha bir zor. Çöpe attıklarımızın, çevreye karşı yapılmış büyük bir suç olduğu kanaat-i hassasiyetiyle yaşıyorduk. Bu durum aşırı hassas kişiliğin zorluğunu belki anlaşılır kılıyordur.

WhatsApp’ta kurduğumuz grubumuzda üniversite mezunu doktoralı mastırlı arkadaşlar vardı. Ortak özelliğimiz sanırım kendimizi, iç dünyamızı tanımaya adamış olmamızdı. 10 kişiden oluşan arkadaş grubumuz ile iletişimimizi hem her gün yazışarak hem de haftada bir, içimizi dolduran meseleleri sansürsüz konuşmak üzere Zoom Platformunda video konferans şeklinde bir sene sürdürdük. Üniversite mezunu çok çocuklu bir anne olmak, işkolik eş ile evli olmak, maddi olmasa da manevi dertlerimiz, çocukluk travmalarımız, hayatımızdaki narsistler ve dini travmalarımız derken gece yarılarına kadar konuşuyorduk.

Bu grup hayatımın en zor döneminde Rabbimin gönderdiği en güzel bir ilaç oldu. Derdime derman olmaya başlamıştı ki tam o sırada televizyon programlarından takib ettiğim Mehmet Okuyan Hoca’nın, Mustafa İslamoğlu Hoca’yı bana tanıtmış olmasıydı. Açıkçası ilahiyatta öğrenci iken Mustafa İslamoğlu'na çok büyük bir önyargım oluşmuştur bunun detaylarına girmeyeceğim. Ancak önyargımın kırıldığı gün, sanki yeniden doğmuş kadar sevinçliydim. Bir kucak dolusu oyuncak bulmuş çocuğun mutluluğu ve enerjisiyle okumaya videolarını izlemeye başladım.

Jordan B. Peterson ile tanışmam ise yaklaşık aynı dönemde SOS grubu sayesinde oldu. Çok büyük bir şanstır ki bu gruptaki arkadaşlar, değişik kültürlerden gelmiş, çok kitap okumanın yanında kişisel gelişime kendilerini adamış kardeşlik ve yardımlaşma duyguları dorukta insanlardı. Sadece içimizdekileri dökmekle kalmadık aynı zamanda boşalan içimizi doldurmaya yönelik çalışmalar da yapmıştık. İçime dönük yapımın bana ait olmadığını, daha çok canlı, çılgın bir yapımın olduğunu onların önyargısız sevgi dolu ortamında keşfettim. Meğerse bir maskeli balo imiş hayatım, sonunda kendi hayatımı, isteklerimi, benliğimi bulmaya başlamıştım.

SOS grubumuzda en çok tartıştığımız ve anlamaya çalıştığımız yazarlardan biri Jordan B. Peterson idi. Kendisi çok samimi ve kendinden emin konuşuyordu. Söyledikleri, inananlar olarak bize çok şey ifade ediyordu. Aklın süzgecinden geçirince ve fıtratımızı hatırlayınca, onun videoları daha da çok ilgimizi çekti. Özellikle ona “Allah’a inanıyor musunuz?” Sorusu yöneltildiğindeki cevabı beni çok etkilemişti “Allah varmış gibi yaşıyorum”. Bu Mustafa İslamoğlu'nun o zaman kadar dinlediğim anlayışıyla çok paralel geldi, çünkü ikisi de güzel yaşamaya dikkati çekiyordu. İkisi için de hayatın amacı Allah varmış gibi hayatına çeki düzen vermekti, inanıyorum Allah var deyip her haltı işlemek değildi.

Belki size basit gelebilir ancak J. Peterson’a yazdığım bir e-postaya cevap vermesi beni onun görüşlerine daha çok bağladı. İnsanlarla derin bağ kurabilen bir yapısı vardı. Kendisinin ilahi bir tecelli ile armağanlandırılmış olması size ne kadar ilginç gelir bilmem ama bu hikâyeyi araştırmanızı tavsiye etmekle yetiniyorum.

Prof. Dr. Jordan B. Peterson’un Hayatı

“Kendisi 1962 yılında Kanada’da doğmuştur. Üç kardeşin en büyüğüdür. Annesi evlerine yakın bir üniversitede kütüphane sorumlusu, babası ise öğretmendir. Bernt ismini Norveçli büyük büyük babasından almıştır.

13 yaşında George Orwell, Aldous Huxley, Aleksandr Solzhenitsyn, Ayn Rand gibi yazarların kitapları ile tanışmıştır. Delikanlılık yıllarında bir süre politika ile ilgilenmiş ve Yeni Demokratik Parti’yi desteklerken bazı uyanışlar yaşamış ve bırakmıştır. Lise mezuniyetinden sonra siyasi bilimler ve İngiliz edebiyatı okumak üzere Grande Prairie üniversitesine girmiştir. Alberta Üniversitesine transferini yaptırıp lisansını siyasal bilimlerden tamamlamıştır. Üniversite hayatına bir yıllık ara verip Avrupa’ya yerleşmiştir. Burada soğuk savaşın psikolojik temelleri, 20 yy Avrupa totalitarizmi, Carl Jung, Friedrich Nietzsche, Aleksandr Solzhenitsyn ve Fyodor Dostoyevski'ninçalışmalarıyla ilgilenmiştir. 1984 yılında Alberta Üniversitesine geri dönüp Psikoloji lisansını tamamlamıştır. Montreal’e taşınarak McGill Üniversitesinde doktorasını klinik psikoloji üzerinde yapmıştır. 1993 yılına kadar McGill’s Douglas hastanesinde doktora sonrası araştırmalar yapmak üzere çalışmıştır. 1998 yılına kadar Harvard Üniversitesi Psikoloji bölümünde asistan ve doçent doktor olarak öğretmenlik ve çeşitli araştırmalar yapmıştır. Bu dönemde verdiği konuşmalar öğrencileri tarafından çok sevilmeye başlamıştır. ” (wikipedia özet tercümesi )  Ve profesörlüğünü yaptığı Ontario Üniversitesi psikoloji bölümündeki derslerini videoya alıp YouTuba’a yüklemiştir. Yüklediği videolar arasında İncil Çalışmaları da bulunmaktadır. Bunlar tüm dinden insanların hatta Müslümanların da ilgisini çekmeyi başarmıştır. İslamiyet’i 3-4 senedir araştıran yazarımız uydurulmuş dinin etkisindeki İslam’a karşı bazı yazıları Facebook sayfasına taşımaktan çekinmemiştir. Bu onun yapısında vardır, tıpkı korkusuzluk ve cesaretlilik gibi. Düşünme, konuşma ve yazma özgürlüğü onun cihad ettiği bir idealdir.

Kariyerinin büyük bir kısmı boyunca Psikoloji kliniğinde çalışmalar ve tedaviler yapmayı bırakmamıştır. Daha sonra klinik çalışmalarına ve üniversite öğretmenliğine geri dönmek üzere ara verip başka işlere atılmıştır.

Jordan Peterson’un Kitapları

  • “Mart 26, 1999 senesinde basılan “Maps of Meaning, the Architecture of Belief “, kaleme aldığı ilk kitap çalışmasıydı. Anlamlılığın Haritası, İnancın Mimarisi isimli bu 500 sayfalık kitapta farklı yerlerde ve farklı zamanlarda yaşamış insanların benzer sembol ve anlamlar formüle etmesinin sebebini araştırır. Kitapta harika bir sentez ile ele aldığı diğer sorular şunlardır. Çeşitli din ve değişik inanç gruplarından olan insanlar sonsuz bir karmaşaya mı mahkûm edilmişlerdir? Dini ve ilmi iddialar gerçekte de uzlaşmaz mı? Grupça desteklenen zulümlere ferdi eğilimlerin azaltılması için ne yapılmalıdır? 

Anlamlılığın Haritası ile ilgili sorulara değinirken, ileriye yönelik yenilikçi varsayımlarda bulunur. Bu varsayımlar, modern nöropsikolojinin bize öğrettiği beyin, ritüel, mit, ve yüzyıllarca tekrar ede gelen dini anlatımlar arasındaki bağlantıyı keşfeder. Peterson’un hırslı disiplinler arası macerası, dünya dinlerinden bilgileri, kognitif bilimi ve Jung yaklaşımını derceder. Bu kitap, arkaik sermaye ve modern düşünceye kritik bir yaklaşım sunar.  İnsan motivasyonu ve duyguları ile ilgili müthiş iç görü geliştirir“.[2]

  • 16 Ocak 2018 senesinde baskısını çıkardığı Hayatın 12 Kuralı; Kaosa Bir Panzehir! (12 Rules for Life, Antidot to Chaos) kitabının başarısı üzerine internet nimetini kullanarak bir internet fenomeni olmayı da başarmıştır. Günümüz gençliğinin yıldızı olmayı hak eden yazarımız kanımca ünlüler çığırına yeni ve entelektüel bir boyut kazandırmıştır. Bu kitabi 3 milyonun üstünde satış yapmıştır.

Onu kitabını yazmaya yönlendiren yolculuklardan biri internet forumu Quora’da başlamıştır. Quora, kullanıcılarına sorulan sorulara cevap yazabilmeleri olanağını sağlar. Yazarımız buradaki sorulara verdiği cevapların diğer yazıcıların cevaplarından daha olağanüstü ilgi görmesi üzerine ve ‘en değerli şeyler listesi nedir?’ Sorusuna verdiği cevabın ilgi görmesi de dahil olunca kitabını yazmaya cesaretlenir. (12 rules of life p. XXV)

Kendisini politik olarak tanımlamak isteyenlere kendi karakter yapısını ve kişiliğini çok iyi bildiğini gösteren şu cevabı verir. . “...Yaratılış gereği ben açık sözlü biriyim ve bu beni bir solcu gibi gösteriyor olabilir. Aynı zamanda işine ve sözüne sadık düzenli bir yapımın olması da beni sağ kesime yaklaştırıyor. Felsefe olarak bireyselciyim (individualism), sağ veya solun kolektivistleri gibi değilimdir. Metafizik yönümle kendimi Amerikan faydacılığı veya uygulamacılığı ekolüne (pragmatist)[3] bağlı olarak niteliyorum. Freud ve Jung’un psikanalitik ve klinikle ilgili çalışmalarından çok etkilenmişimdir.”

Yazarımızın kitabında bir araya getirdiği 12 kuralı, hayat boyu kazandığı öğrenimlerinin, insan psikolojisindeki kaosa çare olması için geliştirdiği pragmatik antidotlar/panzehir halinde özetlenmiş çalışmasıdır.  Peterson, kaos ve düzenin hayatımızın büyük bir kısmını yöneten iki zıt prensibin olduğunu vurgular. İster ıstakoz gibi basit hayat formları olsun ister insan gibi daha kompleks formlar olsun hayatlarımızı bu iki prensip idare etmektedir. Bu iki kavramı biraz açalım. Kaos; bilinmeyen şeyler, musibetler, çilelerdir ve her türlü düzensizliktir. Yalanlar, yarım doğrular ve her türlü cehalet de bu kategoriye girer. Öteki yandan çok aşırıya gitmiş bir düzen diye bir şey de vardır.  Çocuklar kaykaya bindiklerinde onlara karışılmaması gerektiği tam manasıyla bu sebepledir. Disiplinin yeri mutlaka vardır olacaktır ancak onların büyümeleri, keşif yapmaları ve sınırlarını zorlamaları için serbest bir alana da ihtiyaçları vardır. 

Peterson’a göre buradaki püf nokta, kaos ve düzen arasında bulunan kesif sınırın (yin ve yang gibi) dengeli ve ahenkli bir şekilde dengelenmesi için insanlık olarak münazaralarda bulunmamızdır.  Yaşam kurallarını ele alırken her birine samimi, dolaysız bir şekilde yaklaşır ve onları şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklar. Yazarımız liberalizm, marksizm ve sosyal adaletsizlikler konusunda münakaşalar oluşturmaya, ihtilaflar ortaya atmaya, hatta kışkırtmaya dahi hazır, cesur bir düşünürdür. Dünyada konuşma özgürlüğünün geliştiği, korunduğu her ortamda, Peterson’un konuşmaya açık olduğunu ve centilmence kendini ortaya koyduğunu görmekteyiz.

Önerileri pragmatiktir ve hayattan çıkagelmiş gelişi güzel insanların yaşamış olduğu mücadeleleri ve yüz yüze geldikleri kaosu konu alır. Kurallar pratik öğütlerden oluşurlar ve insan beyninin kompleksliğine ışık tutmaktadırlar. Özellikle ailevi veya başka sebeplerle motivasyonlarını ve kendilerini kaybetmiş gençleri etkileyen kurallar onlara yön gösteren bir pusula niteliğini bulmuştur.

Yaşamın 12 Kuralı Kitabının Akıl Haritası

Jordan B. Peterson, kitabında hayatından kesitler sunarken son derece soğuk iklimli, çorak arazili bir ortam olan Kuzey Alberta’da yetişmiş olmakla cesur kişiliğini bulduğunu gösterir. Hayata karşı başı dik, korkusuzca olması ve hiçbir şeyi şeker ile sulandırmadan anlatmasıyla bilinen yazarımız, yaşamındaki gelişmeler sayesinde kendisinin akli ve duygusal sağlığını sağlayacak tarifleri keşfetmesinin serüvenini de anlatmayı ihmal etmez.

Birinci Kural: Omuzların geride dik bir duruş ile dur.

Kurallarının birçoğu gibi bu kural da atadan kalma bir sağduyu içerir. Yazarımızın her bir kuralını destekleyeceği araştırmaları ve orijinal düşünceleri de içinde barındırır.

Egemenlik hiyerarşisi ilk organizmaların oluşumundan bu yana dünyada var olagelmiştir. Biraz daha karmaşık canlılarda dominant erkek en iyi eşleri, yaşanacak en iyi bölgeyi ve en iyi yemeği alabilirken, aşağı basamaktakiler yaşamda kalmak için mücadele vermek durumunda kalmaktadırlar. Bu doğanın verdiği bir var olmama kaosuna karşılıktır. Bu, hayatın dokusuna işlemiş olmakla beraber birçok hayvanın ve insanoğlunun sinir sistemlerimize fiziksel olarak bağlanmasıdır.

Biyolojik donanımımız bizi, mutluluk duygularıyla, serotonin düzeyimizin arttırılmasıyla ve sağlık ile hayatta kaldığımız sürece ödüllendirir. İçimizde antik veya en ilkel dönemlerden kalma, sinir sistemimize yerleştirilmiş adeta bir hesap makinesi gibi hiyerarşideki yakınlık derecemizi ölçmekte olan bir sistem bulunmaktadır.  Yazarımıza göre eğer bunu anlayabilirsek bu bilgiden yararlanmak için bir fırsat doğar. İyi bir duruş, pozitif bir tutum (winning attitude) kendimize ve başkalarına iyi bir pozisyonda olduğumuzun sinyalini verecektir ki bu hiyerarşi içinde nerede durduğumuzun hiç önemi olmaksızın gerçekleşir. Duruşumuz toplumun alt basamaklarında kavga vermediğimizi ilan ederek daha başarılı olma olanağına doğru bizi yöneltir. Bu bilgi, yukarı çıkışın hareketidir. Fakat bizim seçimimiz zorunlu olarak bizi hayatın ağırlığına ve gerçeklerine karşı sorumlu olduğumuzu, onlarla yüzleşmemiz gerektiğini başından bilmeye yönlendirir.

İkinci Kural: Kendine, yardım etmekle sorumlu olduğun biriymiş gibi davran!

Kendinin en kötü düşmanı olmaktansa veya başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önünde tutmak yerine kendine iyi bakmayı denemen daha önemlidir. Yazarımız bu bölümde suçluluk duygusu ve kendini değersiz hissetme duygusunu derinine analiz eder. Peterson suçluluk duygumuzu ilk günahın evrensel efsanesine ve insanın Tanrı’yla ve genel anlamda dünya ile ilişkisine bağlar.

Şunu da tartışmayı ihmal etmez; çocuklarımız gibi bakımımıza muhtaçların ihtiyaçlarını giderebilmek için uzun yollar katedebilmemize rağmen bu önemsemeyi kendimiz için yapmamak ne derece doğrudur?

Üçüncü Kural: Senin için en iyisini isteyen insanlarla arkadaşlık yap!

Bu bölümde yazarımız kendi hayatından örnekler getirmeyi ihmal etmez. Zehirli arkadaşlıkların dinamiklerini de incelediği bu bölümde gerçek arkadaşların bizim için en iyisini isteyenlerin olduğunu ve hatta bunun için sert sevgiyi kullanmaktan korkmadıklarını vurgular.

Dördüncü Kural: Kendini dünkü durumuna göre kıyasla, bir başkasının bugünkü durumuna göre değil.

İçsel eleştiri ile ilişkinin niteliğini sorgular. Algının doğasını açıkladığı bu bölümde hepimizin düşüncelerimizde ve algılarımızda kör noktalara duçar olduğumuzu gösterir. İnandığımız ve görmek istediğimiz şeyi görürüz. Çoğunlukla kendi eksikliklerimizi göremeyiz ve fakat bunlar açığa çıktığında da kendimize adeta zulmedercesine katıyızdır. Kendimizi başkalarının belli bir zaviyedeki başarısını ölçü alıp kıyaslarsak orantısızlık/haksızlık yapmış oluruz. Bunun yerine kendimizi, olaylara bakış açımızı değiştirmeye odaklayabiliriz. Bir yandan günlük problemlerimizi gayretimizle çözmeye çalışırken diğer yandan da kendimize, dünden daha iyi, daha kaliteli işler verebilmek için mücadele etmeye izin vermemiz lazımdır.

Beşinci Kural: Çocuklarınıza, sizin onları sevmenizi engelleyecek şeyleri yapmalarına izin vermeyin.

Burada ebeveyn olmanın zorlukları anlatılır. “Bu adeta bir cehennem yoludur, fakat şüphe yok ki iyi niyetler ile döşenmiştir”, der Peterson. Çocuklarını küçük bir kral gibi yetiştiren aileler ile çocuklarına fazlasıyla özgürlük veren ailelerin kendi sonlarını nasıl hazırladıklarını örneklerle açıklar. Çocuğunuzu ömür boyu korumak üzere yaşamayı mı tercih edersiniz yoksa onu hayata hazırlayarak kendi ayakları üstünde durduğunu görmek mi istersiniz? Bu nedenle mümkün olduğunca az kural koyunuz. Bu kuralları da tutarlı bir şekilde uygulayınız. Disiplininiz minimum zorlama ile olmalıdır ancak çocuklarınıza disiplinli olun. Sonra size bunun için teşekkür edeceklerdir.

Altıncı Kural: Dünyayı eleştirmeden önce, evinde tam/mükemmel bir düzen tut.

Yazarımız dünyada gelişen zalim olayları ele aldığı bu bölümde bunların sebeplerine iner. Her insan bir nevi zulüm veya sıkıntı yaşamıştır. Perspektiflerini bu zulümlerin geri ödenmesi gereken suçlar olarak gören insanlar hayatı başkalarına da zehir ederler. Ancak yazar bu noktada okura bir kapı aralamak ister. Çile, hayatımızın bir parçasıdır ve bir çeşit öğrenme yoludur. Bu sebeple dünyadan intikam almak yerine güzel, yapıcı bir iş ile başlanmalıdır ki o da evini düzenlemek olmalıdır. Bu basit ve güzel bir başlangıçtır. Ancak bunu sadece bir başlangıç olarak gören yazarımız ümit var bir tutumla okuyucuya anlamlı telkinler ve örnekler vermeye devam eder.

Yedinci Kural: Anlamlı olanın arkasından git, geçici olanın değil.

Bilincimiz bize olayları detaylı düşünme, ihtiyaçlarımızın neler olduğuna karar verme ve bunlar için mücadele etme kabiliyetini vermiştir. Yazarımıza göre bu hem bir nimet hem de bir lanettir. Her birimiz içimizde büyük iyilikler veya büyük kötülükler yapma potansiyelini bulundurmaktayız. Her birimiz hayatımızda neyi değerli ve manalı bulduğumuzu tespit edip onu sürdürmekte kararlı durmalıyız.

Sekizinci Kural: Doğruyu söyle veya en azından yalan söyleme.

İnsanoğlu güçlü ve dirençli bir varlıktır. Zorluklarla mücadele ve trajik olayların üstesinden gelme potansiyelindedir. Yeter ki karakterini sağlam ve orijinal olarak koruyabilsin. Yalanlar tahrip edicidirler çünkü gerçek ile olan ilişkimizde hasar yaratırlar. Psikolojik dengemiz ve bütünlüğümüz, hayata karşı geliştireceğimiz otantik, dürüst bakış açısına bağımlıdır.

Dokuzuncu Kural: Şöyle varsay; dinlediğin kimse belki senin bilmediğin bir şeyi biliyordur.

Bu başlıkta yazarımız samimi konuşabilme sanatını inceler. Bu sanat her şeyden önce iyi bir dinleyici olmayı gerektirir. İki konuşmacı tartışmayı kazanmak niyetiyle yola çıkarsa bir şey elde edemez. Halbuki birbirimizi dinlemeye odaklı olursak ve hatta kendimizi de konuşurken dinleyebilirsek, kendimizi ifade ettikçe düşünce dünyamızı da organize ettiğimizi göreceğiz. İnsanlar birer ayna gibidir. Kendimizin aksini onların cevaplarında, beden hareketlerinde ve reaksiyonlarında görürüz. Bu münazara ve müzakere kazanmaya benzemez. Karşındakinin senin bilmediğin bir şeyi söyleyecek varsayımıyla dinlemek başkadır.

Onuncu Kural: Konuşmanda açık ve anlaşılır ol.

İnsanlar problemlerini konuşmaktan kaçarak, onları halı altına saklamak suretiyle gözden kaybetmek isterler. Halbuki bu şekilde problemleri yalnızca katlanarak daha da büyür. Bu nedenle konuşurken açıkça, herhangi bir probleminizi tam saptayıp konuşmalıdır. İlk olarak probleminizi belirleyin, masaya oturtun ve çözüm üretmeye çalışın. Şayet susarsanız veya daha kötüsü genellemeler üzerinden tartışır veya belirli olmayan bir olumsuz duygu üzerinde durursanız problem kötüleşir. İsteğinizi ve ihtiyaçlarınızı bilmesi gereken insanlara açık sözle ve dürüstçe anlatın.

On birinci kural: Kaykaya binen çocukları rahatsız etmeyin.

Yazara göre hayat, kaos ve düzen arası sınırdaki dinamik etkileşim üzerine kuruludur. Hayatımızdaki zorluklar ve onlara meydan okumalarımız olmasa burası sıkıcı bir yer haline gelir. Aynı zamanda aşırı düzenli olmak da yaratıcı gücümüzü ve ruhumuzu körleştirir. Çocuklar da büyükler gibi hatta daha cesurca meydan okumak için kendilerine yer ararlar ki bu onların gelişmeleri ve evirilmeleri için aradıkları bir yoldur. Dolayısıyla gençlerimiz daha iyi kaykaycılar olabilmek için sınırlarını zorlamak isterler. Bunun için de risk almaya bayılırlar. O halde onlara sonu gelmeyen kurallarla güvende tutacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

On ikinci kural: Sokakta bir kedi görürsen onu sev. 

Yani hayat çilelerden ibaret değildir. Hayat harikalarla da doludur. Sınırlı gücümüzü aşma yolundaki mücadelemiz bize anlamlı bir hayat yaşamamızı sağlar.

 

 


[1] Çeviri: A. Özlem Adıyaman

[2] Kitap arkasındaki özet tercümesidir.

[3]Yazarımızın pragmatismi, ferdi güçlendirmek esaslı, metafizik anlamlar ile yüklü olma özelliğindedir.

 

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar