Allah İçin Adaleti Ayakta Tutun!

İnanan insan olmanın ilk şartı adil olmaktır. Adil olma gayreti içinde olmayanların gözleri, başkalarının malında, makamında, imkanlarındadır. Ulaşmak istedikleri için elinden geleni yapacaktır.

Allah İçin Adaleti Ayakta Tutun!

İnanan insan olmanın ilk şartı adil olmaktır. Adil olma gayreti içinde olmayanların gözleri, başkalarının malında, makamında, imkanlarındadır. Ulaşmak istedikleri için elinden geleni yapacaktır.

Kur'an'i Hayat Dergisi

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsin diye yarattım” [1] buyuran Rabbim, ilk önce yaratıldığı itirazından belli olan Meleklere de “Ben yeryüzünde bir halife, biri diğerinin yerine geçecek bir varlık yaratacağım”[2]  buyurmuştu.

Kendisine muhalefet olacağı düşüncesi ile melekler şu şekilde itiraz etmişlerdi:

Hani, senin Rabbin melaikeye “Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim” dediği zaman da şöyle sormuşlardı: Yeryüzüne fesat çıkaran ve kan dökmekte olan birini mi atayacaksın; üstelik biz seni hamd ile tesbih ve takdis edip dururken?” (Allah) cevap verdi: “Şu kesin ki, ben sizin bilmediğiniz şeyleri de bilirim.”[3]

Allah’ın kendisi için yeryüzünü süslediği ve imtihan için gönderdiği insan, Allah’ın indirdiği ve yarattığı kitabı Allah’ın emrettiği şekilde[4] okuyacak ve emrettiği şekilde adaleti ayakta tutacaktı.

Öncelikle insan olacak, insan kalacak ve insan ölme yolunda gayretli olacaktı. Ancak bu gayret insanı, hidayete layık kılacak ve yaratılış gayesine uygun hareket ettirecekti. Nitekim Hak Teala hidayetin müttakiler için olacağını Al-i İmran suresinin girişinde verecekti.

Adem öncelikle vahyi kendisi anlayacak, kendi hayatında yaşayacak ve yaşanılır adil bir dünya kurma gayreti içinde olacaktı.

Ölümsüzlük ve her şeye sahip olma duygusu insanın içinde olan bir duyguydu.[5]  Bütün sorunlar da elindeki iktidarın, malın, paranın, imkanların ve hayatın sonlanması kısacası sahip olunan bütün nimetlerin kaybedilme korkusundan meydana gelir.

Bunun farkında olan şeytan, rahatından ettiğini düşündüğü insanı ebedi düşman belledi ve bu kaybetme ve ölüm korkusu ile insanı aldattı. Hayatta ilk tecrübesi, öğretmeni Allah olan Adem’i, Allah’ın adı ile yoldan çıkaracak ve bu hatayı yaparken de O’na eşi ortak olacaktı.

Hatasını kaybettiği rahatıyla anlayan Adem, Ademleşme yolunda ilk eylemi suçu üzerine almak ve affı için[6] Yüce Yaratıcıya dua etmek olacaktı. Şeytan ile yolların ayrılış noktası burada oldu. Adem ile aynı suçu işleyen Şeytan da suçunu Allah’a atfedecek ve o da duasını kıyamete kadar yaşamak üzerine yapacaktı.[7]

İlk insana bu hatayı yaptıran olgu; öleceği ve elindeki nimetlerin bir gün sonlanacağı düşüncesiydi[8]. Ve şeytan bu açıktan girerek ilk insana fitne verdi. Ve insan hayat serüveninde isimler ve zamanlar değişse de, her zaman aynı hatayı yapar oldu.

Halbuki inanan ve inancını tebliğ eden Müslümanın kaybetme korkusu olmaması gerekirdi. Onca güzellikleri insan için Yaratan, daha güzellerini vereceğini de vaat ediyordu. Bunun için nasıl gayret edilmesi gerektiğini de ara ara gönderdiği elçilerine yaşatarak gösteriyordu.

Bu nimetlere kavuşmak için yaşamayı ve tebliğ etmeyi de şart koşuyordu. İman hayatlara şahit kılınmalıydı. Hakk ve sabır yaşamalıydı ve tavsiye etmeliydi.[9] Bunu yaparken de kaybetme korkusunda olan insanlara vereceği cevap, Resullerin verdiği cevap olmalıydı.  Böylelikle muhatabını korkutmayacak, elindeki makamda, mevkide ve parada gözünün olmadığını anlatacaktı ki verdiği mesaj yerini bulacaktı.

“Ben sizden bunun karşılığını beklemiyorum. Alacağım karşılığı alemlerin Rabbi verecektir.” [10]

İbn-i Mes’ud; imanını hayatlarına şahit kılmak isteyenleri haftada bir defa beraber olmak, hutbeyi dinlemek için çağrıldığı ve bizim için hayırlı olduğu söylenildiği cuma namazının akabinde Allah elçisinin şu şekilde dua ettiğini haber vermiştir:

Allah’a hamdolsun, O’ndan yardım ister, bağışlanma talep eder, nefislerimizin şerlerinden O’na sığınırız. Allah kime hidayet verirse onu saptıracak yoktur. Kimi de sapık sayarsa onu doğru yolda sayacak kimse yoktur. Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik ederim. Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna da şahitlik ederim. Onu müjdeci ve uyarıcı olarak kıyametten önce olgunlaştırmıştır. İsyan eden de kendine zarar verir. Onun Allah’a bir zararı olmaz.”[11]

Bu güzel duanın akabinde okunan ayeti celile bizlere yeryüzünde adaletin nasıl gerçekleşeceğini de anlatır.

Hiç şüphe yok ki Allah adil davranmayı, iyilik yapmayı ve yakınlara karşı cömert olmayı emreder; ve her türlü utanç verici hayasızlığı, selim akla ve sağduyuya aykırı çirkinliği ve sınırları hiçe sayan taşkınlık ve azgınlığı yasaklar: size (bu) öğütleri verir ki, sorumluluklarınızı aklınızda tutabilesiniz.” [12]

Bu emirleri Allah Teala her cuma toplu olarak inanan erkeklere ve inanan kadınlara  hatırlatmaktadır. Bu üç güzelliğin yapılmasını ve üç fenalıktan da uzak durulmasını zerre kadar iyiliğin ve kötülüğün karşılığının görüleceği ahiret gününe inananlara emretmektedir.

Adalet; İnsanlar arasındaki ilişkilerde olmazsa olmaz bir değerdir. Bu değer inanan insanı ölçülü hareket etmeye, herkesin ve her şeyin hakkını vermeye mecbur tutar.

İnanan insan olmanın ilk şartı adil olmaktır. Adil olma gayreti içinde olmayanların gözleri, başkalarının malında, makamında, imkanlarındadır.  Ulaşmak istedikleri için elinden geleni yapacaktır.

İhsan sahibi olmak; iyilik etmeyi, hayır yapmayı, emredilen her şeyi gerektiği gibi yerine getirmeyi gerekli kılar. Her zaman gözetim altında olduğunun şuuru ile hareket ettirir. Zamanın aleyhinde şahitli, her amelinin sorumlusunun kendisi ve hesabını yalnız bir şekilde yaratanına vereceğini bildirir. Bu bilgi inanan insanı ihlaslı hareket etmeye iter. İyilik yapmakta, vermekte, hayırda yarıştırır ve acele ettirir.

İmanını hayatına şahit kılma derdinde olan inanan insan; akrabaya, yakınlara yardım eder, ihtiyaçlarını karşılar. İhsanda bulunur. Yakınlarını koruma altına almak korunmayı da hediye olarak yanında getirir. Sorumlulukta öncelikli olanlar yakınlardır. Yakınlarına yardımı, desteği, iyiliği olmayanların uzaklardakilere yaptığı iyilikleri fayda vermeyecektir.

İnanan insanın insanlığına öncelikle yakınları şahit olmalıdır. Buna öncelikle ailesi; eşi, evlatları, anne ve babası, akrabaları girmektedir. Komşular ve yaşadığı toplum da akabinde gelmelidir. Dışarda evliya, evde eşkıya olmak insanı güvenilir kılmaz. Zira Allah’ın Nebisine ilk iman eden, evde her şeyine vakıf olan hanımı Hz. Hatice annemizdir.

Yalan söylemek, iftira atmak, laf getirip götürmek, insanların arasını açacak hareketlerde bulunmak, zina yapmak, insanların arkasından konuşmak, gıybet etmek, kaş göz hareketleri ile insanlarla alay etmek vs. her insan için çirkin işlerdir. Yeryüzüne huzur ve mutluluğu getirmeye talip olan inanan insan, bu tür çirkin işlerden uzak kalmalıdır. Bütün bu kötülüklerden uzak olurken, bu kötülükleri yapanlara karşı da mücadele vermelidir.

Azgınlıktan uzaklaşmalı, insanlara karşı üstünlük iddia edip zulüm yapmamalıdır. Zulüm yapanlara karşı zulmünü anlatma gayreti içinde olmalı, zalim sultana hata yaptığını güzel bir üslupla hatırlatmalıdır. Haksızlıklar karşısında susmamalı, hakkını alırken hakkına gasp edenlere de yardımcı olmamalıdır.

Her cuma yeryüzünün ancak bu hususlara dikkat edilerek imar edileceği hatırlatılmaktadır. Bu surenin devamındaki ayette de Rabb’ul Alemin şu şekilde inanan insanı uyarmaktadır:

Yine Allah ile sözleşme yaptığınızda, sözünüze sadakat gösteriniz; bir de yeminlerinizi iyice kesinleştirdikten sonra bozmaya kalkmayınız! Unutmayınız ki Allah`ı kendinize kefil kılmıştınız: zira Allah yaptığınız her şeyi biliyor.” [13]

Bir toplumda yaşamak, o toplumdaki düzeni sağlayan kanunlara uymayı gerekli kılar. Bu o topluma verilmiş bir sözdür. Toplumun düzenini sağlayan kanunlar, o toplumda yaşayan her birey için aynı olmalıdır. Kuralların kişiden kişiye değişmesi, o toplumu adaletsizliğe iter. Bundan dolayı anarşi oluşur. Haksızlığa uğradığını düşünen insan isyan eder.

Herkesin yaşadığı toplum, anlaşma yaptığı toplumdur. Bu toplumda inanan insan dinini rahatça yaşayabiliyor, yaşadıkları yerlerden çıkartılmıyorsa iyilik yapmalı ve adil olmalıdır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

Allah size, sizinle din savaşı yapmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselerle iyilik ve fedakarlığa dayalı bir ilişki geliştirmenizi yasaklamaz: Çünkü Allah fedakar olanları pek sever. Allah size, yalnızca sizinle din savaşı yapan ve sizi yurtlarınızdan çıkaran veya sizin çıkarılmanıza destek verenlerle dostluk kurmanızı yasaklar: artık kim onlarla dostluk kurarsa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” [14]

Her insan Allah tarafından sevilmeyi ister. Sevilmek için şart: iyilik yapmak ve her zaman adil olmaktır.  Eğer yaşanılan toplumdaki fertler din hususunda savaşmıyorlarsa, yaşanılan ortamdan çıkarıcı hareketler yapmıyor ve bu şekilde olanlara yardım etmiyorlarsa onları dost edinmek gerekir. Dost olmak daima ihsanda bulunmayı ve adaleti ayakta tutmayı gerekli kılar. Hatta düşman olsa bile adaletli davranma emredilmiştir. İlgili ayet şu şekildedir;

Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun.  Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun. Bu Allah korkusuna daha yakışan bir davranıştır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.”  [15]

Allah’ın azabından ve gazabından hem bu dünyada hem de ahirette kaçmak isteyenler bu çağrıya kulak vermek zorundadırlar. Her yaptığımızın kayıt altına alındığı, yaptıklarımıza ellerimizin, ayaklarımızın şahit olup  konuşturulduğu o günde mahcup olmamak gerekir. Allah’a yakın olmak için yapılan her amel, ancak Allah’ın dediği gibi olmalıdır.

Allame İbn-i Cerir et-Taberî şöyle demiştir: “Şanı yüce olan Allah bununla şunu kast etmiş olabilir: “Ey Allah’a ve onun Resulü Muhammed’e (s. a. v.) iman edenler, ister dostlarınız olsun ister muhalifleriniz, Allah için adaleti ayakta tutmak sizin ahlâkınız ve sıfatınız olsun. Onların size olan düşmanlıklarından dolayı hükümleriniz ve fiillerinizle onlara zulmederek tayin ettiğim sınırları çiğnemeyin. Dostlarınızla olan ilişkilerinizden dolayı benim hüküm ve hadlerimde asla gevşeklik göstermeyiniz. Bütün hüküm ve davranışlarınızda hadlerimi çiğnemeyin, her zaman emrimle hareket edin. Bir kavme olan düşmanlığınız onlara karşı zalimce davranıp hükümleriniz ve ilişkilerinizde onlara karşı adaletsiz davranmaya sevk etmesin.”[16]

Hak Teala savaşın hangi durumda olabileceğini de Bakara suresi 190. ayetinde şu şekilde anlatır:

"Size karşı savaş açanlara, Allah yolunda olarak savaşın. Sakın aşırıya gitmeyin.  Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” [17]

Haddini bilmemek inanan insanı adaletsizliğe iter. Adaletin olmadığı yer, kaosun olduğu yerdir.

İslam; bütün insanların din, akıl, namus, can ve mal  güvenliğinin teminat altına alındığı, Allah’ın yeryüzüne koyduğu ve tek razı olduğu mükemmel dindir.[18] Bu dine tabi olmak, adaleti ayakta tutmakla olur.

Allah bizleri verdiğimiz yeminlerle imtihana tabi tutmaktadır. İhtilafa düştüklerimizi de bize kıyamet gününde muhakkak açıklayacaktır.[19]  Eğer yapılan anlaşmalara uyulmazsa Allah bu dünyada da azabı tattıracaktır.[20]

Allah Teala şöyle buyurur: “ Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenler ve şirk koşanlardan bir çok üzücü sözler işiteceksiniz.  Eğer sabreder ve takva gösterirseniz, muhakkak ki bu yapılacak işlerin en hayırlısıdır. ” [21]

Sabır: Aklın ve şeriatın gerektirdiği hallerde nefsi hapsetme, kendine hakim olmaktır. Zorlukta da kolaylıkta da Allah ile olan irtibatı devam ettirmektir.  Kendini tutmaktır. İyilikle kötülüğün bir olmadığını bilmek, kötülüğü en güzel bir tavırla önlemektir.[22] Zafer ve galebe anlarında kudret ve samimiyet demlerinde kendine hakim olmaktır. Bolluk ve bereket günlerinde şükür ve tevazu göstermektir. Gevşememektir. Yürümek, durmamak,  pes etmemektir.

Hak Teala; “Erkek ve kadın, kim mümin olarak iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat yaşatırız. Ve onların mükafatını en güzeli ile veririz.” [23] buyurur.

Güzel bir hayat öncelikle dünyada yaşanan hayattır. Evlerimizi huzur ve sükun yeri kılan[24] Hak Teala Rad suresinin 29. ayetinde, inanıp imanını hayatına şahit kılanlar için hoş bir hayat ve güzel bir istikbal vaat edeceğini belirtmiştir.

Bunun yanında doğru hareket edilirse yeryüzü hakimiyetini vereceğini de vaat etmiştir.[25] İnanan insana da doğru ve adaletli olup Hakkı ayakta tutmak yaraşır ki; yeryüzü hakimiyeti ona verilsin. Lakin bu hakimiyetin ilk adımı ailelerde atılır.

Aile, toplumun en küçük mihenk taşıdır. Mihenk taşı, altının ayarını ölçmek için kullanılan denek taşıdır. Kuyumcular altının değerini belirlemek için siyah renkli ve sert olan taşa altın sürüp, bunun üzerine asit dökerek ortaya çıkan renkle altının kalitesine bakarlar.

Toplumların değeri de mihenk taşı hükmünde olan aileler ile anlaşılır. Sevgilerin ispatının yapılmadığı, güvenlerin devamlı zedelendiği, saygıların ayaklar altına alındığı, fedakarlıkların olmadığı, kavvamların kavvamlıklarını yani yöneticiliklerini yapamadığı, yöneticilere Allah’a isyan olmadığı takdirde, itaatlerin olmadığı aile ortamında huzur ve sükun yoktur.

Huzurun ve sükunun olmadığı ailelerde adalet ayakta tutulamamaktadır. Adaletin olmadığı ailelerde ne beyler, ne hanımlar ne de evlatlar  mutludur. Hasılı; aile bireyleri isyan içindedir.

Halbuki, hayatta bize verilen bütün nimetler bir emanettir. Emanetler de ehliyetli ve emin kimselere verilmelidir. Hak Teala Nisa suresinde şu şekilde şu şekilde buyurur;

“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size bununla ne güzel öğüt vermiştir. Muhakkak Allah işiten ve görendir.” [26]

Eşler de birbirine verilmiş en büyük bir nimet ve emanettir. Allah Resulü Buhari ve Müslim de olan bir hadiste şu şekilde buyurmuştur; “Emanetlere ihanet etmek, münafıkların özelliğidir.”

Ondan dolayı, mal asla cimrilerde olmamalıdır. Cimriler malları fesat ederler. Silah asla korkaklarda olmamalıdır. Korkaklar kaybetme ve ölüm korkusu ile kaçarlar. Yönetim de asla zayıflarda olmamalıdır. Zira yönetimi iyi yapmayanlar ve adil hareket etmeyenler isyanların ve sorunların oluşmasına sebep olurlar. Nerede bir terör ve kurallara uymamak varsa, yönetimdeki boşluktan ve adaletsizlikten doğmaktadır.

Şu da unutulmamalıdır ki; başımıza gelenler kendi ellerimizle yaptıklarımız yüzündendir. [27]

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar