‘Kutsal İnsan’

İnsan haz, dürtü, kibir değildir; özgün değerler skalasıdır. Bahanelerle değil bâhâlarla insandır; farazileri değil farizaları esas almalıdır.

‘Kutsal İnsan’

İnsan haz, dürtü, kibir değildir; özgün değerler skalasıdır. Bahanelerle değil bâhâlarla insandır; farazileri değil farizaları esas almalıdır.

Kur'an'i Hayat Dergisi

Emanet, ehliyet, liyakat, adalet, sadakat ve ahlak insanı tamamlayan, insanı güzelleştiren erdemlerdir; insanın fıtratıyla uyumlu değerlerdir (Rûm 30). Bu değerler birbirine bağlı, birbirini tamamlayan bir pazıl gibidir. Emanet bilincinin olmadığı bir yerde liyakat ve ehliyetten bahsetmek mümkün değildir; adalete sadakat gösterilmedikçe ahlak boy vermez. Bu değerlerden birinin eksikliği insanın eksilmesidir; çünkü bu değerler beşerî insan eden en önemli eylemlerdir; birinden kopuş hakikat biçimlerini eksik bırakır.

Bu değerleri ontik, epistemik ve etik olmak üzere üç çerçevede ele almak mümkündür.

***

Ontik çerçeve kökenlerle, imanla ilgilidir.

İnsan, emanet teklif edilendir ve onu yüklenendir (Ahzâb, 72). Ontolojik olan bu emanet, dikey/aşkın olarak güven duymak ve yatay/içkin olarak güven vermek üzerine kuruludur.

Bu çerçevedeki emanet özgür irade, sorumluluk bilinci, dîn/deyn olabilir. İslam’ın sembolleri birer emanettir; varlık bir emanettir.

Emanet, emn kökündendir, ruhun sükûnet bulması ve korkudan kurtulması anlamındadır; iman kelimesi de bu kökendendir.

İnsanın ontik emanete ihaneti düşüş’tür. Bu ihanetin göstergeleri cahil ve zalim davranmaktır. Oysa bu emaneti koruma noktasında bir haşyet (ürperti) içinde olunması gerekir.

İradeyi, aklı ve vicdanı atıl tutmak yada araç haline getirmek de emanete ihanettir.

***

Epistemik çerçeve görüntülerle, amelle ilgilidir.

İnsan olmanın en önemli karinesi emanetleri ehil olana (ehliyeti olana, liyakat gösterene) vermektir; bu aynı zamanda adaletle verilen bir hüküm/hikmet olur (Nisâ, 58).

Bu çerçevedeki emanetler aile, evlat, namus, sağlık, ilim, hikmet, servet, makam, mevki olabilir.

Adalet, emaneti tamamlayan ve bütün insanlara gösterilmesi gereken bir haslettir. Adalet konusunda iyi-kötü, zengin-fakir, müslim-gayri müslim ayrımı yapılamaz, yapılmamalıdır. Adalet, liyakat ve ehliyet esaslı görev vermelerle toplumsal eşitsizlikleri dengeleyen hakkaniyetli bir sistemin ruhudur. Biraz daha farklı ifade etmek gerekirse; liyakat insanın üstlenilecek görevi hak etmesi, ona layık olmasıyla ilgili bir özelliği ifade ederken, ehliyet kişinin verilen veya üstlenilen görevle uyumunu, denkliğini, o görevi yapabilecek donanıma ve yeterliliğe sahip olma özelliğini ifade etmektedir.[1]

Bir vazifeye veya makama, emanet bilincine sahip emin, liyakatli bir kişi, ehliyet sahibi olması durumunda atandığında, o vazifeyi emanet olarak görecek ve dolayısıyla sadakat ve adalet ile yürütecek; elinin altındakilere dürüst ve şefkatli davranacak, zulmetmeyecek.

Her liyakatli, ehliyetli olmayabilir; her ehliyetli de liyakatli olmayabilir. Dolayısıyla emanet tevdi edilirken dikkatli ve seçici olmak gerekir. Hangi şartta ve durumda olunursa olunsun başka birinin hakkını ve hukukunu ihlal etmekten, sınırları aşmaktan sakınmak gerekir.

***

Etik çerçeve ise bağlamla, hesapla ilgilidir.

Etik olarak, (1) emanetleri ehline, ehil olanlara vermek gerekir, (2) talib olunan bir işin ehliyetine sahip olmak gerekir, (3) sorumluluk almaktan kaçınıp liyakati heba etmemek gerekir.

Bu çerçevedeki emanetler vahiy/kitab, kâinat ve insan olarak görülebilir. Vahiy emanetini idrak etmek de bir ehliyet ve liyakat çabasıdır. Emaneti, iradeyi, sorumluluğu ‘terkedilmiş’ olarak bırakmak (Furkan 30) ‘nankörlük’tür.

Benliğinin, kabiliyetinin ve yüklendiği emanetin şuurunda olmamak büyük bir cehalet ve zulümdür. Bu çürük bir bilincin, kokuşmuş bir benliğin belirtisidir.

***

Makbul insan, iç içe geçen bu üç çerçevenin neresinde duruyor?

İnsan insana, insan metaya, insan sahteye kurban edilebiliyor. Böyle bir insan artık özne değil, hayatı egemen zihniyete adanmış savruk bir nesnedir. Bu nesne insan, emanete de ihanet edebilir, yalan da söyleyebilir, katledebilir de… Ama inancı o ki her halükârda onu bir kurtarıcı kurtaracak (ilahî adaletin elinden). Çünkü o ‘kutsal insan’ olarak kodifike ediliyor…

***

Medyatik insan emanetin neresinde duruyor?

Özgür iradeyi ifade özgürlüğü bağlamına tevdi edersek medyanın kamusal vicdan olma gibi bir emanet yükü var! Ama mesleğin temel ilkeleri güvenirlik, doğruluk, bağımsızlık, tarafsızlık, sorumluluk ve insan odaklılık rencide ediliyor. Özdenetimden yoksun, eşikbekçiliğinde baskın bir medya gücü yükseliyor. İfade özgürlüğü ile nefret söylemi arasındaki çizgi giderek muğlaklaşıyor.

Mahremiyetin ifşa edilmesi, içeriğin asıl kaynağının gösterilmemesi, kişisel verilerin güvenliğinin sağlanmaması, ticari enformasyonun sınırlarının belirlenmemesi, doğruluğun teyid edilmemesi, bireyin sadece tüketici olarak konumlandırılması, yanıltıcı haber/etiketleme ve daha birçok etik kod ihlal ediliyor.

Oysa doğruyu söyleme mesleği gazetecilikte, yalan haber karşısında teyid etmek, intihal karşısında telif önemli olmalıdır. Çünkü ahlaklılığın özü öteki ile olan empatik ilişkidir.

‘Medya ve etik’ ifadesi sadece bir oksimoron mu? Oksimoron bir söz sanatı, birbirini dışlayan iki kelimenin aynı ibarede kullanılması: orijinal kopya, seküler din, düzenli kaos, gerçek yalan gibi. Ya da medya etiği hipokrasi (ikiyüzlülük) mi? Hipokrasi, sahtenin imajlarla doğruluk ve dürüstlük taslamasıdır.[2]

İnsan, bunun böyle olmadığını meslek erbabı üzerinde görmek istiyor.

Medyanın çürütücülüğü ağırlıklı olarak sahipliğin karakteriyle ilgilidir. Bu medyanın iktidarla, sermayeyle, kapitalizmle göbek bağı gösterilerek de söylenebilir.

Özellikle reklamcılığın beyin iğfal şebekesi, sosyal medyanın dijital gözetim zemini, arama motorlarının büyük veriyi yönlendirme aracı fonksiyonlarını icra eder bir noktaya getirildi.

Magazinleşme, ayrımcılık, troll / spam olgusu, argo, şiddet, advertorial (haberreklam), tekelleşme de bu mecrada görülen diğer sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal medya üzerinde ağırlıklı olarak kibir, ego, narsizm, popüler olan pazarlanıyor.

Yapay zekâ, mesleki emaneti tecimsel bir meta olarak görüyor. Bir yandan fikri mülkiyet ihlal edilirken bir yandan da anonim fikirler talan ediliyor.

Sosyal medyada son trend kavram Post-truth; doğruların itibarını yitirmesi, bilginin değersizleşmesi anlamında ‘gerçeklik ötesi’ demektir; bu gelinen noktayı özetliyor.

***

Politik insan emanetin neresinde duruyor?

Bir yapının/oluşumun en büyük marazları birikimsiz, donanımsız bürokrat ve muhteris, küstah yönetici ordusunun kademelerine çökmüş olmasıdır.

İmtiyaz, torpil, rüşvet, iltimas, intihal, hizipçilik, adam kayırma, hemşericilik, kamusal talan, dedikodu, iftira, istismar, patronaj, peşkeş, linç, rant/ganimet, nemelazımcılık, her türlü hak gasbı … haramdır; makbul bir hâle getirmenin anlamı yoktur. Yine particilik, mezhepçilik, meslekçilik, cinsiyetçilik, milliyetçilik, menfaatçilik, kadroculuk birer hastalıktır. Bu düşünce ve eylemler emaneti, ehliyeti, liyakati katl’dir. Bu ancak toplumsal düşmanlık ve sosyal kin üretir. Bular sivil toplumun, erdemin, kalitenin, eşitliğin, ahlakın, emeğin, adaletin, insaniliğin önündeki engellerdir.

Dahası hükümferma liderlerin cemaati temsil etmekte olduğuna işaret edilmesi, insanlarda ‘emanet, ehliyet, liyakat’ şuurunu iğdiş ediyor. Sorumluluğun bilincinde olmayana, idarenin vicdanı olmayana, adaletin mizanı olmayana tevdi edilmesi büyük cürümdür. Bir makama veya göreve atanmada liyakat ve ehliyet sahibi olmak, toplumsal ve siyasal adaletin bir gereğidir.

Oysa hiçbir makamın kibrine (hubris sendromuna) kapılmamak gerek. Bu güç zehirlenmesi, tekassür krizi olur. İmkânsız bir ödev belirlemek geleceğe değer katmak değil bugünü değersizleştirmektir. Devlet veya din pastasına çöreklenme çürümeyi getirir.

“İnsanlık, onu yadsıyan olayların içinde âşıkâne yaşar” diyor Cioran, Çürümenin Kitabı’nda.

***

İnsan, emanetler halesi içinde yaşamaktadır. Dolayısıyla emanet bir idrak makamıdır. Emanet aynı zamanda bir imkân ve bir imtihandır. Bir işi, bir imkânı, bir makamı ehil olana vermemek ya da layık olmayana vermek ‘kıyamet’e talib olmaktır.

Bu kavramlar slogan malzemesi değildir. Emanete riayet etmenin dini yoktur. Bilmeyi yaşamayı gerektiren bir emanet olarak görmek gerekir. İnsanın imkanları, mülkiyet değil emanettir. İnsan kendisine tevdi edilen bu emanetleri idrak ettiğinde ‘ben idraki’ne ulaşmış olur…

 

 


[2] Bknz.: (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/214306).

Kur'an'i Hayat Dergisi
Kur'an'i Hayat Dergisi

Bu sayfa, Kur'ani Hayat Dergisi'nin resmi sayfasıdır. Dergiyi tanıtma amacıyla kurulmuştur.

Yorumlar